Ufaklı tefekli kafelerden birinin gölgeli masalarından
birine geçip "iki çay söyledik
orada". Alan küçük olunca iki
masa sandalye atmışlar yan yana, haliyle dip dibe oluyorsunuz. Benimki
ihtiyaten oturabilir miyiz diye sordu yan masamızdaki beye. İngilizce
"Elbette, hele yanınızda bir hanımefendi varken" diye cevap alınca vay be dedim
Avrupalılık böyle bir şey olmalı :)
Acelemiz olduğundan uzunca sohbet edemedik ama peltek
Türkçeyle "ben komsu, Yunan" diye kendini tanıttı. Beyimiz dedi ki
günübirlik ya da hafta sonları Bulgaristan'dan Yunanistan'dan gelen giden çok
oluyormuş, dikkat edersen hep Bulgarca duyarsın buralarda. Makuldür dedim
ben de cevaben.
Çaylarımızı içerken fotoğraf ve telefonlarımızla fazla
uğraşmayıp günün tadını çıkaralım dedim. Biraz uyduk bu kararımıza, bizimki
profesyonel makina ile çektiği için onu çok engellemedim ama. Bu yazı için fotoğraf istedim ama
istediklerimi vermedi hain:)
Çaylardan sonra, kılavuz ufak ve sıradan bir çarşı olduğunu
beyan etse de Ali Paşa Çarşısı'na
girdik. Selimiye ziyareti için eşarp
koymayı unutmuştum çantama. Beş liraya şık bir eşarp aldım. Vakit sınırlı
olunca oyalanamadım tabii. Yoksa biz kadınlar severiz böyle incikli boncuklu
yerlerde dolaşmayı:) 2.5 liraya da bir ahşap Edirne magneti aldım, illa somut
bir hatıra olsun istedim.
Çarşıdan caddeye doğru çıkınca Selimiye zaten görünüyor.
Bahsettiğim yerler aynı meydanın çevresinde zaten. Yakın yerler.
Selimiye'nin hemen yanıbaşında Üç Şerefeli Camii vardı ama onu ziyaret etmek istemedim. Vakit de -biliyorsunuz
artık- dardı:)
Selimiye'nin bulunduğu alanda çevre düzenlemesi olacağını
bildiren yazıları görünce ne hikmetse düzenleye düzenleye bitiremiyorlar böyle
yerleri diye aklımdan geçirdim. Harput Kalesi, Üsküdar'daki adını şimdi hatırlamadığım camii... farklı yıllarda gördüğüm bu yerler hep düzenleme içindeydiler... Şimdi gitsem yine
aynı haldedirler eminim:)
Neyse. Girişte sizi " Hayde bre kızanlar!" diyerek
karşılıyorlar:
Sonra falıma bakmak isteyenlerden kısa yoldan kaçmak için
bir cümle kurdum:)
Dilenciler, fotocular, turla gelenler.... turistik her yerde karşılaşabileceğiniz
çeşitlilik...
Camiye giriş arastadan.
İlk kez böyle bir giriş gördüm tarihi camilerde. Serin ve loş merdivenlerden çıkarken bir
şeyler düşündüm...
Camii... düşündüğümden çok daha sade çıktı. Sade ama sofistike. Selimiye'nin özel olması
hakkında internette şu yorumları buldum : "Mimar
Sinan'ın "ustalık eseri" Selimiye Camisi, serhat boyunda yıllara
meydan okumaya devam ediyor.
UNESCO'nun 2011'de ilk kez bir
camiyi kültürel eser listesine almasıyla dünya çapındaki ünü daha da artan Selimiye
Camisi, barındırdığı özellikleri ve ihtişamlı yapısıyla dikkati çekiyor.
Türk-İslam sanatının zirvesi, Mimar Sinan'ın "Ustalık eserim" dediği
Selimiye Camisi, bünyesinde birçok ilki barındırıyor.
Mimarlık biliminin çözmekte güçlük
çektiği 8 sütuna dayalı kasnak tekniğiyle tek kubbe şeklindeki cami, bir kalem
şeklinde semaya uzanan ve Delhi'deki Kutb-Minar'dan sonra en yüksek minare
özelliğini taşıyan 85 metrelik minareleri, hünkar mahfili, mermer kaplı
minberi, çinileriyle ziyaretçilerini büyülüyor.
Selimiye Camisi, aydınlatmasının
sağlandığı çoklu pencere sistemiyle de bir çok camiden mimari anlamda
ayrılıyor.
Camiye yüklenen anlamlar
Dönemin teknolojisi düşünüldüğünde
"imkansız" denilen birçok mimari tekniğin başarıyla uygulandığı
camide detaylar da dikkat çekiyor.
Tek kubbeli olmasının Allah'ın
birliğine yorumlanması, dört minarenin dört halifeyle özdeşleştirilmesi,
pencerelerin beş kademeli oluşunun İslam'ın şartlarını simgelediği, dört vaaz
kürsüsünün dört mezhebe işaret ettiği ve minaredeki 12 şerefenin namazın 12
farzı olduğuna yönelik inanışlar hala canlılığını koruyor.
İnşasına 1568'de başlanan ve 7 yılda
tamamlanan Selimiye Camisi'nin temelinin oturması için 2 seneye yakın
beklendiği de rivayetler arasında yer alıyor.
Bu arada tarihçiler, hastalığı
nedeniyle vefat eden ve caminin açılışını göremeyen 2. Selim'in, ihtişamlı
camiyi İstanbul yerine neden eski başkent Edirne'de yaptırdığını ise değişik
şekillerde açıklıyor.
Avrupa'ya yapılan seferlerin
artması, 2. Selim'in şehzadeliği sırasında vaktinin çoğunu Edirne'de geçirmesi
ve kentin Rumeli'nin kapısı olarak görülmesi bu açıklamalardan bazıları. (http://www.trthaber.com/haber/kultur-sanat/mimar-sinanin-ustalik-eseri-selimiye-243513.html)
Bunları okuduktan sonra, tekrar gidersem daha dikkatli
bakacağım :)
Hayli kalabalıktı. Camiden
çıkıp aşağı indik ve hemen dibindeki arastanın çay bahçesinde çay içtik. 2 liraydı
çaylar. Lezzetliydi de. Kılavuz beğendiyse sorun yok :)
Kılavuz, ağaçların güzel gölgesinde lezzetli çayı bulunca
yayılıyordu ki engel oldum; istikamet Meriç.
Hava sıcak olduğu için ilk plan yürüyerek gitmek yerine
dolmuşa binsek mi dedim. Malum onun yakın dediği yol ile benim yakınım farklı :)
Birilerine sorunca gerek yok, yürüyerek beş dakika
bile sürmez varmanız deyince ikna oldum.
Önce Tunca nehri ve
üzerindeki köprüye varıyorsunuz.
Faytonlar, bisikletliler, yayalar, motorlu araçlar...
curcuna...
Daha sonra Meriç...
Sağlı sollu lokantalar, düğün ve eğlence salonları.... ile çevrili...
bir mesire alanı olmuş buralar... Öğretmenevinin ve karşı kıyıda da Belediyenin
lokalleri var ayrıca. Kılavuz bizi Edirne Belediyesinin yerine götürdü.
İyi ki de götürmüş. Canlı müzik çok güzeldi: klarnet, flüt,
keman, gitar ve çello ( ?) Son dört
parçaya yetişmişiz.
Kılavuzumuz keman çalanı da tanıdı arkadaş:) Trakya dediğin
el kadar yer:) Grubun başı da kemancıydı
zaten. Barış Akarsu'ya benzettim çok. Trakya Oda Orkestrası oluşumunda çok
konserler vermişmiş burada. Benimki klasik müzik hastasıdır da. Ben de her gün
türkü dinliyom son ses:)
Menüde sıcak soğuk içecekler dışında tostlar vardı. Küçük çay 1.5 liraydı. Türk kahvesi 5 lira diye hatırlıyorum şu anda.
Kıyıya bir şeyler yapıyorlar ama ne olduğunu çözemedik. Bazı ağaçların eksildiğini söyledi kılavuzum. |
Köprü üzerindeki dinlenme mahfillerinden tavan detayı: kalem işleri |
Geride, köprü üstündeki dinlenme alanlarında padişahlar durup kahve içerlermiş. Yanımdan geçen biri ötekine anlatıyordu. Onun yalancısıyım. |
Irmakları çok severim, fakat çamurlu- bulanık ve donuk
olmamak kaydıyla. Bu anlamda Tunca ve Meriç ölü gibiydiler gözümde ama yine de
sevdim. Elbette bizim ülke olarak tabiata saygımız sonsuz ve göz zevkimiz
fevkalade güzel olduğu için çevre düzeni ve temizliği açısından hiçbir eksik yoktu
(!)
Dönüşte Saraçlarda bir çay daha içmek isteyen beyimiz
sebebiyle otogara geç kalışımızdan ilk yazıda bahsetmiştim. O haftanın son
aksiliği bu değildi ama Allahtan pazartesi günü Mars, yıldız evimden çıktı:)
Güzel bir gezi olmuş aslında geriye bakınca, şimdi bir gece kalsa mıydık diye
hayıflanıyoruz hatta.
Tunca ve Meriç nehirleri ne kadar güzel, bunların üzerinde gezi teknesi hatta tek kişilik, çok kişilik kano ne iyi olur. Caminin mimarisi muhteşem.
YanıtlaSilSandallar vardı aslında. Sanırım kiyidaki işletmelere aitti.
Sil