Bir zamanlar bir kadın vardı.
Sadece fuşya rengi elbiseler, beyaz
spor ayakkabılar giyerdi.
Dışarı çıktığı zaman uzun bir
urganı peşinden sürüklerdi. Urganın bir ucu elinde, diğer ucu büyük, kalın bir
karton kutudaydı. Kutu delinmiş ve ip bu delikten geçirilerek kutuya
bağlanmıştı.
Onu Lili diye çağırırlardı. Karamel
rengi kıvırcık saçları tepesinde tutturulmuş, her daim uzun küpeleri
kulaklarından omuzlarına değe değe büyük caddenin kenarından gider, ilk köşeden
sola sapardı.
Lili kupkuru denecek kadar zayıftı.
Dudaklarını hep boyardı. Ama sadece dudaklarını.
Bir cumartesi günüydü. Üzerinde açık
fuşya bir tişört ve koyu fuşya balık etek vardı. Hiç âdeti olmadığı halde
parmaklarının arasında bir sigara tutuyordu. Kutusunun ağzı her zamanki gibi
açıktı: Birkaç parça buruşuk giysi, kapalı daha küçük bir kutu, birkaç metrelik
beyaz uçkur lastiği.
Lili'yi gören Köşem Market'in
sahibi Ünsal seslendi: Lili, sigaraya mı başladın?
Lili cevap vermedi. Geçen hafta,
süt bozuktu, değildi diye tartışmışlardı. Ünsal'ın yüzüne bile bakmadı. Marketi
geçen Lili, bitmek üzere olan sigarasından bir nefes çektikten sonra izmaritini
demirinde söndürüp hemen önündeki çöp kutusuna attı. Üzerinde evsel atık
yazana.
Caddeden başlayarak yukarıya doğru
yükselen park bütün yamacı kaplıyordu. Büyük çam ağaçları parkı gölge ve
serinlik içinde bırakıyor, sekilenmiş düzlüklere kakılmış banklarda ya tek
başlarına yaşlılar dinleniyor ya da gözlerden ırak olduklarını sanan çiftler
sarılıp öpüşüyorlardı.
Park, Lili'nin yanında hâlâ uzayıp
gidiyordu. Ayak ucuna düşen bir çam
iğnesi, Lili'yi ve peşinden hırt hırtlarla sürüdüğü kutusunu durdurdu. Eğilip
eline aldı. Sonra burnuna tuttu. Oh, mis gibi dedi.
Lili cadde boyu, kutusu peşinde
hırt hırt, çam iğneleri mis gibi mis gibi. Kutu, İzsu kapağının üstünden geçerken
daha kalın hırtladı. Durup arkaya baktı. Parktan çok bir koruluk olan parkın,
cilası kabarmış tahta banklarından birinde iki adam oturuyordu. Bankın beton
atılarak yere sabitlenmiş ayaklarından biri gevşemişti. Adamlardan biri,
diğerinin üzerine bir bacağını attıkça bank sallanıyordu. Kutusuyla
diplerindeki yoldan geçerken Lili'ye göz attı. Kuş kadardı Lili.
Fuşyalı-beyazlı bir kuş.
"Bu yaştan sonra olacaksa dört
dörtlük olsun. Hem maddi, hem manevi çok çektim." dedi yanındakine.
Kaç yaşındasın diye sordu diğeri.
"Otuz dokuz." dedi. Daha
yaşlı, kart bir sesi vardı.
Lili, omuzlarına değen küpelerinden
sağdakini yokladı. İç içe geçmiş beş daireden oluşan çingene pembesi küpesi
yerindeydi. Sonra solundakini elledi. O da yerindeydi. Ağzını açmadan bir oh
çekti. İki adım daha attı, durdu. Gözleri hemen önündeki poşete takılmıştı.
Dizlerini bükerek eğilip aldı. Yaşar çimdik attıktan beridir oturarak
eğiliyordu. Çok pahalı çok, her şey çok pahalı bu memlekette dedi. Poşeti
kutusunun dibine yavaşça yerleştirdi. Banktaki adamlar konuşmayı kesip sekiz
saniye ona baktılar. Sonra, bacak bacak üstüne atmayanı, yanındakine dönüp
"Artık hayatına birini almalısın. " dedi, "Ama dikkatli seç.
Birden alma. Yavaş yavaş."
Lili'nin kutu içindeki küçük kutusu
tıkırdadı. Duydun mu, çok komik dedi Lili. Kadıköy Unlu Mamülleri'nden Semih,
elindeki paketi gösterip işaret etti. Sonra, sonra diyerek el salladı Lili.
Allu'yla kıyaslıyorlar beni diye
aklına geldi. O kim, ben kim dedi, i'leri uzatarak. O kalbini taşa çarpıp
aklını yitirmiş. Ben deli miyim ki taşlara çarpayım?
(Devam edecek)
Paylaşımlarınızı severek takip etmeye çalışıyorum daha nice paylaşımlarınız olur inşaallah...Sıkılmadan dirayetle :)...Selam ve Dua ile...
YanıtlaSilSelam ziyareti :)
Teşekkürler, aleyküm selam. Ben de sizin sayfanızı ziyaret ettim.
SilAy mutlaka devam etmeli...
YanıtlaSilİkiye ayırdım bu öyküyü, blog okuruna kolaylık olsun diye:)
SilHemen devamına geçiyorum Nagihan'cığım.
YanıtlaSilEline sağlık:)
Teşekkür ederim.
Sil