ÜŞENMEDİM YAZDIM: BURGAZADA YAZISI


En iyi gezi yazılarından biri, iddia ediyorum.
Çünkü hiçbir yerinden reklam fışkırmıyor. Vallahi gezi yazısı mı okuyoruz, tur operatörü sayfasında mıyız belli değil o sitelerde. Sırf o yüzden şey ettim yani. Amme hizmeti bir  nevi :)



Beyefendi hem kitap kutlaması için hem de günübirlik bir gezinti-tatil için bir şey yapmak istiyordu. Geçen yıl Adalar'a gideriz demiştik. Onu hatırlattı.

Gidesim yoktu ama Burgazada'daki Sait Faik'in müze-evini hatırlayınca, yazmak diye güzel bir şeyin olduğunu bana gösteren Sait Faik'e ilk kitabımı götürme fikri birden hoşuma gitti. Bu kısmı ikinci bir yazıya saklayarak devam ediyorum.

Baştan söyleyeyim, Burgazada'yı sevdim. Lakin fiyatlar, alınan hizmetin kalitesine göre tuzlu. Birçok yorumcu da böyle yazmış bloglarında filan. Eh, turistik yer nihayetinde(!)

Evetttt.... İlk hatamız pazar günü Adalar'a gitmek oldu. Gerçi bu zorunlu bir karardı zira kalmak için aradığımız öğretmenevinde ya 8'i ya da 18'ine yer vardı. 18'i bana çok uzak geldiği için mecburen kabul ettim. Şapşallık işte.

Neyse, bu vesileyle Adalar'a yaz mevsiminde hafta sonu gitmek demenin, bir mülteci gemisiyle mülteci kampına gitmek olduğu yönündeki benzetmenin ne yerinde olduğunu bizzat tecrübe ettik! Tekerleği yeniden icat etme safdilliği. Yine de bu fikre kendimi alıştırmış olduğumdan sorun etmedim. Bu arada şehir hatlarını kullandık. İnternetten araştırırken niyeyse şehir hatlarını önerenler çoktu. Akbil kullanıldığı için mi, martılara simit atma klişesi için mi, ikisi de herhalde. Ücreti de normal biletin 2 katı: 5.20 TL Özel bir firmanınkine baktım 7.5 TL yazıyordu tarifesinde. Çok da fark yokmuş aslında.

Bu arada benim gibi İstanbul uzaylısı olanlar için İDO, Şehir Hatları ve özel firmalar olmak üzere üç ayrı gruptaki vapurlarla Adalar'a gidebiliyorsunuz. Hepsinin de sefer tarifeleri farklı: Kalkış-varış iskeleleri, fiyatları, günleri.... Bizim gibi il dışından gelecekseniz internet sayfalarından bu tarifeleri incelemeniz yerinde olur.

Biz de bir ihtimal 11:50'de Kadıköy'de olacak vapura, olmazsa 13:30'dakine diyerek yola çıktık. Güzel tesadüf ki 11:50'ye yetiştik. 45-50 dakika kadar vaktimiz vardı. Çaykur Kafe'ye oturup bi' çay içelim dedik.  Temiz, hoş bir mekan. Yalnız devlet şirketidir de zarar ediyor da acısını müşteriden mi çıkarıyor nedir, bir çay 4 lira:) Kadıköy farkı diyeceğim ama Kadıköy'ün birçok yerinde daha ucuza da lezzetli çay içtik. Valla arkadaş çayı pahalı olan otağda oturmam ben:)



Adalar iskelesi ayrı Kadıköy İskelesinden. Biraz ilerisinde. Biz ilk vardığımızda kapılar kapalıydı. Birkaç kişi vardı, bir genç kız şurada sıra olalım bari dediğinde beyefendiye dedim ki çay faslını uzatmadan dönelim. 15 dakikaya döndük ki kuyruk bıraktığımızın 6 katı olmuş:)))

Uzun lafın kısası kuyruğa girdik ve " Su, soğuk su... yok mu isteyen... Adalar'da 2 bizde 1 lira! Soğuk su, hemen alın!" nidaları arasında beklemeye başladık. (Adalar'da su gerçekten 2 lira:))

Bir süre sonra iskelenin kapıları açıldı. Hurrey! Şurada bir yerde Ahmet Rasim'e kinaye vapör yazım olacaktı. Bi' bakarsınız: İSKELEDE Durum aynen o.

Neyse efenim, uyanıklar daha turnikelerden geçmeden kendilerini göstermeye başladı. İyi de giyimli, bakımlı, 40 civarında sarışın bir kadın önce görevliye bir şey soracakmış ayağına önüme geçti. Hık mık derken baktım basmış kartı geçiyor. Eyvallah abla! Sonra bir genç kız "sorry sorry" diyerek arkamdan çarpa çarpa geçti. Turist sanmıştı bizi, daha önce de ve Adalar'da da öyle sananlar çok oldu. Hiç moralimi bozmadım. Sadece yüksek sesle, bizim insanımızda bu "uyanıklık damarı" olduğu sürece bu ülkeden bir bok olmaz dedim. İyi dememiş miyim:)

Kuyruktaki Arapça konuşanlar gerçekten de çok fazlaydı. Dikkat çekmeyecek gibi değil. Yolculuk esnasında bu konuyu da düşündüm; onlara karşı ne hissediyor ve düşünüyordum gerçekte. Suriyeliler, Afganlılar ve başka Arap turistler...

Adalar mülteci gemisinden en ferah köşe. Keşke bütünü gösteren foto olsaydı elimde:) Bu arada çektiği fotoğrafları ısrarla bana göndermeyen beyefendiye teessüflerimi bildiririm. O makine bende olsa daha güzel çekerim, hıh.



Vapör iskeleye yanaştı ki Eminönü'nde zaten dolmuş. Len dedim, taytanik gibi olmasın sonumuz? Fakat yerimi ayırtmışım, parasını da çatır çatır ödemişim, Sait Faik de beni bekler, batsam da gideceğim dedim:)


Gençler iki katın da merdivenlerini doldurmuş, gelip geçenlere aldırmıyorlar bile. Resmen eziliyor insanlar kalabalıktan.

                                                           VARIŞ

İlk durak Kınalıada idi. Burgazada ikinci. 45 dakikaya oradaydık. Tabii vapörümüz 10 dakika gecikmeli kalkmıştı, onu söyleyeyim. Onca  yolcunun binmesi filan.

İskeleden çıkınca kafeler ve Gezinti caddesi karşılıyor insanı.

Vapörden Burgazada





İner inmez sağa seğirttiğimiz Gezinti caddesi


Gezinti caddesinden adanın camisi. 

İndik ve gayriihtiyari çoğunluğun aktığı tarafa, sağa seğirttik ve Gezinti caddesinde yürümeye başladık. Çok güzeldi gerçekten. Ahşap evlerin alt katları küçük dükkanlar. Bir tanesine öğretmenevini sorduk. Haritadan bakınca yakın olduğunu yürüme gidebileceğimizi hesaplamıştım. Sorduğumuz kişi de dümdüz devam edin, on dakika kadar sonra orada olursunuz dedi. Amenna. Biz de devam ettik yürümeye. Gezinti caddesi epey uzun, gittikçe yolda süslü kafeler ya da evler, ya da ağaçlı yamaçlar, solda deniz. Havlusunu kıyıya atan suda:)

Fakat biz hayran hayran gittikçe yol boşaldı, tenhalaştı. Gps'ten bakınca öğretmenevinden uzaklaşmış olduğumuzu gördük. Bir yerde sapak da görmemiştim. (Sait Faik müzesi pazartesi ve salı günleri kapalı olduğu, akşam beşte de kapandığı için önce oraya gitmek istiyordum. Bu yüzden öğretmenevine gidip hemen bir şeyler yeyip yola düşmeliydik. Yolun uzaması canımı sıkmıştı bu yüzden.) Birkaç kişiye sorduk. Sonunda birisi ağaçlık yamaçtan bir patika gösterdi buradan çıkın diye. Ne yalan söyleyeyim güvenemedim, üstelik de dizlerimdeki sorun sebebiyle yokuş filan çıkamıyorum. Haydi geriye. Beyefendi buna pek sevinmedi tabii. Neredeyse yarım saatten fazla kaybettik böylece. İskeleye yaklaşırken kaçırdığım sapağı gördüm. Kötü bir tabela sapağın başına iliştirilmiş. İlk sorduğumuz esnafa biraz küfür etmiş olabillirim içimden, 20 metre sonra üstte ayrılan yoldan devam edin dese ya! İlk kez gelip be ağzı açık ayran budalası kıvamında bakınan biri o gösterişsiz tabelayı nasıl görsün di mi ama?

Bu arada bu kadar zahmet ettiğimiz Burgazada Öğretmenevini tavsiye etmiyorum kalmak için. Mecbur kalırsanız belki. İlerde anlatırım sebeplerini.

Beyefendi az geri dönüp sapaktan yürümek ve risk almak yerine  faytonu tercih etti. Fayton bizi dolaştıra dolaştıra getirdi. 25 TL de cukkaladı herifçioğlu:) Kazıklandık mı, reel tarife miydi bilmiyorum, bilmek de istemiyorum:) Fakat yolu öğrenince faytona maytona gerek kalmadan rahatlıkla gidip gelinebilecek bir yol öğretmenevi ile sahil arası. Ve çok da güzel bir yol.

Burgazada öğretmenevi, Gönüllü caddesinde


Odamıza geçtik. İkinci katta ama arkaya bakan bir oda. Torpilsiz geldiğimiz için tabii iyi bir oda beklemiyorduk. Fazla odası da yok oranın. Zaten birkaç gün önce ayırtmıştık. Ödemeyi de hemen istiyorlar. Fakat ayrılırken şahit olduğumuz bir olay işletmecinin kendi yakınlarına ön ödemesiz yer ayırttığı oldu. (Bi bok olmaz demiştim ya). Oda küçük, mobilyaları sevimsiz ve kötü olduğu gibi pisti de. Yatak başları tozlu, bir duvarda örümcek ağları. Havlu ve çarşafları iyice kontrol ettim. Onlar temizdi. Banyo da temizdi ama duş teknesinin duvarla birleştiği yerdeki fayanslar eski ve kötü görünümlüydü. Neyse ki bir gece kalacaktık.( Nasıl detay veriyorum görüyorsunuz değil mi:))

Fakat öğretmenevinin verandasından manzarası çok güzeldi. Verandada gecenin geç ve sabahın erkeninde geçirdiğim birer saat bana odaya katlanma gücü verdi, ve adanın geri kalanı tabii.



Öğretmenevinin otel kısmının üst kat verandasından manzara. Fotoğraftakinden çok daha huzur verici.










Kitabımı basılı haliyle ilk kez adada okudum:)



Öğretmenevinin yemeklerinin çok iyi olmadığı gibi beklenenin aksine ucuz olmadığını da belirteyim. Üstelik menüde, kurum üyelerine indirim olduğu yazıyordu, hesap geldiğinde indirim uygulanmadığını gördüm. Söyleyince üye kartı istediler. En başından neden sormadınız? Dikkat etmesem kimsenin soracağı yoktu yani. Yine menüde hesap üstünden %10 garsoniyer alınacağı yazıyordu. Benim bildiğim garsoniyer başka demedim tabii:)

                                               ADAYA GELME AMACIM: SAİT FAİK EVİ

Yemekten sonra hemen  Sait Faik Müzesi'ni aramaya çıktık. Daha önce resepsiyonistten bir yol tarifi almıştım. Öğretmenevinden çok yakın. Kolayca ulaştık. Yol boyu evler, köşkler, (ah Ada'nın o kalantorluğu!)  ağaçlar... çok güzeldi.






Belevi Köşkü. Sahile ve müzeye giderken önünden geçtik hep.






Müzeyi gezerken ve sonraki hislerimi bu yazıdan ayırıyorum. Şu kadarını söyleyeyim, Sait Faik'i orada, bir insan ve bir yazar olarak hissedebildim. Küçük evinin müze olarak tasarımı da iyiydi. Birkaç fotoğrafla bu bölümü kapatıyorum. Ona bir not da bıraktım. Ama asıl mektup başka...

Yollarda birçok tabela var Müze'nin yolunu gösteren. Vaktiniz varsa sere serpe dolaşırsınız o yolları... 








yazdım tabii. 

                                                           BURGAZADA'YI DOLAŞMA

Müzeden sonra Ada'da dolaşmaya çıktık. İskele'nin hemen karşısında Pyrgos Cafe'ye iliştik. Kalabalık, neşeli bir yerdi. Kibar garsonları vardı. 2 liraya çay, 5 liraya türk kahvesi, 4 liraya soda içip kalktık. Buradaki herkes fast food ya da tatlıya gömülmüş durumdaydı:)(Pyrgos olmuş bizde Burgaz)


Pyrgos Kafe'de dilenen kedi:)

Kefede çay içenleri kesen,  adanın çirkin martılarından biri:)

Adalar'ın (Büyükada'da da aynıydı çünkü) kedilerinin bir özelliği var. Siz bir şey yiyip içerken yanınıza sokulup böyle duygu sömürüsü yapıyorlar. Öğretmenevinde öğle yemeği yerken birisi sürekli ayağıma dolandı. Kusura bakma bu paraya bu kadarcık köfteden sana veremeyeceğim deyince gitti:) Fakat bir diğerinin geldiğini anlamadım, ta ki patisiyle dizime vurana kadar! Kedicik resmen benim dikkatimi çekmek için yaptı bunu! Gitti köftenin yarısı:pppp

Öğretmenevinde dilenen kedi:)

Burgazada'yı gezerken, sanal ortamda çokça reklam edilen Fincan, Barba Yani ve Kalpazankaya Restoran'ı özellikle es geçirttim beyfendiye. Yine internetten okuduğum bazı yorumlar sebebiyle. Ayrıca Vedat Milör'ün bu esnaflardan komisyon alıyor olabileceğini düşündüğümden:ppp

Gece Ada'nın arka sokaklarında gezdik biraz. Çarşı caddesinden girdik. Akşam yemeğini öğretmenevinde yememe kararı almıştık. Yukarda saydığım yerleri ve balık menülerini de listeden çıkarınca geriye pek bir alternatif kalmamıştı. Yemek için vakit kaybetmek yerine önümüze çıkan ilk yere oturduk:) Adalıların tercih ettiğini gördüğümüz bu yer  Elit Taş Fırın idi.  İlk anda pek anlamamıştım ama çalışanları samimiydi. Hele ortaokul çağında bir garsonu vardı ki nasıl naif, bir şeyi beğenmedim, dedi ki kusura bakmayın, bir dahakine daha iyi yapacağız:) Fiyatları da makuldü.

Yine Burgazada'yla ilgili internette görüp aklımda kalmış bir not Cemevi Çay Bahçesi olmuştu. Ne özelliği var diye merak ediyordum. Tabelalarda adını görünce okları izlemeye başladık:)


Cemevi Çay Bahçesi. Cemevi de hemen yanında.

600 yıllık bir çınarın adeta içinden geçerek vardık oraya. Çok bir özelliği yoktu. Fakat ada insanlarının oraya oyun oynamaya geldiğini görünce birden 20 yıl geriye gittim... Okey oynayan madam, madamın arkadaşları ve torunu Karina... Sonra yan masadaki okeycilerin yerine gelen 51 oynayan gençler... Bu çay bahçesinde bir nostalji, bir sakinlik vardı. Fazlasıyla... Orada Sait Faik'in Adasıyla şimdiki Ada arasında küçük bir bağ bulabildim sanırım.

Çay bahçesinde otururken Çorlu'daki tren kazasını öğrendik. Her şeyi tabiata, yağmura, kara - dolayısıyla Allaha - bağlayan zihniyet iş başındaydı. Yağmuru, karı Allah (c.c) yapıyor da treni, rayları da mı o yapıyor da suçu ona atıyorsunuz? 14 yıl önce okuduğum Tınaz Titiz makalesi halen geçerliliğini koruyordu anlayacağınız. Dedim ya b. b. olmaz diye... Daha sonra İstanbul'a geçince beyfendinin akrabalarının iki küçük çocuğunun ve anneannelerinin de o kazada yaralandığını öğrendik. Allah'tan hafif atlatmışlardı. Onlara da uğradık. Ailenin anlattığı da tren raylarının usulünce yapılmadığı için böyle olduğunu öğrendikleriydi.

Çay bahçesinden ayrıldık, geldiğimiz yollardan loş ışıklarda dönmeye başladık. Koca gagalı bir martı yolumuzu kesti. Yürüyerek karşı kaldırıma geçti. Gece gece napıyor bu efelenerek dedim, baktım  karşıdaki evin önünde bir şeyler gagalıyor:) böyle insan içinde gezen martıyı çok göreceksiniz Adada. İnsanlarla iç içe olmuşlar... Sait Faik'in öykülerinde neden çokça martı olduğunu, onların bir kişiye dönüştüğünü anladım Ada'da olduğum sürece. Ve tıpkı İzmirdeki evin çatısındaki martılar gibi çok gürültücüler. Onları fark etmemek imkansız zaten. Ve bütün bir gece köpeklerle beraber uluyarak uykumun içine edenler de kendileri oldu:) Abartısız sabahın ilk ışıklarına kadar sesleri kesilmedi, cümbüş yaptılar. Neyse ki çok yorgundum ve sık sık uyanmama rağmen tekrar ve tekrar uyuyabildim.

                                                                       SABAH
Sabah erkenden verandaya çıktım. Kimsecikler yoktu. Özlemdiğim tabiatla iç içeydim. Çok iyi geldi..İstenen hikayeyi, sorulara vereceğim cevapları düşündüm biraz, biraz Sait Faik'i biraz dünyadaki adaletsizliği... Adanın çok güzel olduğunu ama sürekli yaşanan şeyin artık kanıksanıp sıradanlaştığını bildiğimi... başka birçok şeyi de düşündüm.

Tek tabakta sunulan kahvaltı bize yetmeyince sahile indik. Öğleden önce 11'de odayı boşaltmamız gerekiyordu. Arka taraftan dolaşıp aceleyle bir kafeye girdik. Çümen Kafe. Çıkarken baktım Barba Yani'nin bitişiğindeymişiz. Acı bir çay geldi. Kahvehane çayı gibi dedi beyefendi. İçeyim dedim ama yarısına kadar anca dayandım. Çayı açar mısınız dedim. Kibarca elbette dediler.  Ertesi gün Büyükada TEMEV'de 6 TL olan gözlemeyi 12 TL'ye burada yedik:) Peyniri de tuhaftı, ekşi ekşi:)


Toplanıp ayrıldık. Adanın tamamını görmeyi sonbahara havale ederek. Kısmet:)

İskeleye yanaşan vapöre atladık, bu kez az biraz daha sakindi. Heybeliada'yı pas geçtik. Ver elini Büyükada.

Onu da artık sonra yazalım.

Au revoir hanımlar beyler.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)