Roger (Roje) Garaudy, 1913'de doğmuş bir Fransız aydını.
2012'ye kadar, uzun bir yaşam sürmüş.
Garaudy, uzun yıllar Fransız Komünist Partisinde yöneticilik
yapmış. Bir tarihten sonra müslüman olmuş. Dolayısıyla iki farklı dünya için (
Batı ve İslam) de önemli bir isim olarak görebiliriz.
Aforozdan Diyaloga (
De L'anathem au Dialouge ) müslüman olmadan önce yazdığı, marksistler ile
dindar hıristiyanlar, yahut da marksizm ile hıristiyanlığın "uzlaşı"
alanlarını araştırdığı bir kitap.... Din, halkın afyonudur cümlesinin ezbere
okunduğu bir sistemde Garaudy oldukça cesur davranmış bence.
Gerçek İslam bu değil! Dediğim çok oluyor son zamanlarda.
Buna rağmen bazı "gelenekleri" hâlâ İslamiyet sandığımı da fark
ediyorum. Bu özeleştirinin ve araştırma-sorgulama çabamın İslamı tümden kötü
ilan edenlerce de yapılması isteğimden doğdu böyle bir kitabı okuma ihtiyacı.
Evet. Kitabın çevireni de benimle benzer şeyler düşünmüş olacak ki Marksist
Garaudy'nin, ideoloijisi ile "din" dediği hıristiyanlığın uzlaşı
yolları metodolojisi, bugünün müslümanları için de yol gösterici olabilir demiş
sunuşta. Zira uzun yüzyıllardır süregelen İslam da, her çağda farklı kimselerin
dönemine uygun yorumları ile bugünlere taşınmıştır; öz'ün içinde insani ve
beşeri yorumlar vardır. Ki bu yorumlardan kimileri kutsallık zırhına
büründürülmüştür diyor profesör Sadık Kılıç.
(Bunlardan birinin İslam dininde olmadığını daha geçen ay
öğrendim mesela. Havva'nın Adem'in kaburga
kemiğinden yaratılması İslamda
yokmuş, Yahudi kökenli bir inançmış sadece. Yüzyıllarca içiçe yaşamış
yahudi araplarla putperest araplar ve sonrasında da müslüman araplar arasında
kültürel bir iç içeliğin mahzurlu sonuçları diyelim biz buna. Fakat
göründüğünden derin bir mesele bu. Zira bu "erkeğin kemiğinden" yaratılma
hikayesi, kadına bir ikinci sınıf varlık özelliği kazandırmıyor mu? Bu düşünce
canımı sıkarken İslam dininde böyle bir şeyin olmadığını görmek iyi oldu.
Darısı diğer soru işaretlerinin başına:) )
Kitap ilerledikçe gerçekten de ilk ve asıl olarak
hıristiyanlığa getirilmiş eleştirilerin, (tabii ki öyle olacaktı, batılı aydın
düşünüyor, sorguluyor, sistemler, ideolojiler,
teknolojiler üretiyor ve elbette ki karşısında ilk bulduğu duvar kendi dini,
kültürü) daha sonra İslam ve müslümanlar için de aynen yapılmış olduğunu
görüyoruz. Bu ithal eleştiri kıyafetinin uyduğu ve uymadığı yerler ise ne bu
yazının konusu ne de benim bilgi-uzmanlık alanım.
Her şey bir yana Garaudy'nin Entegrizm tanımını mutlaka yazmalıyız:
Entegrizm, kişi ya da beşeri bir oluşumun, bütün problemleri
çözmek ve kendi çözümünü dayatmak için topyekün bir hakikate malik olduğu
iddiası.
Çevirenin aktarımıyla, gelişmelere karşı durma, kendi
dünyasına geri çekilme, başkalarının olan farklı açı ve ölçülerden bakarak
kendini değerlendireMEme, giderek de kendini dokunulmaz tek gerçek konumunda
görmek. Bu fikrî ve zihnî yaklaşım biçimi, kişinin kendini karanlık bir tünele
mahkum etmesidir. Çünkü doğruluğuna ve gerçekliğine inanılmış hiçbir düşünce,
diğerlerinden tam bir bağımsızlık olarak ele alınamaz. Mutlaka bir " -ye
göre" doğru, "-ye göre" gerçektir. Böyle bir kaydın varlığını
göz ardı etmek tam bir entegrizm olacak, insanın ve dünyanın geeceği bakımından
hayatî öneme sahip olan DİYALOGUN yolunu tıkayacaktır.
Entegrizmde;
1. basamak:
Hareketsizlik, uyum sağlamayı red, her türden gelişmeye, evrime karşı
kemikleşme
2. basamak:
Geçmişe dönüş, geleneğin takipçisi olmak, muhafazakarlık
3. basamak:
Taassup, kapanma, dogmacılık, sertleşme, kavgacı olma, uzlaşma kabul etmeme.
Entegrizmin zafer kazanması demek, bütün beşeri
toplulukların kendi içine kapanmış, dolayısıyla
çatışmaya hazır, fanatik gruplara bölünmeleri demektir.
Garaudy bu kitabında, Marksist entegrizmi ile hıristiysan
emtegrizmini müşterek bazı ilke ve aamaçlar doğrultusunda buluşturmayı dener.
Onun sonuçlardan ziyade diyalog süreçlerine katkısı çok önemlidir.
Garaudy, gerçek bir
diyalog ve uzlaşı çabasının çok titizlik ve samimiyet gerektirdiğinin de
farkındadır. İlk önce iki taraf da asla uzlaşma konusu etmeyecekleri şeyleri -kırmızı
çizgiler- belirlemelidir.
Çok kısaca özetlersek Garaudy, kimi hırıstiyan din
alimlerinin yazı ve çabalarını da örnek göstererek, öncelikle hırıstiyanlıktaki
mitolojinin, helen hümanziminin çıkarılarak ilk öz çekirdeğe ulaşılması
gerektiğini söyler. Böyle olunca, ilk hırıstiyanlıktaki "kamil insan"
ve adalet, eşitlik ve sevgi üzerine kurulu bir dünya düzeninin Marksizmin
"kamil insan" ve sınıfsız toplum çabası ile çatışmayacağını
belirtiyor. Böylece ilk temel uzlaşı konusu belirlenmiş oluyor.
Eğer her iki "tarafın" da amacı güzel, adil bir
yaşam ise temelde sorun olmamalıdır.... Ki dinlerin iddia ettiği zaten sadece
budur....
Hıristiyank içindeki "mitolojik unsurları"
temizleme fikri ilk kez 1941'de, Protestan bir ilahiyatçı olan Rudolf Bultman tarafından öne sürülmüş.
Bultman'a göre İncil'in mesajı bir
ideoloji değildir; Tanrı'nın çağrısıyla, insanın buna cevabı gibi, tam
anlamıyla şahsîdir. Hayatımızda sorumluluk boyutunu yaratır.
İnanan, imanından sorumludur. Tanrı ondan bir karar vermesini ister.
Örneğin Haç (Çarmıha gerilme) olayında mühim olan, olayın
tarihi gerçekliği değil, bunun sayesinde, müminin ta derinliklerinde Tanrı'nın
çağrısını duyduğu eylemdir. (...) Öyleyse mitoloji, olayın nasıl ve niçin
meydana geldiğini anlatırken, muhayyel ve sembolik bir biçimde anlatırken,
dünyaya ve beşeri varlığa bir anlam kazandırır. Ve böylece insana bir model,
örenk bir varoluş ve tavır alış biçimi önerir.
Mitolojinin bizatihi kendisi bir anlam taşımaz tabii ki. İnanan insanın
kararı ile bir değere sahip olur. (...)
Garaudy, daha sonra, hıristiyanlıktaki "elini eteğini dünyadan çekme" düsturuna karşı ilk ciddi eleştiriyi getiren olarak gördüğü
Anglikan papazı Robinson'un çok satan kitabını (1963, Honest to God) örnek vererek analiz eder...
Daha sonra "din
ile bilim" arasındaki çelişkilere eğilir:
Burada da örnek aldığı- analiz ettiği kişi Peder T. De
Chardin'dir. Chardin, benim de her zaman garipsediğim, hıristiyanlıkta her
bireyin, asli günah sebebiyle günahkar olarak doğduğunu ve hayatının sürekli af
çabasıyla gçmesi gerektiği dogmasını eleştirmiş: Ümidimizin kanatlarını
kırpmakta ve acımasız bir şekilde özür dileme ve keffaretin ezici gölgelerine
doğru götürmektedir.
"Dünyanın her çağda -yeniden- bilimsel algılanışı,
insanların Tanrı'yı algılama biçimlerine de yansır. (...) Bu nedenle büyük
bilimsel gelişmelerin her periyodu, dünyanın genel manzarasını değiştirirken
büyük dini krizlere sebep olur diyen peder, hıristiyan imanının, dünyada
gerçekleşmiş değişmeleri de hesaba katan güncel
bir ifadelendirilişi problemini ortaya koymuş.
İçeriden eleştirilerle devam ederken Garaudy, kilisenin de tarih boyunca, ezilenin
yanında yer alacağına ezenlerin,
güçlünün, iktidarda olanın yanında yer aldığını reel örnekleriyle gösteriyor. (Kilisenin bu
tavrını Konstantinist gelenek olarak
belirtiyor. Hiristiyanlığın mitoloji ve Grek-Helen kültürüyle karışarak öz
mesajını yitirmesi. Karşısında ise apokaliptik
gelenek yer alıyormuş.)
Bu bölümden sonra Garaudy, Marksistlerin dine bakışını eleştirmeye geçer.
Keşke din diye bir şey hiç olmasaydı diyorum. Kimse, kimseyi tanrı adına kandıramayacak, kimse kimseyi tanrı adına öldürmeyecekti. Dünyada dinci terör diye bir şey de olmayacaktı. Ha, terör yine olurdu ama kuruluş amacı filan dini getirmek olmazdı en azından. Bombacı yine olurdu ama amacı banka soymak olurdu....
YanıtlaSilAslında bu dünyada insan olmamalıydı :)
Sil"Bozguncu ve kan dökücü" insan.