Cihat Burak
(1915-1994) mimar ve ressam olarak tarihimizde yerini almış bir isim. Bendeki yeri de maalesef ismendi. Resme neden
bu kadar uzağız (şimdiki) toplum olarak diye düşünmüşümdür sık sık.
Sinema,tiyatro,konser…bunlar iyi kötü ilgi görür de resim sergilerine filan
daha az gidilir sanki? Doğru dürüst ressamların çıkmayışından mıdır? Kendim bile resmi çok sevdiğim halde Türk resim tarihiyle ilgilenmemişimdir misal.(İslam dinindeki tasvir yasağını öne sürecekler
içinse naçizane Beşir Ayvazoğlu'nun
Aşk Estetiği kitabını öneririm)
Neyse efendim, Cihat Burak'ın 1992 Yunus Nadi Ödülü (Nasıl bir ödüldü bu aceba?) almış, anılarını
öyküleştirdiği kitabı Yakutiler.
Sahafta denk geldim ve almış bulundum.
Kitabın artısı, yazarın yaşadıklarını
anlatarak bir nevi kişisel tarih yazmış olması. İstanbul'un kendi çocukluk ve
ilk gençliğine göre geçirdiği değişimlerden tutun da genelev alışkanlıklarına,
mimar gözüyle değerlendirilen yapılardan (bkz. Ece Ayhan'ın şiirinde de,Sait Faik'in bir yazısında da geçen Çanakkaleli Melahat nam-ı esas genelev mamasının yaptırdığı mermer bina :)) Paris anılarına, politik düşüncelerine
dek, bohemliğinin birçok şeyini açık yüreklilikle, biraz da üstten
bakarak yazmış Burak. Başarılı, ilginç,yaşanmış öyküler olmuş hepsi.
Bir
kez daha kanıtlanan ise şu oldu: Türkiye'nin
şu an içinde bulunduğu ahlaksız kapitalizmin, insana değer vermeyişin temelleri ta o zamanlara
dayanıyor. Çözülme, yakın bir tarihe ait değil. Cumhuriyet dönemini, az
öncesini anlatan her anı-kitapta benzer şikâyetlerin altını çiziyorum ve bir
toplumun,bir gecede ya da birkaç yılda çözülüp bozulmadığını anlıyorum.
Dolayısıyla toparlanması da o kadar kolay olmuyor. Bunu gördükçe ülkem ve genç
nesilleri için kaygım artıyor…
Ahlaksızlık derken herhangi bir dinin,toplumun kurallarından
ziyade "insana" değer vermeyişin de altını çiziyorum burada. Kim ne
derse desin ahlakın ortak ve temel bir tanımı yapılabilir ve bu önce insana
değer vermektir. İnsanı daha başta sadece insan olduğu için değerli ve şerefli
olarak kabul ettiğiniz an bir şeyler yoluna girecektir bu ülkede… -izm'leri değil de "Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü" güzelliğine varmanın ya
da oradan yola çıkmanın enginliğini düşünerek yazmayı bırakıyorum…
Bir not: Yukarıda link verdiğim Ece Ayhan hakkındaki blog yazısını ben gibi Ece Ayhan bilmeyenler için öneririm.
bu yüzyıllardır dile getirilen bir öğreti aslında. ben oldum olası hazzetmem "herkesi sevelim, herkese kucak açalım" felsefesinden. yapmacık gelir. şeytan ile meleği (ki şeytan da bir melektir aslında ama bu konumuz dışı) aynı anda ve aynı oranda sevmek, samimiyetsizliğin ya da şuursuzluğun göstergesidir bana göre. "kötüyü niye seveyim kardeşim, birilerini de sevmeyivereyim" der çıkarım işin içinden. ama bu, o insanlara kötülük edeceğim anlamına gelmiyor tabii -her ne kadar bazen hak ettiklerini düşünsem de-. bence ahlak tam da burada başlıyor. sevmesek de, uzak dursak da, o kişiyi yok etmeye, kişilik haklarına saldırmayı seçmemekle...
YanıtlaSilahlak, dinle ya da benzeri bir şeyle alakalı değil. öyle olsa bütün dinsizler ahlaksız, kötü niyetli insanlar olurdu. bu sadece dindarların(!) uydurması :)
dipnot 1: (dindarlar kelimesinin yanındaki parantez içi ünleme dikkat çekerim :p)
bir gün gel de görüşelim, iki sohbet edelim alla allaaa...
dipnot 2: (buradaki isyana da dikkat çekerim :))
dipnot 3: öperim :)
Yunus'un dediği işte senin dediğindir aslında, sevmek derken incitmemek,hor görmemek...kalenderilik gibi...Yoksa Hz. İsa'nın sana tokat atana diğer yüzünü de çevir şeklindeki öğretisi değil...
SilAhlaklı olmak insanların birbirleriyle sağlıklı iletişebilmesi için de gerekli bence, temel bir basamak...
not 2'ye cevap: Gelcem gelcem, face den mesaj at bana ne zamanlar kedi'desin.
not 3'e cevap: ben daha çok öperim :p
Taam da o "yasak" tan kaynaklanıyor aslında. Konu (resim) uzmanı olmasam da genel olarak klasik dönemde sanatın, aslında Tanrıya ulaşma, tanrıya adanma merkezli olduğu düşünülecek olursak, başta resim sanatının dini mekanların süslenmesine hizmet ettiğini de görürüz. Aynı durum, aslında İslam dininde de geçerlidir. Camilerin süslemeleri, dini içerikli kitaplarda kullanılan teknikler v.b. Tasvir sanatının yasaklanması sonucu, resim ve sanatı cami ve dini mekanlardan uzak kalmıştır. Bu da bu sanatların halktan kopmasına sebep olmuştur. Hele heykelk sanatı doğrudan put yapıcılık olarak kabul edilmiştir ki bu zaten başlı başına büyük bir sorundur. O yüzden, resim ve heykelin benimsenmeyişi uzak kalışı çok da şaşırtıcı bir durum değildir.
SilKapitalizm, doğası gereği ahlaksızdır. Bu da ne Türkiye'ye özel ne de bir başka ülkeye özgü bir durum olabilir.
Ahlak, aslında ilk insanın düşünmeye başladığı ve varlık sorunu üzerine kafa yorduğu günden beri tartışılan bir fenomendir. Din de zaten, etik soruna normlar demeti olarak çözüm bulma iddiasıyla ortaya çıkan bir olgudur. Elbette daha sonraları buna iktidar aracı olarak kullanılması da eşlik etmeye başlamıştır ama kadim çağlar düşünüldüğünde temel yaklaşımın "etik" kaynaklı olduğu görülür.
Dipnot: C.tesi tam mesai yapıyor.:))
bilmediğim birşey söyleseydin :)Puta tapmaya dönüş endişesiyle ilk dönemler özellikle bu yasakların konması gayet mantıklı. O kitaba bakarsan daha iyi, şu an elimde değil. Neyse.
Silhaftaya gelebilirim sanırsam,yarın yataktan bile kalkamayabilirim zira :(
Bilmediğini kim söyledi? Tıpkı benim Ayvazoğlu'nun kitabını okumadığımı kimse söylemediği gibi. Ayvazoğlu kendi ideolojik penceresinden çıkış bulmaya çalışıyor sadece. Kitabın eleştirisine girmedim, konu o değil. Ama bunları biliyorum dedikten sonra konunun yasaklama ile ilgisi yok, dediğin anda olmuyor işte, eleştiri geliyor anında.:) ELbet yasak tek başına gerekçe değildir ama en önemli sebeplerden birisidir.
YanıtlaSilDipnot: Üst düzey ressamlarımız da var ayrıca.:P
ilgisi yok anlamında değildi o ama uzun yazmıyorum biliyorsun,zaten şimdi de hiç halim yok. bu gidişle hastaneliğim :(
Sil