METİNLERARASILIĞIN MEŞRUİYETİ HAKKINDA KENDİ KENDİNE BİR KONUŞMA



Umberto Eco'nun 50 bin adet kitabının olduğu ve geçtiğimiz aylarda bir "liste" müzesi açmasına dair bir   haberin* ardından şöyle düşündüm: Eco, işini bilen bir yazar.

Onca kitabının olması ve çoğunu -yeri geldikçe okuyacak diyelim- okumuş olması… Sonra yazdığı zengin metinleri okuyoruz. Göndermelerini, kaynaklarını belli etse de, yahut (yine o tatlı kurnazlığıyla) okuru iyi ve sıradan diye ayırıp göndermelerimi anlayabilen zaten iyi okurdur ve benim nelerden alıntı, nelere gönderme yaptığımı, nelerden esinlendiğimi bileceklerdir demeye getirmesi… Ama sonuçta yazdığı metin, onun başarısı oluyor.


Şimdilerde postmodernizmin içine yerleştirilen ve Eco'nun kulaklarını çınlatmama neden olan kavram metinlerarasılığı düşünüyorum. "Kabaca iki ya da daha çok metin arasında bir alışveriş, bir tür konuşma ya da söyleşim biçimi olarak anlaşılır ve tanımlanır. Kavram genel anlamıyla bir yenidenyazma (réécriture) işlemi olarak da algılanabilir. Bir yazar başka bir yazarın metninden parçaları kendi metninin bağlamında kaynaştırarak yeniden yazar." demiş K. Aktulum metinlerarasılığı tanımlarken. 

Metinlerarasılık da herkese göz kırpan, işveli kavramlardan. Gönderme yapma, alıntılama, esinlenme ya da düpedüz intihal, bu güzelin nereleridir? Bu hamur çok su götürür de, "Ben yazdım oldu" halini   meşru göstermeye yarayan bir şey olmasa bari! Bayan Kristeva 1966'da bu kavramı ortaya atarken muzipçe gülmüş müydü acaba?

Öte yandan, yirmi yıl önce, notlarım arasına, La Bruyer'e (1645-1696) ait olduğunu yazdığım şu sözün gerçekliğini nereye koymalıyım: "Şu mavi gök altında söylenmedik söz kalmamıştır." O halde her metin metinlerarası olarak doğmak zorunda?

Örnekse, Âdem ile Havva dediğimizde bile pek çok metni, meseleyi, fikri… arkamıza almış oluyoruz. Yazdığımızda, bu birikimi ister istemez metnimize katıyoruz. 

Sadece kendi ülkemizin edebî  birikimi değil, dünyanın birikimi de ardımızda. En azından ortalamanın biraz üzerinde de olsa bir okursanız. Kaldı ki  modern sonrası bir dönemde, bin yılların birikiminin üzerine doğuyor artık her birey. (Gerçi dönemin teknolojisi ve hızı, bu birikime ulaşmamızı kolaylaştırırken, parçalanmışlığı, birey odaklılığı ve popülist tavrı bizi o birikimden uzak da tutabiliyor. "Azık" kelimesini annesinin ağzından duyduğunda "Ne demek o?" diye şaşırıp kalan 15 yaşındaki kuzenim için, onun yaşındayken tüm Sait Faik kitaplarını okumuş olmamın pek bir anlamı yok.)

Pinokyo'nun burnunun yalan söyledikçe uzaması, artık yeğenlerimle vakit geçirirken onlara anlattığım bir masal öğesi değil, onların açığını yakalamada   kullandığım bir  "araç":  

-Sen mi döktün? 
+ Hayır.
- Sen yapmışsın, yalan söyleme, bak burnun uzadı.

Masalı dinlemiş kadar büyükler ama söylediğimin imkansızlığına itiraz edemeyecek kadar küçüklerse bir itiraf alırsınız. Yok, bilgi ve mantık işlemcileri artık gelişmişse suçunu kabullenir bir sırıtmayla karşılık verirler.

Edebiyatın güzelliklerinden biri bu. 

Başka bir örnek: En basitinden, 15-25 yaş arası hep şair**lan  bu toplumun fertleri olarak bizler, Leyla ile Mecnun'u şiir ya da yazılarımızda pestilini çıkarana kadar kullanmıyor muyuz? Sevgili, yâr kelimeleri yerine sadece Leyla demek yeter. Bunu bir "klişe" olarak bile kabul edebiliriz artık.

Daha ileri bir boyuta gittiğimizde, yazmak için masaya oturduğumuzda işin rengi değişiyor. Doğrudan başka bir yazıyı, bir meseli, hikâyeyi, kitabı, kendi yazımıza, hikâyemize, kitabımıza katmak ortaya çıkıyor. (Düpedüz çalmayı konu dışı  bırakarak)  Neyi, niçin, ne kadar, nasıl kullanacağım?.. İşte yazarlık da bu noktada devreye giriyor. Göndermeleriniz yerinde mi? Ya da o metni ne diye andınız, anıştırdınız? Ondan istediğiniz ne, size ne konuda hizmet edecek? Yaratıcılığınızı konuşturarak bambaşka bir yönünü mü göstermek istiyorsunuz? Vs. vs…


Metinlerarasılıkta çok önemli bir nokta ise hitap ettiğiniz okurun, sizin göndermeler yaptığınız metinleri bilip bilmediği. Eğer okuru, sürekli hiç bilmediği metinlerle başbaşa bırakırsanız haliyle onu kendi metninizden uzaklaştırırsınız.  Bu yüzden okur profili önemli, metinlerarasılıkta. Ya çok üst  seviyede (gönderme yaptığınız tüm o metinleri bilen), dolayısıyla az sayıda bir okura hitap etmeyi göze alacaksınız ya da Eco gibi bir  "dengeli yol" tutturacaksınız .


....................................................
* Haber  Ocak 2013 tarihliydi.
**Tabir Nazan Bekiroğlu'na ait.




5 yorum:

  1. Canımm merhaba eline sağlık.Çok güzel açıklamışsın.keyifle okudum.Umarım iyisindir.Çok öptüm.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "İyi okur"lar belli oluyor :)

      Sağol, memleket meseleleri elverdiğince iyiyim:)

      Sil
  2. Aman iyi ol canım benim her zaman çok optum:)

    YanıtlaSil
  3. La uzatma lafı, eveleme geveleme başlatma metinlerarasına, Aktulun'a... yaz işte, kasma.:P
    (Not:U. Eco öyle demiyor çarpıtma adamın lafını.)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kısasını sen yaz biz okuyalım.

      Eco öyle dedi, en azından benim "yorumum" o yönde :p

      Sil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)