GÜNÜN ÖYKÜSÜ

                                                     EFKÂRLAN NESRİN*

 

            Kanatlarımı çırpıp da nasıl geliyorum buraya bir bilsen Celilciğim.

            Aydınlık diyorlar. Adı gibi gerçekten. Leylağın sevdiği yer burası. Bütün apartmanın üçte ikisi buradan ışık alıyor. İki dairenin mutfakları ve yatak odaları bakar buraya. Duvarlar arasına beton kiriş koymuşlar, kumrular konup durur gün boyu. Hele de yağmur yağarken nasıl güzel oluyor camlardan izlemesi... Leylak boşuna sevmiyor. Kışın mutfaktan izler yağmuru, hani yemeğin buğusu filan pencerelerde ya... hislidir elbet... O mu? O da öyledir zannederim. Nesrin'dir onun adı. Gençken güzelmiş, şimdi de öyle ya. Lakin bizler gibi değil, çabuk yıpranıyor bu kadınlar. Ah, hele de böyle çilekeşseler.

           Geçen gün Başkâtipten öğrendim ben de astarını. Hani bana üzülme hissiyatı verilmiş olsaydı üzülürdüm. Dinliyor musun canım efendim?  

            Leylağın yanındaydım her zamanki gibi. Rüzgâr yağmur getirecekti. Gök bir sarı, bir tombul, bir geniz yakan kokuda... Leylak mutfak yerlerine tuz ruhu dökmüş, burnuna annesinin tülbentini dolamış, yağ tabakalarını fırçalıyor. Dayanamadı az sonra açtı pencereyi. Küfür savurdu bir de. Diyeceğim ağzıma yakışmaz biliyorsun ama demek istiyorum: Ağzına edeyim böyle hayatın dedi. Ah Leylağım, ben senin içinden kopup kopup gelenleri biliyorum. Baktım gözleri dolmuş hırsından. Sonra tövbe dedi, yüzü melulleşti, ben de geçer bunların hepsi, üzülme artık, geçecek diye fısladım kulağına. Raftan bir peçete aldı, burnunu sildi. Pencereden kumruları seyretmeye koyuldu. Bir kuş olsaydım ya da bir kedi, ne bileyim insandan başka bir şey, nasıl olurdu, güzel olurdu tabii ki. Hem her şey güzel olacak deyip duruyorsun, kendiliğinden mi olacak! Olmaz işte, yok öyle bir dünya. Kendini kandırmayasın sakın. Eylem gerek eylem! Böyle boş boş oturarak, oooo... dedi. Paylıyordu beni aklınca. Oysa dediklerime öyle içten inanıyordu ki, bu inancını söküp atmak istiyordu aslında. Hani fırçaladığı kalıplaşmış yağ tabakaları gibi. Kendini değiştirmeye bu saf inançlarından başlayacaktı. Leylağım benim.

 

            Sonra bir kek kokusu yayılmaya başladı. Vanilyanın kokusu, şekerin, kakaonun kokusu. Hatta fırının sıcaklığını bile duydu. Az daha kalsa yanacakmış dedi Leylak. Güzel bir koku duyusu var Leylağımın. Başını biraz uzattı aydınlığa doğru. Sevinç oğluna yapmıştır diyordu ki alt kattan geldiğini anladı. İnsanoğluna verilen bu duyular aslında ne muhteşem değil mi... Kokunun çeşidini, derecesini hatta yönünü bile anlıyorlar. A, tabii haklısın Celilciğim, enerjidir sonuçta, hepsi akar gider. Kurallıdır. Kuralını bulduysan her şeyin aynısını yaparsın. Hani bunları keşfetmiştir de keşfedememiştir sanki insanoğlu. Nesrin abla yapmış keki dedi. İlk kez penceresini bu kadar aralamış. Sonra baktık ki  söylüyor:

 

Kimseye etmem şikâyet

Ağlarım ben halime

Titrerim mücrim gibi

Baktıkça istikbalime

 

            Allahım, nasıl güzel söylüyor, hem ne lavta var ne keman, Celilciğim, duysan bir kere... Mutfağının tül perdesi esintiyle uçuşup duruyor. Bu desende, bu kumaşta perde yok artık, nereden baksan yirmi yıl öncenin modası dedi Leylağım. Çok dikkatlidir ve bilgilidir bu konularda. Sanki yaşı yetermiş gibi ama dedim ya bilir geçmiş zamanları. Abisi de meraklıydı böyle geçmiş zamanlara. Çok dikkatliydi, meraklıydı delikanlı. Ondan geçti bu huy. Bazen fazla konuşuyorum değil mi? Bizler için bir kusur değildir ama bu. Kifayetsiz insanlar bazen yanlış yorumluyorlar. Onlarla düşe kalka biz de kendimizi kusurlu göreceğiz neredeyse. Gülümsedin mi Celilciğim, gülümse. Leylak dedi ki sonra, Nesrin abla çeyizleri kullanılamaz hale geldiğinde yenilemiştir evini, perdelerle birlikte. İşte o zaman bu çizgili perdeler modaydı. Dikkati hep bu tip ıvır zıvırlara çalışıyor. Asıl problemi bu  galiba onun Celilciğim. Bu dikkatini işine yarar bir hale koysa değil mi?

 

Perde-i vuslat çekilmiş

Korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi

Baktıkça istikbalime

           

            İkinci kıtada sesini kaldırdı Nesrin, kim var, kim duyar demeden. İstese de düşünemez bunları. Arada böyle bir efkârlanır. Biz de ayıp olmasa bi' daha, bi' daha diye bağıracağız Leylakla ama olmuyor tabii, sanki böyle ayıbını kollarmış gibi hissediyoruz, mahremine nüfuz etmiş gibi. Çünkü öyle söylüyor, öyle bir söylüyor ki... hayatının verdiği mecburi doygunlukla... alnımın teriyle elde ettim bu ciğergâh yükü diyerek... arada buharımın gayzını salmak, saçımı maşalayıp dışarı çıkmak, kırmızı ruj sürmek, topuklu rugan... uyuyan kedilerin kuyruğuna basmak... en doğal hakkım..... İşte görmeye hakkı yoktur kimsenin bunları, görüp de görmezden gelinir, unutmanın havailiğine bırakılır... En iyi de kadınlar bilir bunu. Ah o kadınlar... Bilip de yapmadılar mı o bir fesatlık işte Celilciğim. Sen de tanırsın onları.

 

Ben küskünüm feleğe

 

            Kısa tutar şarkılarını Nesrin. Değip geçen bir hüzme gibi. Gerisini duyamadık. İçeriye bir yere gitti. Şekeri ağzından yere düşmüş çocuk gibi olduk.

 

            "Amaaan herkesin bir derdi var, bakma öyle dışarıdan güllük gülistanlık göründüğüne." Böyle diyerek avutuyoruz kendimizi. Avutuyorlar kendilerini. Bırak avutsunlar. Bu yalan yanlış avunma da olmasa nefes alabilir mi insanoğlu? Yalan yanlış dedim ya, dertsiz insan yok mudur bu dünyada sorusuna vardır, hem de ne çok demişim sanki... Belki de vardır; öyle gamsız, ferah ferah yaşayıp gidenler, ölene kadar? Mesela hali vakti pek yerinde olanlar. Avutucular onların da kim bilir ne dertleri var derler. Paranın her kilidi açtığını bilmezden gelirler. Peki en azından paralarını kaybetmeme, eritmeden daha da çoğaltma dertleri yok mudur? Bir de cimriliklerinden dem vururlar. Hıh, içlerini açıp tek tek bakmışlar sanki. Yalnız dün depremde, birkaç dakika önceki dertlerimin hepsi karahindiba tohumu gibi uçup gitti aklımdan. Önemsizlermiş demek ki! Ama bugün... bugünü yaşamayı öğrenemedim ki zaten.

 

            Nesrin'i dinleyemezken söylüyordu bunları. Sonra onun hikâyesini geçirdi tekrar aklından. Daha dün sabah, sıradan bir dedikodu anında öğrendim yahu. Gerçekten de içeride neler gizleniyor Allahım... Nedir bu kadınların çektikleri be! Cinsiyet değiştireceğim anasını satayım! diye bağırdı sonunda buzdolabını açarken. Yarı açık pencereye göz attı tedirgin.

 

            Durdu Leylağım sonra. Yüzü bir şekil aldı. Bir şey düşünüp onu doğru bulan, ona karar veren fakat hemen arkasından tam tersinin doğru olduğunu düşünen insanların değişken, masum ve tedirgin yüz ifadesi. Sonra tekrar ilk kararına dönen, allak bullak olan hararet basmış yüzler.

 

            Edeyim böyle işin içine, bir gün gönlüm hoş olsa komşunun eşeği nerde kaldı diye ona yanacağım. Hay böyle kafaya! Çok küfür ettim bugün, dedi sonra, yazıcı melekler hepsini yazmasa bari. Güldü kendine. Vallahi ben de güldüm Celilciğim. Keşke hep böyle gülse.

 

            Islak bezi aldı, yerdeki asitli sıvıyı silip kovaya sıktı. Bir kere elden geçirdi mutfak tabanını böyle. Parmakları buruşmaya başlamış, o tırnağındaki küçük yara, asidin değmesiyle yanmaya, sızlamaya başlamıştı. Dalgınlaştı Leylağım. Az kalsın kayıp düşüyordu. Tuttum sol kolundan. Dengesini sağladı. Diğer ıslak bezi aldı, son kez duruladı yerleri. Şu kovalı paspaslardan almalı aslında ya onlarla da güzel temizlik olmuyor ki. Amaan madalya mı verecekler her yer bal dök yala olunca. Nah veriyorlar, verilseydi annem, anneannem, onun anası ve adı sanı bilinmeyen onca titiz kadın alırdı, kadın mezarları madalya dolardı dedi. Bir kez daha silmekten vazgeçti böylece. Ellerini mutfak lavobosunda yıkadı. Zil çaldı o esnada. Postacı. Evraklar gelmiş. Mahkemeyi kazandı, anlatmışımdır. Hakkını aramanın verdiği gururla doldu bir an. O zahmetler, sıkıntıyla bekleyişler... Küçücük masanın üzerindeki eski televizyonu açtı ne yaptığını bilmeyen bir sevinçle. Anten ucu yerine çengelli iğne sokuşturmuştu sokete. Birçok kanalı çekiyordu böyle. Ah Leylağım, pratiklik prensesim benim. Yıpranmış ellerine baktı. Gideceğim ulan yarın maniküre. Sanki ona gitme diyen varmış gibi. Kendine kızıyordu, kendine karşı geliyordu aslında. Birden fazlaydı uzun zamandır. İçindeki kadınları bir denkleştirse gülleri açılacak Leylağımın. Ama az kaldı, çözecek, güveniyorum ona.

 

            Televizyonda biri canlı yayında, kocam ölürse ve ben ondan kurtulursam kurban keseceğim diye adak adamıştım, kocam öldü, ne yapmalıyım sayın müftüm diye sordu. Leylağım duraksadı. İsmini vermek istemeyen bir izleyici ile Kazan İlçe Müftüsü arasında gitti geldi gözleri. Cevabı duymadan çevirdi kanalı. Durdu, elini beline attı: oh, haydi hanımlar yandan yandan!

 

            Üzülünce deliliğe vuruyorsun biraz Leylağım dedim.

           

            Ya ne olacaktı! Bende de Nesrin abla gibi ses olaydı avaz avaz söylerdim diye payladı beni yine. Pencereye doğru seslendi sonra,

 

            Hey, Nesrin abla, hepimiz için söyle hadi:

 

Olmaz ilaç sine-i sad pareme

Çare bulunmaz bilirim yareme

 

            Ah, canım, Leylağım benim. Ben miyim melek, sen mi...

...........................................................................................

* Hece Öykü'de yayınlanmıştır.

4 yorum:

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)