Bu sabah dikkat ettim, hepsi peş peşe gelmiş, “tesadüf” işte. Okuduğum son kitaplar ölüm-hayat- umut/umutsuzluk, kader… temalarında; Belâ, Derin İnsan, Kafka ve nihayet H. Böll’ün Trenin Tam Saatiydi.
Büyük yazarların en az iki kitabını okumak düsturuna riayetimden dolayı K.Blum’un Çiğnenen Onuru’ndan sonra raflarda görünce alıvermiştim bu kitabı. 2 aydır bekliyordu, pejmürdeleşen kitaplığımda.
Kitabın adı: Trenin Tam Saatiydi
Yazarı: H. Böll
Yayınevi: Bilgi
Basım yılı: 1972
Çeviren: Zeyyat Selimoğlu
Açıkçası savaşı – her ne tarzda olursa olsun- konu edinen kitap ve filmlerden uzak duruyorum epeydir; moralim bozuluyor, geçmiş bir yana şu an savaşın, terör ve şiddetin kucağında olanları düşündürtüyor. Kitabı ertelememin bir nedeni de buydu sanırım. Ama Böll beni bir kez daha hayran bıraktı, bir birkaç günlük bir tren yolculuğu ile koca bir savaşı,bu savaşın insan üzerindeki tesirini anlatıverdi.
Şu romanda atmosfer yaratmak meselesini daha iyi anlıyorum galiba; yani işlevini; sanki o savaş günlerinde, o pis, soğuk trende, üzerimde yağlı üniformayla ben dolaştım o soğuk istasyonları…
Evet, bu pek de uzun olmayan roman, Andreas adlı erin, izinli trenine binişiyle başlıyor. Binerken bir papaza cevaben ağzından dökülen cümlenin kaderi olduğunu yani bu yolculuk bitmeden öleceğini anlıyor Andreas, bunu biliyor, biliyor işte!
“Görünüşte laf olsun diye söylenmiş bazı sözler birdenbire hileli bir havaya bürünür. Ağırlaşıp garip bir şekilde hız alarak gelecek zamanın herhangi bir bölümünde yer açmak üzere, konuşandan öne geçer, hedefini muhakkak bulan bir bumerang gibi korkunç, konuşana geri döner yine.(…)”
Trende iki askerle tanışıyor; Sarı ve Willie. Onların da kendilerine göre hikâyeleri var, savaşın açtığı o kötü yaralardan var onlarda da…
“ İyi ki, diye düşünüyor, yalnız başıma değilim. Hiç kimse dayanamazdı buna tek başına. Kâğıt oyununu kabul edip şu ikisini tanımış olduğu için sevinç duyuyor. (…)”
Ne yaptığının farkında değil, düşünemiyor bile, hiçbir şey kontrolü altında değil artık, tek düşündüğü öleceği gün ve yer…
“ Çarşambadan beri biliyorum…hiçbir şey yapmadım farkındayım, her zamankinden fazla dua da etmedim. Kâğıt oynadım, içtim, iştihayla yemek yedim,uyudum. Hem çok, pek çok uyudum, zaman öne geçti, zaman hep öne geçiyor, yirmi dört saattir oturuyorum. Hiçbir şey yapmadım: Öleceğini bilen bir insanın yapacağı şeyler vardır, günahlarının affını dilemek,dua etmek, bol bol dua etmek, oysa ben her zamankinden fazla dua etmedim.(…)
Yolculuklarının bir yerinde Willi onları bir randevuevine götürüyor, Andreas burada Olina ile tanışıyor. Üç buçuk yıldır ağlayamazken Olina’nın yanında ağlıyor, piyano çalarken…
Ve roman bir olayla son buluyor. Hadi sonunda ölüyor mu ölmüyor mu söylemeyeyim, belki okumak isteyenler olur.
Savaşın dehşetini ve atmosferini anlatan kitaplar arasında Boyalı Kuş-Jerzy Kosinski de güzel bir örnektir, hernekadar okunması elzem kitaplar arasında olmasada :))
YanıtlaSil