BENOIT'YI BULMAK


Üç boyutlu kartpostalların ülkede bulunmadığı zamanlardan, her gece, radyonun uzun dalgasının heyecanla karıştırıldığı zamanlardan süzülerek, kartı ileri geri salladıkça hareketlenen çiçek buketinin, kıpırdayan güzelliğine hayran olunarak, sınırları konulmamış bir dünya içinde bonne fète yazısını Türkçe heceleyerek, tamamen kendinin olan bir dünyayla başlayarak, anların dondurulmuş kopyalarına bakarak, işte şimdi, burada;
Karların üzerinde dört adam var.


Üçü yan yana dikilmiş. Dördüncüsü önlerinde çömelmiş.
Bu erkeklerin otuzlu yaşlarının getirdiği kıvam, alenen ortalığa yayılıyor. Çevrelerindeki ikişer üçer katlı binaların çatılarını süslemiş taze kar gibiler. Hepsi de gülümsüyor. Özellikle, ayaktakilerden sağda olanı. Fötr şapkalı olan. En güzel gülümseyen o.

Üç kuvvetli, sağlıklı, bıyıklı adam -dördüncüsü içlerinde en genç, bıyıksız ve ceketsiz olanı, bana bakmayanı- yürünmekten çamurlaşmaya başlamış karlı yolda kameraya poz verirken ceketlerini düğmelemeye gerek duymamışlar. Solda olanın gözünde aynalı bir güneş gözlüğü var. Hemen arkasında, dallarına biriken karla bir başka güzelleşen küçücük  bir çam ağacı. Fötr şapkalı olan az sonra parasını almak için arka tarafta sıraya girecek. İşte, görebiliyorum; bütün işçiler sıralanmış. Bir sürü ses, enerji... Şimdi konuştuklarını yıllar sonra nasıl hatırlayacaklar?

 Yıllar sonra anlatmak için mi birikiyor anılar? İnsan yaşarken sadece geçmiş üretiyor. Hayatı boyunca bir yandan kendini bitirirken diğer yandan bu geçmiş yüküyle evreni yıpratıyor. Evren, milyarlarca insanın geçmişi ile bükülüyor, içine göçüyor. Çifte yükle üstelik: Hem geçmiş, hem de hatıraları var. Hatıralar geçmişin kopyası; kimi yerleri silik çıkmış yahut karalanmış karbon kâğıdındaki kopyası.

Geçmişi konuşurken bu yayılan... mutluluk olmalı. Bak, gözleri nasıl filizlendi, asma filizi gibi: ince, göz alıcı, ümit aşılayan kıvrımlarıyla, ferahlık veren yeşiliyle. Kupkuru, kabuğu çatlamış pürtüklü daldan çıkıveren sürpriz. Asma filizi görürsen gözlerinde, dinlemekten bıkmışsa bile hürmet etmeli insan. Mucizevi bir şey var çünkü o anda:

Tek kolu vardı şefin.  Bir gün iskeleye çıktım, sıva yapıyorum. Arkamdan biri bağırıp duruyor. Döndüm ki şef. Hey mason, aşağı in aptal diyor. Ölmek, beni de hapse attırmak mı istiyorsun! İşaret ediyor tek koluyla, kaskı halatı soruyor. Bağıra çağıra indirdi beni. Halatı, kaskı taktım, tekrar başladım. Bir akşam paydostan sonra yanımıza geldi. Nereliydi.... bir arkadaş vardı yanımda. İkimize dedi ki, bana yardım edin. Masa almış, kamyonete yükledik, gittik, sonra evine çıkardık. Akşam yemeğine kalın dedi. Karısıyla ısrar ettiler. No koşon! Bunlar müslüman, domuz eti  getirme,  dedi  karısına.

Anlatmak ona iyi geliyor. Bırak anlatsın. Bir gün herkes dinleyenleri olsun isteyecek. Nasıl ki sen de o zamanlardan geçip geldin, kopyalardan kendi kopyalarını üreterek, andaçlardan çocuk izler sürerek geçip geldin

Pasaporttaki garip mühürlerden, pullardaki kraliçelerden, bonne fete yazılı kartlardan,

Satın alındığı uzak diyarlara çağıran radyolardan, başka dilde haritalardan...

Her birine sırça muamelesi yapılarak, okuma kılavuzlarından sökülmüş bir Fransızcayla telaffuz ederek, Nis,Liyon, Kan,Pari ...

Bütün merak ve hayal gücü imkânlarının zahmetsizce kullanılabildiği zamanlardan,

Başlı başına yeni bir dünya kurarak; orada kaybolarak;

İskeleler, şefler, duvarlar, mobilyalar, saçlar, kıyafetler, arabalar, çantalar, bisikletler... Seslenişler, gülümseyişler, tanışmalar, buluşmalar... erkekler, kadınlar... yemek takımları... masalar.... Çocuklar?

- Çocukları var mıydı şefin?
- Hatırlamıyorum. O akşam masada çocuklar yoktu galiba.
                    
Gözlerdeki bu birden canlılık, vücutta, hafızada, eşyada zamanın açtığı yaralara karşı bir şövalye kılıcı gibi parlıyor. Yaşlılığın yüzdeki, bacaklardaki, saçlardaki, akıldaki izleriyle birlikte köşeye çekilmiş, pelteleşmiş bir insanın, bir zamanlar, öldürmeyi göze aldığına inanamıyor musun? O, en güzel, en cesur yıllarını sen doğmadan yaşamış olabilir. Tanıdığını sandığına bir daha bakmalı:

Yattıkları yatakhanenin ışıkları sönmüştü. Kapıyı bir Çinli açtı. Adını söyleyince ileriyi, ranzasını işaret etti. Sessizce ilerledim. Gece lambası gibi bir şey yanıyordu. Yanındaki de uyanıktı. Bavul hazırlıyorlardı. Birlikte kaçacağı arkadaşının o olduğunu anladım. Sırtı bana dönüktü. Arkadaşı kaş göz edince dönüverdi. Bıçağı çektim hemen.

Karbon kâğıdındaki zamanın akışı, gerçek olanından farklı olabilir. Hatıraların canlandığı her seferinde bazı odaların yeri değişebilir, ama bina yerindedir. Dolandırıcının memleketi bir kezinde Sivas olmuş, bir kezinde Kırşehir, ne fark eder. Ya da havaalanındaki dilenci Filistinli ya da başka bir Arap. Yahut yankısı zaman tünellerinde kaybolmuş bir dil... Olsun, bina yerinde ya.

- Günaydın nasıl deniyor?
-Bonjur.
- İyi akşamlar nasıl denir?
- Bonsuar.
- Bon iyi demek o zaman?.... Peki ya ekmek nasıl denir?
-... Unuttum.

Zaman, büyüdükçe hilekâr.  Kötüyü, acıyı, endişeyi unutarak güzel olana daha çok yer açıyor, güzellik artmış gibi oluyor anarken. Ötekilik, yabancılık, hasrete ne oldu? Arka yüze "Üzülme sevdiğim, gurbet de fani" yazdıran şey anımsanmıyor mu? Neden coşkuyla anlatılır  bunca zaman sonra? Gencelten nedir kütüğü, özsuyu nereden yürür? Güzeli anmak da yük ama. Bitip gitmişin özlemi filizlere don değdiriyor, kırağı çalıyor. Özlemek iyi değil.  

Önlerinde poz verdikleri köhne yatakhanelerde Filistinliler ya da diğer Araplar, Çinliler, Afrikalılar... 40 yıl sonra da hep öteki olacakları bu yabancı topraklardan dönüp geldiklerinde geçmişin kopyaları işe koyulacak:

Şefin adı Benoit'ydı. Her bölümün şefi ayrıydı. Biz duvarcıydık. Mason derler orada... Memleketlim soymaya kalktı, elin adamlarından hiç zarar görmedim. Gâvurlar çok saygılılar. Hak yemez, adaletsiz davranmazlar. Hayın değiller bizimkiler gibi. Paranı günü geldiğinde verirler. Bir keresinde doktora gitmiştim. Muayene oldum. Sekreter var dışarıda. Ona parasını ödeyip çıktım. Bir hafta sonra beni çağırdılar. Teleşlana telaşlana gittim. Meğer doktorun parasını şirket ödüyormuş. Zarfın içinde iade ettiler bana paramı. Onlar böyle dürüst işte. Kimsenin hakkını yemezler.

Parasını alacak gülümseyen adam. İzin günlerinde hep yaptığı gibi şehri dolaşmaya çıkacak. Para üstünü almaya tenezzül etmediği için "Bu Türkler deli!" diyecek bakkal kadın. Photo J. Gay'de vesikalık fotoğrafını çektirecek.  Leon Bourgeois sokağında. 52 numarada.
Hafızanın istiap haddi dolup karbon kopyadaki bazı harfler, kelimeler tamamen silinince geri dönüp Benoit'yı bulmak isteyecek. Kopyaları karşılaştırmak için değil, sadece kopyalara sahip olduğundan emin olmak için.

6 yorum:

  1. Keyifli, çok hoş, merakla okunur türden.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler. Öyküler pek okunmuyor nedense...

      Sil
  2. Merhaba,
    çok güzel olmuş.
    itiraf etmek gerekirse ben kitaptan alıntı zannetim bu yazılanları. dili o kadar usta işi geldi ki :)) hatta yazar tahmini de yapmıştım ki, yazar karşımdaymış :) kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, sözleriniz mutlu etti beni.

      Sil
  3. Selam,Çok güzel usta bir yazarın satırları betimlemeler,geçişler güzel. Sevgiyle kalın. babanız nurlar içinde uyusun.

    YanıtlaSil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)