İlk kitaplar serisinden Çırak.
Yine bir öykü kitabı. Yunus Nadir
Eraslan'ın. Uzun yıllar dergilerde öykü yayınlasa ve degilere katkıda
bulunsa da ilk kitap ancak oluşmuş.
Açıkçası ilk birkaç öyküde, öykü değil anı, anlatı okuduğumu
düşündüm. Çocukluk anıları. Belli bir yaşın üstündeki hemen herkesin
olabileceği köyde, ya da kasabada, tabiatla içiçe, dede ve ninelerle geçmiş bir
çocukluğun anıları. Benim de, ilkokulun yaz tatillerinde gittiğim bir köyün
anıları vardır zihnimde. Köylerde kasabalarda doğup büyümediysek de nihayetinde
köylü çocuklarıydık.
İlk yazıları okurken bunları düşündüm bir yandan da. Fakat O Gece,
Kalbim ve Buz Paramparça öyküsünden itibaren bu kitabın bir öykü kitabı
olduğuna kanaat getirdim.
Söyledikleri ve söylemekten vazgeçtikleriyle (keşke
vazgeçmeseymiş)
Bu noktada kitabın arka kapağındaki editör yazısını birebir
kopyalamaya gerek kalmasın diye fotoğrafını koyuyorum; gerçekten de okudukça, otobiyografik
bir kitap okuduğunuzu düşünüyorsunuz. Elbette bir öykünün nerede gerçek, nerede
kurmaca olduğunu çoğu kez yazarı bile unutur diye ekleyeyim. Kitabın dili de
işlenmemiş ama doğal, akıcı bir dil. Problemsiz okuyorsunuz.
Belirttiğim öyküden itibaren içeriklere de değinmek
istiyorum.
Kitap bir ya ya iki farklı çocuğun, gencin anıları gibi.
Aynı, dindar görünümlü zorba bir baba, edilgen anne, sevilen ve seven dede ile
nine, aynı konuk yer sofraları... Kahramanlarımız din eğitimi alması için
"hocalara", "derneklere", belki tarikatlara... emanet
edilen çocuklar...
Kimi öyküde eleştirildiği hissedilen (ya da çocuk kahramanla
özdeşleştiğimiz için öyle hissettiğimiz) kiminde ise bende kalsın denilen gerçekler... Dinini
yaşamak isterken devlet eliyle baskılara maruz kalan insanlar, diğer tarafta
dini kendi tekelinde gören, kendine göre yorumlayan kimi bireyler, oluşumlar
diyeyim. İki uç da görülüyor öykülerde.
Buraya da arka kapaktaki "henüz gerçek anlamda öyküsü yazılmamış tanıdık bir mahalleye yöneltiyor
yazar bakışlarını" cümlesini alalım.
Selçuk Orhan'ın Başkalarının Buradaları kitabındaki
birkaç öyküde vardı bu, ama orada daha derin bir "yarık" hissetmiştim
okurken. Belki bu, bir zamanlar orada
olup şimdi olmamakla ilgilidir.
Daha derli toplu nasıl yazabilirim bilemiyorum, çünkü her ne
kadar "hesaplaşma" kelimesini sevmesem de hesapaşılması gereken
mevzular ve zamanlar içeriyor bana göre bu öyküler. Zorbalığın her iki kutbundaki
failleriyle ve insanın kendiyle, kendi aklıyla hesaplaşması.
Ve "Neyse... Gerisini anlatmayayım! Asıl hikaye bende
kalsın."* diye bitmesin öyküler
dedim okurken.
* O Gece, Kalbim ve Buz Paramparça adlı öyküden.
Yazımı buraya kadar yazdıktan sonra, yazarla, Hece Öykü'nün
90. sayısında yapılmış söyleşiyi açıp tekrar okudum. Üniversite yıllarında tiyatroyla uğraşmış,
oyunlar da sahnelemiş.... Röportajda, benim gibi öykülerin ne kadar
otobiyografik olduğu sorulmadan edilememiş. "Öykülerinizde geçen din
temelli yaşanmışlıklar ve bunun neticesinde ortaya çıkan düzen
sorgulaması..." na verdiği cevabı da tekrar okudum....Uzun öykülerden
oluşacak ikinci kitabın haberini de vermiş Eraslan. Bekliyor olacağım. Umarım
hikayenin kalanı (ve aslı) olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)