Bu romanda bana işleyen tek
şey şu oldu: Anna'nın, adam bir limanda yattan inip de saatler sonra
döndüğünde, adamın onun yüzünde gördüğü o korku. Anna'nın korkusu, adamı
sevdiğinin göstergesi olan o korku ve apaçık tek cümle: "Ben
korktum."
Onun dışında bir şey vermedi
bu roman bana. Bir arayış hikâyesi bu. Mistik ya da mecazi olarak okuyabilmemiz
mümkün, en azından kimi sayfalarda öyle bir yönlendirme hissettim ben.
Fransızcadan mıdır,
çevirmenden midir, kimi yerleri pütürlüydü romanın. Eksik, yanlış yazımlar
mevcuttu. Ayyy, hiç hazzetmem o ufak-tefek de olsa hatalardan.Bi' bakmışın eksik tamlama takısını eklemişim, bi' bakmışın
virgül koymuşum, bi bakmışın abuk öztürkçe kelimenin üzerini çizip
"gericilik alâmeti" eskisini yazmışım, sonra da bi bakmışın sayfa
kurşunkalemin tecavüzüne uğramış:p
Neyse efem, arka kapak biraz
saçma,daha doğrusu fazla eksik geldi bana. Nette hazır bi özet, bi yazı, bişicik de bulamadım. O yüzden iş başa
düştü Valiente kızım dedim, yazdım
kendi özetimi. Buyurabilirsiniz:
Romanımız 2.dünya savaşının
hemen bitiminde geçiyor ve hepi topu 6-7 günlük bir zamanı anlatıyor. Adam, baş
kahraman, anlatıcımız aynı zamanda. 8 yıldır çoooook sıkıcı bir devlet
memurluğunda çalışıyor: Ölüm ve doğum belgelerinin kopyalarını deftere işliyor.
Hiç memnun değil işinden. Ama istifa edecek cesareti bulamıyor bi' türlü
kendinde. Ha, aynı yerde çalışan bir kadınla (jaklin) birlikte,2 yıldır, ama
onu da sevmiyor. Ama bunu kadına söyleme ve ayrılma kararını ne verebiliyor,ne
de verdiğini sandığı zamanlarda uygulayabiliyor. Üstelik Jaklin'e çok kötü
davranıyor. Jaklin ile birarada olma hikâyesi de çok ilginç: Jaklin işe
girdiğinde, ona tecavüz edip kendini işten attırmayı planlıyor. O kadar dipte
adam yani. Nedir ki, kader adamımıza bu konuda da gülmüyor. Zira Jaklin kızımız
dünden razı imiş J Neyse efem, bu ikili
birlikte yaz tatiline çıkıyorlar. Adamımız Floransa'ya kendilerini götüren
kamyon şoförü ile sohbet ederken onun söyledikleriyle kendine geliyor (Aynen şu
cümle: senin yaşamın yaşam değil.) ve şoförün önerdiği Rocca kasabasına
gitmeyi, bahsettiği zengin, güzel ve "kolay" Amerikalı kadın ve
yatını görmeyi aklına koyuyor. Tabii, yapıp yapamayacağını kendi de bilmiyor.
Hasıl-ı kelam, o kadınla
tanışıyor, Jaklin'i başından savıyor , kadının (romanın ancak ortalarından
sonra kadının adı Anna oluyor ve sonrasında da adam için yine "kadın".
Anna hitabı çok az.) macerasını ondan dinlemeye çalışıyor. Adam, kadın
için,kendisinin, daha önce başka erkeklerde de olduğu gibi, Cebelitarık
denizcisini (gerçek aşkını) bulana dek "oyalanacağı" kişi olduğunu
baştan biliyor ve kabul ediyor. Onun için önemli olan zaten her şeyini, o
sıkıcı hayatını bırakıp böyle bir "maceraya" kalkışmış olabilmesidir.
Alacağı zevk kısmı da cabası.
Roman, gezilen
kıyılar,limanlar,deniz….tasvirleri ile bezeli haliyle. Akıcı da. Ama içerik beni tatmin etmedi. Hani deriz ya, içine almadı beni kitap.
Duras'nın (sondaki s
okunmuyordu değil mi?) çizdiği, en
mantıklı ve sempatik ifadeyle "bezgin, üşengeç" adam karakteri ilginç
sayılabilir. Jaklin'i (orijinal yazılışına gıcık oluyorum) sevmeme, sevememe
sebebi olarak ise onun iyimserliğini bulması da ilginçti. Ha, bir de adam, bu halini, babasının
tavırları sonucu yaşadığı çocukluk travmasına bağlıyor, birkaç paragrafçıkta. Gerisi
falan filan.
Arka kapak yazısı:
Sevmediği bir işte çalışan, hiç hoşlanmadığı bir kadınla birlikte yaşayan genç bir adam, tanıştığı bir kamyon sürücüsüyle yaptığı kısa bir yolculuğun ardından, yaşamının yaşam olmadığını fark eder, gidip tek başına bir köye yerleşir. Orada hayatının akışını değiştirecek genç, varlıklı bir kadınla, Anna'yla tanışır; onun yanında işe girer. Anna, yitirdiği Cebelitarık Denizcisi'ni aramaktadır. Kimdir bu? Gençlik midir, işlenmemiş bir cinayet midir, masumluk mudur, yalın bir ruh mudur, deniz ve yolculuklar mıdır? Anna'yla genç adam, Cebelitarık Denizcisi'ni bulmak üzere birlikte denize açılırlar. Sete Limanı'ndan Tanca'ya, Tanca'dan Abidjan'a, oradan da Leopoldville'e dolaşıp dururlar. Bu yolculuk sırasında birbirlerine bağlanan bu iki insan, bir yandan da bu arayışı dürüstçe sürdürmek gereğini bilirler, Cebelitarık Denizcisi'ni bulmak için ellerinden geleni yaparlar. Onu bulmak onlar için iyi mi olacaktır, kötü mü ve bulacaklar mıdır onu? Marguerite Duras'tan ustaca işlenmiş bir roman daha.
Yukarısı için not,
dayanamadım yahu: Adamın hayatının
akışını Anna değiştirmiyor. Anna'nın varlığına duyulan merak aslında bu
değişimin sebebi. Kadının, yatına her daim bir "erkek" alarak onu
"bedavadan" götüreceği fikri;
bıktığı yaşam tarzından kurtulması için gerekli en önemli ve belki tek adım olacağı fikri. Gittiği yere kadar diyor
adam. O yata bindiği an hayatının değişeceğini biliyor. Bindikten sonrası ise
klasik aşk gelişimi J Adam zaten kurallardan,mecburiyetlerden bıkmış,
Anna'nın ise hiçbir kuralı,şartı şurtu yok. Tek şart Anna'nın asıl aşkının
Cebelitarık denizcisi olduğunu bilmek ve onu bulduğunda bu ilişkinin
otomatikman biteceğini kabul etmek. Ohh, sabahlar olmasın J
Sen şimdi diyorsundur ki beğenmemiş ya, hiçbir yerin altını çizmemiştir
bu. Yanıldın güzelim. İşte kanıt J
…ve ben Floransa'ya gitmeye
karar verdim. Jaklin de buna uydu. O zaten ben ne desem yapardı. S.11 (Demek ki neymiş,erkek milletunun her
dediğine uymayacasun. Yoksam Jaklin gibi kapının önüne konirsun da.)
…Jaklin bu uyarıyı bana
anımsattı…Hiç yanıt vermedim. Zaten sözlerinin üçte ikisine yanıt vermezdim.
S.12
…Bu tür davranışlarıma
alışkındı Jaklin, alınıp gücenmezdi. S.
12 ( jaklin de zaten hak etmiş, sırf evlenecem diye çekilir mi bu depresif ayıJ)
(Kamyonun arkasında oturan
işçilerin yanına oturur Jaklin. Adamımız ise öne,şoförlerin yanına. İçkilidir
işçiler. Arkadan jaklinin çığlıkları duyulur)
Şoför: İsterseniz karınızı buraya alabiliriz.
Adam: Hiç zahmet etmeyin. (…)Birbirimizi
uzun zamandır tanıyoruz, evet. Ama evli değiliz. Yakında evleneceğiz. Kendisi
çok istiyor bunu, ancak evlenirsek mutlu olacak.
Gülüşüyoruz.
- Kadınların çoğu evlilik
konusunda böyledir. (…) Her şeyin sonu olduğu gibi, aşk da bir gün
biter,dedi. S. 14
İşte…. O hep işsiz kalma
korkusu. S.19
- Evet, anlıyorum -yüzünü
buruşturuyor- Ama ben, sürekli hoşnut olan
kadınlardan pek hoşlanmam. Bu tür kadın… uygun sözcüğü arıyordu.
- Yorucudur, dedim.
- Tamam, yorucu. S. 25
(…) Şu bilinen - aslında
kendini ele vermez- iyimserlerden biri.
Kimi olsa mutlu edecek yapıda, duygulu ve anlayışlı biri.
Zaten yaşam yorgunu bir
adamdım ben. Hani şu kendi
karamsarlığına denk karamsarlığı hiçbir zaman bulamamış olmanın dramını yaşayan
insanlardan biriydim. S.32
Biraz hüzünlendim o sırada:
günün birinde tam olarak ne istediğimi anlayabilecek miyim acaba? Bana neyin
gerektiğini bilebilecek miyim? S.60
- Ya öyküyü baştan sona ben uydurduysam,
Cebelitarık denizcisini? Dedi kadın
-Tümünü mü?
- Evet, tümünü. s.246
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)