Sevgilim olacak beyefendiyle çıkmaya başladığımızda sağdan
soldan onun hakkında bana ilk sordukları hep şu oldu:
- Ne iş yapıyor?
Adını, yaşını, nereli olduğunu, hangi şarkıları sevdiğini,
spor yapıp yapmadığını, şiddete meyilli olup olmadığını... soran olmadı. (Yalan
yok, nereli olduğunu soran olmuştu. Toplumumuzda bu hâlâ önemli... kimi zaman
kanayan bir yara olabiliyor üstelik. Sonra konuşalım bunu, bir ara.)
Aynını ben de yapıyordum, yeni birisiyle tanıştığımda ya da
tanımadığım birinden bahsedilince ne iş yaptığını soruyordum evvela.
Bir süre sonra bu konu kafama takıldı. Bir insanı sadece
mesleği ile mi değerlendiriyorduk?
Tabii ki değil ama
işin büyük kısmını buna yüklüyoruz bu zamanlarda.
Hele ki toplumda geçerli olan bir meslekse ya da paralı bir
iş yapıyorsa; doktor, mühendis,hakim,
müteahhit, -ünlü- şarkıcı, futbolcu.... Artık o kişi gözümüzde otomatik olarak
yüksek bir yere konuyor değil mi?
Bu bir yanılgı oysa. Çoğumuz bunu bilsek de bu yanılgıya
düşmekten kurtulamıyoruz. ( Hatta ülkemizin en büyük sorunlarından biri bu bence. İnsana insanlığı nispetinde değer ver-e-meyişimiz...)
Alain De Botton'un
Çalışmak ve Mutluluk adlı denemesi
de tıpkı bunları söyleyerek başlamış.
"İnsanlar bir arada yaşamaya başladığından beri kurulan
tüm toplumlarda iş hayatın merkezine oturmuştu, ancak ilk defa bizim
toplumumuzda (modern toplumu kast ediyor) işin bir cezadan ya da keffaretten
farklı bir şey olabileceği dile getirildi. Bizim
toplumumuz, insanın maddi açıdan ihtiyacı olmasa bile çalışması gerektiği
fikrini beyinlere yerleştirdi." .....
Bundan sonra tarihte çalışmaya ne gözle bakıldığını
anlatıyor; Eski Roma ve Yunan'da iş, kölelerin
yapması gereken bir zorunluluktu. İlk hıristiyanlıkta ise Adem'in keffareti idi ki insanlar bu cezayı ödemek için
çalışıyorlardı ve bu karanlık düşünce sebebiyle iş koşulları sefillikten
kurtarılmıyordu*....
" Çalışmayı neşeli bir eylem olarak tanımlayan ilk
yaklaşım, Rönesans'ın İtalyan şehir devletlerinde, özellikle de kimi
sanatçılarında ortaya çıktı diyebiliriz. (Michelangelo ve Leonardo gibi) :
Çalışmak, özgünlük ve zafere giden bir yoldur. Bir ödev ya da ceza olarak
görülmeyen sanatsal çalışma sınırlarımızı aşmamızı sağlayabilir."
Burada şöyle diyerek alay
ediyor Botton: Bu görüş tabii ki
yalnızca elit sanatçı kesimi için geçerliydi.( Henüz kimse bir hizmetçiye
çalışarak benliğini geliştirdiğini söylemeyi akıl etmemişti, bunun için modern yöneticilik teorilerini beklemek
gerekiyordu)
18. yy sonunda bu görüş sanatsal olmayan çalışmayı da
içerecek biçimde geliştirildi. Çalışmanın sadece para kazanmanın aracı olarak
değil, insanın kendisi olmasının bir yolu olarak da tanımlandı.
Bu tanımda burjuva bakış açısının tipik bir özelliği
olduğunu söylüyor yazar: Zorunluluk ve mutluluğu uzlaştırma.
Bu yeni tanımın kabul
görmesiyle insanlar işlerini bir gurur kaynağı olarak görmeye başladılar, belli
bir adalet duygusuna göre iş dağılımı yapılıyordu. .... Maaşı iyi olan,
prestijli işlere ancak zeka ve beceri açısından üstün olanların sahip
olabileceği düşüncesi yerleşince, işimiz bizimle ilgili bir bilgiyi doğrudan iletir
hale geldi. (Benim dediğim yere geldik:))
İnsanların paraya bakışları da değişmiş bu durumda. Parayı
hor gören bir yapıdan, varlıklı olmanın kutsanmış olmanın bir göstergesi
sayılmasına geçilmiş!
Bu tarihi özetten sonra gelelim işteki memnuniyete...
Modern çağın çalışmaya bakışında sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor, bunlardan biri de çalışılan işten
duyulması gereken mutluluk. "Neredeyse tüm iş kollarının vermesi gereken
mutlulukla gerçekte verdiği tatmin arasında dağlar kadar fark olduğu
görüldü."
Kısaca yazarın "önerisini"
yazıp bitireyim, ama yazının tamamını okumakta fayda var.
" Bu fark normaldir ve çalışırken mutlu olmamız
gerektiğini düşünerek kendimize eziyet etmektense işten beklentilerimizi düşük
tutmakta fayda vardır."
Marx'tan dem vurarak
devam ediyor yazar. Günümüzde işçi
(çalışan) ekonomik düzenin sadece bir aracı olduğu için bunu kabullenmeli ve
hayalkırıklıklarının getireceği üzüntüyü böylece azaltmalıymış... (!)
"Çalışmanın bize
mutluluk vermesi gerektiği düşüncesinden vazgeçersek iş hayatımız daha
katlanılabilir hale gelir" diyerek bitirmiş Botton.
Ne âlâ diyerek de ben bitiriyorum. Gece gece başka yorum
yapamiycim ama size yorum serbest, döktürün:)
Au revoir canlarım .
*(Bizim bu taraflarda nasıldı acep? Bir "Boş duranı Allah sevmez düsturu var ortadoğuda ama evveli yine kölelik filan değil miydi?)
Çalışmak bize mutluluk vermeyecekse niye çalışalım o işte? Nefret ede ede çalışılır mı? Değil çalışmak, nefret ettiği bölümde okumak bile eziyet. SBiz özellikle kocakarılar meraklıyızdır, illa öğreneceğiz kocanın ne iş yaptığını:)))))))))))
YanıtlaSilDeğil mi? Berbat bir şeydir bu. Ya işin ağırdır, ya çalışma arkadaşların haindir, ya patronun, ya da hepsi bir arada. Bu devirde severek yapacağın bir işin varsa dünyanın en iyisi sensindir diye bir laf var ya, o durum işte. Fakat kapitalizm lehine dönen yazarımız nefretten ziyade az sevilse de iş iştir, bunu çok kafaya takmayın, hayatı başka yönlerden tamamlayın mı demek istedi acaba? Oruçlu iken okuyunca tam idrak edemedim:) Ama onun önerisini bizim gibi az gelişmiş ülkelerde ciddiye alamıyoruz değil mi? Yani onların iş ortamlarının asgarileri ile bizimkiler arasında dağlar kadar fark var...
Silniyet olunca fazla dökülemiyorum.
YanıtlaSilama erciyes mezunu olan ben bu nörüyon'u çok dinlemiştim.
yazını sahur da okuyacağım.
Allah kabul etsin niyetini:)
SilVay, sen kayseri bebelerinlen mi okudun, gadanı da almışlardır senin.
Beklerim yorumlarınızı hacım:)
Oruçlu kafayla da olsa doğru anlamışsın Narda. Bana yabancı değil yazdıkları sosyoloji mezunu biri olarak.Bu arada ne güzel kendinle harmanlayarak yorumlamışsın ben pek sevdim bu yazını. Arada dostlara okuyacağım da kesin,en azından lafını edicem yazının.Eyvallah ;)
YanıtlaSilSenin ve Telve'nin sebebine ben de sosyloji okuyacam; ama sınav mınav beni bozar, kafama göre takılacağım ben :p
SilTeşekkür ederim, ah ah ben şu blogu bir yüzde yüz kişiselleştirebilsem bak neler neler anlatıcam :p
Çocuklarıma hep diyorum, en sevdiğiniz şeyi bulup onu işiniz yapın. Parası, şuyu buyu önemli değil. Severek yapıyorsanız zenginsiniz demektir. Aksi halde açık hava cezaevinde geçiyor gibi günün bitirip akşamki iki üç saate sıkıştırmak hayatı mutsuzluk veriyor.
YanıtlaSilZor bir şey bunu başarmak. Zor mu?
Silne kadar dolu bir yazı olmuş , emeğine sağlık. Sistem bu hale getirdi diyeceğim de , sanki insanlar sistemi bu hale getirmekte daha üstn gibi
YanıtlaSilsistemi besleyen parçalar olduk.
Sil