Güzel bir hikâye kitabı ile daha karşılaştım,arka arkaya iyi oldu bozuk moralim için. (Gerçeği söylemek gerekirse nükseden hafif şiddette depresyon)
İlk basımı 2003’de (YKY) yapılmış bu kitabın bendeki baskısı 2010, Can Yayınları.
Üçü uzun olmak üzere dört hikâye var Taş- Kağıt- Makas’ta. Hemen söyleyeyim ben olsam kitabın adını Suzan Defter koyardım, Taş-Kağıt- Makas değil. Kitaptaki en uzun (rahatlıkla minyatür bir roman diyebiliriz) hikâye Suzan Defter. Bilindik tarzda kırık hayatlar ama güzel anlatıldığı için hiç mi hiç sıkmıyor diye hemen de yorumumu yapayım.
Dört öykünün de temel çekirdeği (belki çıkış noktası) psikiyatrik bozukluklar üzerine kurulmuş: Kaybetme korkusu ( ki ilk hikâyemizin tastamam adı da bu), zararsız gibiymiş görünen bir taklit oyununun bir çiftin evliliğinin felaketle sonuçlanmasına (başka sorunlarla birlikte) sebep olması, cinsel sapkınlık (sübyancılık), ve çok sevdiği ağabeyini, sevgilisi ya da eşi vb. ile paylaşamayan bir kızkardeş…
Kaybetme Korkusu 5 bölümden oluşuyor, Avlu ile başlayıp yine Avlu’ya dönüyor. Daha üçüncü sayfada Rear Window ile olan göbek bağı dikkatimi çekti: İpsiz sapsız (benim tabirimle) insanların yaşadığı dairelerin baktığı bir arka avlu tasviri… İçindeki “kötücüllüğü” ve kendi gibi “kötücül avluyu, insanlarını” gizlice izlemekten duyduğu zevki itiraf eden yazarımız “korkunç bir şeye” tanık olur bir gün. Derken “korkunç şeyin” öznelerinden biri kapısını çalar bir akşam ve başlar ağlayarak hikâyesini anlatmaya. Hikâye içinde anlatılan bu hikâye bana daha inandırıcı ve yakın geldiyse de bir masal havası da eksik değildi. Tamamen farklı bir hava tercih edilmiş diyelim buna. Lakin avluda yaşayan insan tiplemelerinden çok uzakta olduğum (tanımadığım, böyle hayatların olabileceğine inanmak istemediğim ) için içine giremedim, ve dediğim gibi Rear Window’u izlemiş biri olarak benzerlik (muhtemelen bilinçli bir tercihti ama ) hoşuma gitmedi :)
İkinci hikâyemizin adı Taş-Kağıt-Makas. İnandırıcı gelmese de anlatım ve akıcılık çok güzeldi. Liseden arkadaş iki adamın yıllar içinde birkeç kez karşılaşmaları ve bir yangının gizeminin anlatılması, böylece bir hayatın gizeminin çözülmesi desem çok basit bir cümle olacak ama bırakayım dağınık kalsın:)
Fehime’de, Fehime ve kardeşi Taha’nın bir Amerikalı turist tarafından –işbirlikçisi Türk “abi” sayesinde - kaçırılarak tecavüze uğramaları, Fehime’nin dilinden, bilinçakışı tekniği ile anlatılmış. Konusu bakımından zaten tokat gibi olan, kitabın en kısası bu hikâyeyi bir çırpıda okudum.
Gelelim Suzan Defter’e: Ekmel Bey ve Derya’nın günlüklerinden birkaç haftayı okuyoruz burada. Sürekli kendilerini,ailelerini,geçmişlerini irdeleyen ve kendilerini eve kapatmış olan Ekmel Bey ve Derya bir şekilde karşılaşırlar ve Ekmel Bey’in teklifi üzerine Derya hergün Ekmel Bey’in evine gelerek konuşmaya,arkadaşlık etmeye başlarlar. Bir nevi konuşma terapisidir bu onlar için. Ve konuştuklarını günlüklerine yazarlar her akşam. Yalnız Derya kendisini ağabeyinin ilk aşkı Suzan olarak tanıtır ve hikâyeyi Suzan’ın ağzından anlatır, ona yaptığı haksızlığı da itiraf etmiş olur böylece. En sevdiğim öykü bu oldu. Ayfer hanım bunu tek başına yayımlasaymış bile olurmuş bence . Yalnız iki günlüğün birinin solda, diğerinin sağda yazılarak verilmesi okuyucuya sıkıntı vermekten başka bir işe yaramamış. Evet ilk başta “N’oluyoz ya, kim,neyi anlatıyo?” deyip bir şaşkınlık yaşıyoruz ama beş-altı sayfa sonra keşfediyoruz. Dediğim gibi sadece eziyet. Gerçi benim gibi yapmayanlar yani hem sağı hem solu birarada okumayacaklar için daha az zahmetli olabilir ama sanmıyorum.
Konuları böyle kabaca özetledim ama dediğim gibi güzel cümleler,buluşlar,detaylar var Ayfer Tunç'un anlatımında.
İyi bir kalem Ayfer Tunç. Son kitaplarına bakıp kararımızı pekiştirmek umuduyla herkese iyi günler efem.
Not: Bir internet sitesinde kitap hakkında bir yazı gördüm. Orada Taş-Kağıt-Makas hikâyesinde çiftin çocukları olduğunu ve problemlerin böyle başladığını yazmış yazıcı. Dikkatinden kaçmış, çiftin çocuğu olmuyor, bir gün kadın kocasına bir kız çocuğu edasıyla cevap veriyor. Oyun böyle başlıyor,derken koca erkek çocuk gibi konuşup davranıyor, bir gün baba-kız oluyor çift, bir gün ana-oğul. Tekrar bir çift olamıyorlar. Ve dipte yatan problemler açığa çıkıp daha derinleşiyor…
Aman kardeşim! Depresyona falan girmeyin. Zaman her şeyin ilacı. Kendimizi germeye gerek yok.
YanıtlaSilTecrübe konuşuyor :) Hiç faydasını görmedim durup durup sıkıntıya girip hep o sıkıntıyı düşünmenin. Bir şekilde geçiyor. Boşveeeer!
Taş-Kâğıt-Makas'ı bir çırpıda okumuştum ben de. Suzan Defter hikâyesi insanı sarıp sarmalayan bir atmosfere sahip. Hani öyle ki insan o hikâyenin kokusunu bile duyabiliyor.
YanıtlaSilHatırlamak gülümsetti, teşekkürler:)
Kalemzade, haklısınız da... bir "da" var :)Beni kendi halime bıraksalar hiç sorunum yok aslında:) Teşekkür ederim.
YanıtlaSilEna, hakikaten başarılı bir atmosferi var hikayenin. Yakalıyor insanı. Ben de teşekkür ederim:)
kitap yazılarımda okudun mu bilmiyorum ama son üç yılın en iyi romanı olarak yeşil peri gecesini seçtim.
YanıtlaSil:)