KİMSE GİREMEZ
Kimse giremez yazıp astım kalbimin kapısına.
O gül yüzlü girip oturdu baş köşeye.
Güldü. Ben okuma bilmem, dedi.
İçimde...
Bedenimden geçer kalabalık
Çöl uzak
İçimde şaşkın bir rüya
*
*Eric Zaner
Mısralar, Nesrin İnankul'un Pencere şiirinden
VARSAYIMSIZ
Alacağım cevaplardan
(incinmekten) korktuğum için hiç soru sormadım. Varsaydım. Bilmeyerek de olsa, bunu yaptığım için üzgünüm. Keşke yapmasaydım.
Ama; "no
regrets"; önümüzdeki maçlara bakıcaz…
ÖZENLİ
Seninle* konuştuğumuzda, sözcüklerimi yeterince özenle
seç(e)mediğim için üzgünüm…
* Bu cümle, senin için. Yine de, senin yerinde başka
birinin de olabileceğini bilerek söylüyorum bunu. Yani mesele sensin ama aslında benim…
KURŞUN KALEM : TELİF
Kurşun Kalem, iki ayda bir
çıkan şiir ağırlıklı bir edebiyat dergisi. Menşei İzmir Karşıyaka. Dergiye göz
atma fikri, genel yayın yönetmeninin internetteki bir röportajını okumamla
gelişmişti.
Bu yılın son sayısının dosya
konusu ise "telif".
Yazdıkları, Timaş gibi bir
yayınevi tarafından gupsedilmiş bir
yazıcı olarak benim de kuyruk acımın olmuş olması, konuyu daha dikkate almama
sebep olmadı dersem yalan söylemiş olurum.
Korsan yayına karşı dikkatim
ise, kitap ve sanat eseri üretenlerle tanıştıkça, üzerlerindeki emeği gördükçe
gelişti.
Lafı uzatma Narda, dergiye
gel J
(E)Mine Ömer'in sunusunda, acı ama gerçek cümleler hemen dikkatimi
çekti…
Şiirleri, Grup Kızılırmak, Ahmet Kaya, Ferhat Tunç,
MFÖ,Beyhan Çiçek gibi müzisyen ve gruplarca, izinsiz bestelenen
şairler(dosya yazarları); şairlerin hak aramalarına karşılık küfür ve
tehditlerle cevap vermeler; TRT'ye -yine
izinsiz- şiirleri besteleyip veren şahıslar, ama TRT'nin kimmiş bu söz yazarı
diye sorma lütfunu göstermediği, şairin başvurusuna ise bizi ilgilendirmez diye
cevap veren bir TRT…Belediye vb. kültürel etkinliklere çağrılıp 2. sınıf
vatandaş muamelesi gören, konaklama,bilet ihtiyaçları bile karşılanmak
istenmeyen edebiyat emekçileri… Yayınevlerinin "türlü çeşitliliği"
Hak aranmaması için her türlü "bürokrasinin" mevcudiyeti…Üüü,
okudukça bunaldım, tepem attı!
Edebiyata değer veriyorsanız,
emeğe değer veriyorsanız, yazdıklarınızın intihalinden vb.den çekiniyorsanız
mutlaka okuyun. Konuyla ilgili faydalı hukuki yazılar da var.
Dergide Gültekin Emre, Ayşe Kilimci, Bülent Güldal gibi yılların ehil kalemlerinin konu hakkındaki tecrübe ve görüşleri var. Diğer dosya konusu ise "Günümüz Yunan Şiiri". Bunlardan Sotiris Pastakas'ın şiiri, çevirinin şaşı gözlerine rağmen bende bir tat bıraktı.
ENTEL NARDA İŞ BAŞINDA :P
İki haftadır entelliğin tavanına vardım,siz de engin deneyim
ve görüşlerimden eksik kalmayın dedim, başladım yazmaya :p
Şaka bir yana, artık bi' tarafımızı kaldırıp hayatın
renklerini içinden gözlemek lazım di mi?
Yeni slogan da şu: Hayat 35'imden sonra başlayacak :p
Efendim önce evvelsi ve geçen haftalarda iki arkadaşımla
buluşup güzelinden uzunca sohbet etmeyi becerdim: Biri şu güzellik (üstelik
de burçdaş çıktık, daha ne olsun:p) Diğeri de bu. Geç de kalmış olsam bu
güzel buluşmalar için ikisine de teşekkür
ediyorum. Ve ekliyorum, en azından İzmir'li blog yazarları olarak daha sık buluşmalıyız.
Güzel bir haber de kitapları çıkan arkadaşlarım ve onların
tanıtım-kutlama etkinlikleri. Bunlardan en sonuncusu için geçtiğimiz cumartesi (Nesrin İnankul'un yeni şiir kitabının tanıtım etkinliği için) Karşıyaka Ziya Gökalp Kültür Merkezindeydim. Veysel Çolak'ın yıllardır belediye bünyesinde gerçekleştirdiği şiir
atölyelerinin tatlı meyvelerinden biriydi bu. Metin Bey ve Nesrin Hanım için
arkadaşlarının düzenlediği bu samimi ve güzel etkinlikte, kitapların artısı ve
eksisiyle açık açık irdelenmesi ve eleştirilmesi çok hoşuma gitti doğrusu.
Nesrin Hanım'ın kitabı Gülyaşı'nı Cevdet Yüceer, Metin Soydeveli'ninkini MazharAlphan Bey irdelediler. (Bu arada en kısa sürede Mazhar Bey'in son kitabını okumak istiyorum. Mühür Kitaplığından)
Bu arada Nesrin Hanım'ın bu kitabının imge ağırlıklı ve daha
başarılı, duru,özgün şiirlerle dolu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Yıllardır emek verdiği şiirde daha ileriye gideceği aşikâr. Onun gibi çalışkan
ve canayakın birisini tanıdığım için kendimi iyi hissediyorum J
Evet, bakalım başka ne havadisler verebilirim :p
ÇÖPÇATAN A.Ş
Aranıyor
Boylu-boslu, okur-yazar ve
dahi entelektüel
İngilizce,Fransızca ve Türkçe
bilir
Belki biraz çok bilir
Ama şaka kaldırır, nüktedan,
Mazbut,evine bağlanabilecek
Tabii ki Galatasaraylı,
Felsefe ve sinema düşkünü
Kadın kıymeti bilecek olan
Annesinin hazır ettiği tüm
çeyizlik borcamlarını kullanmış
Sarma ve mantı yapacak kadar
iyi aşçı ve eşini mutfağa sokmayacak kadar bunda iddialı (inanmayanlar için
yaptığı yemekler videosu gösterilebilir)
Edith Piaf,Türkan Şoray,Sofia
Loren... hayranı
Bir boğa erkeğine
26 yaşından gün almamış,
Kesinlikle entelektüel
Sıcakkanlı, kendiyle barışık
Tercihen Türkan Şoray
benzeri
İstanbul’da ikamet eden ya da
edebilecek olan
Helal süt emmiş bir hatun
kişi aramaktayız.
Lütfen ciddi olmayanlar bu
ilana başvurmasın :)
VİRGÜLSÜZLER SİZİ!
Son dönem okuduğum “yeni” metinlerde virgül kullanılmaması, benim buna
hayret edişim ve sonra kendimi yadırgayışım ve derken Cioran’ın o sözü : Bir virgül için ölünen dünya
düşlüyorum. ( Virgülsüz cümle mi olur len:p)
Lisedeyken bir edebiyat hocamız da şöyle bir cümle söylemişti: Ünlemini, soru işaretini, noktasını, virgülünü kaybetmiş insan. Sadece tırnak işareti kalmış.
Gerçekten de öyle bir insanlık, çoğunlukta: sadece kendisi, sadece kendi düşünceleri.
Ben küçük yazımın başına döneyim, kaldığım yerden devam:
Ve’yi kaldırıp virgül koydum. Virgülü sildim, tekrar “ve”
koydum. Hangisi olmalı, düşünüyorum.
UZUN HİKAYE, BULUT ATLASI,SKYFALL
Geçen ay, yukarıdaki
üçlüye indirmiştim izleyeceklerimi, ama son kertede aslında hiçbirini
izlemek istemediğimi fark ettim ve izlemedim.
Ama beyazperdenin yakınlardaki Türkiye vizyon sayfasına
baktığımda De Niro amcanın iki filmi
gözüme çarptı hemen. Tarantino manyağı da DiCaprio ile bir western çekmişmiş,
püüü, dedim kendi kendime :p
Zemeckis'in Denzel Washington'lı Flight'ı da
izlenebilirmiş gibime geldi.
Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları, aksiyon,komedi,korku. Vay anam dedim bunu görünce, hizmette sınır
yoktur.
Hiçkok amcanın
biyografik filmini de yapmışlar bak, oyuncular da baba yani, Sir Hopkins, Lady Mirren. Erkek izleyiciler için bir de S. Johansson var, atlamayalım :p
Animasyonlar?… Ya Miyazaki ya Chomet olursa.
Peter Jackson Tolkien'in
tüm film haklarını satın almış galiba; Hobbit'le
devam. Belki kafa dağıtmak için gitmeli buna.
Jean Reno'yu
severim ben, Leon'dan başlayan hatırı var. Alt yazılıysa giderim, Fransızca duymak
istiyorum bu ara :The Chef, komedi.
Bu kaçıncı Anna
Karenina? Gitmem :p
Haneke'nin bir
filmi var, bak merak ettim ama adı klişe: Amour
:p
Oktay Akbal,
tiyatroyu değil, sinemayı severmiş. Tiyatro fazla gerçekçigelirmiş ona. Sinemanın düşsel evreniymiş onu mutlu eden. Ben artık
ikisini de sevmiyorum galiba :p
YOKSA SİZ HÂLÂ BKGEBY' Yİ OKUMADINIZ MI? ÇOK AYIP !
(İlk cümlesi romanın. Nasıl,
1-0 önde değil mi sinyor Calvino?)
İnternette Sinyor Calvino'nun bu çok hoş ve
(bence) muzip eseri hakkında elbette ki
çok şey var; baktım biraz, siz de bakın.
Hiç mi kötü eleştiri yok
derseniz: http://www.doktormurat.net/?gn=kd&ID=974&b=bir-kis-gecesi-eger-bir-yolcu (Lakin lafa karışmam lazım, Calvino bunu
1979'da yazmış, benzerleri ne kadar vardı bilmiyorum, ama başarılmış bir biçim olduğu kesin. Ayrıca iyi ve dikkatli okurlar bu kitaptan bir tat
alabilirler zannımca:pp)
Bir de bunun gibi emeğin
güzellikleri var:
Bir de epey aradım
şu girişte yapılan "okurun kitap tasnifleri bölümünü". Mecbur ben
yazacağım tek tek:
Okumana Gerek Olmayan
Kitaplar
Okunmaktan Başka Amaçlar İçin
Yazılmış Kitaplar
Daha Yazılmadan Önce Okunmuş
Kitaplar Sınıfına Dahil Olduğu İçin Kapağını Açmaya Gerek Olmayan Kitaplar
Yaşayacak Başka Hayatların
Olsa Kesinlikle Bunları Da Okurdum Ama Ne Yazık Ki Ömrünün Geri Kalan Günleri
Sayılı Olduğu İçin Okuyamayacağın Kitaplar
Okumaya Niyet Ettiğin Ama
Daha Önce Okuman Gereken Başka Kitaplar Olmasaydı Okumak İsteyebileceğin
Kitaplar
Şu Anda Çok Pahalı Olduğu
İçin Yarı Fiyatına Düşmesini Bekleyeceğin Kitaplar
…
Herkesin Okumuş Olduğu Ve Bu
Nedenle Senin De Okumuş Sayılabileceğin Kitaplar
Uzun Zamandan Beri Okumayı
Düşündüğün Kitaplar
Uzun Yıllardan Beri Arayıp
Bulamadığın Kitaplar
…
Çok Uzun Zaman Önce Okunmuş
Olsa Da Şimdi Yeniden Okunabilecek Kitaplar
Hep Okumuş Numarası Yaptığın
Ama Artık Gerçekten Oturup Okumanın Zamanı Gelmiş Olan Kitaplar
…
(Yaa, nasıl, iyi okur olmak kolay mıymış :p)
Ben kısaca şunları da
ekleyeyim ama, malum, serde gevezelik var:
SEVGİLİ GÜNLÜK
"Yeni bir yaşam özlemiyle geçer
günler. Bulamadan, hatta arayamadan. Gerçek günceler yazılmaz hiçbir zaman.
Gerçek yaşantılar niye hep unutulmak istenir? İşte insanlar dört yörede. Ne de
çok gülerler içki içerken. Yalnızken dertlidirler, uzaklarda, yitik. Ama üçü
beşi bir araya gelince basarlar kahkahaları. İşleri yolundadır, mutludurlar,
para boldur ceplerinde. Avuntu, hep avuntu. Boş, anlamsızcasına. Evet, gerçek
yaşantımız yok bu güncelerde. Yazarların güncesinde büsbütün yok. "
İnönü hakkında ne yazacağını bilemeyecek bir tarih/ Ziya
Osman Saba için boş salon/ Necatigil ve kare şiirleri / Tahir Alangu nasıl yazardı/ Cansever'in uzun
Kirli Ağustos'u/ Neruda çeviren Hilmi Yavuz/
Bir "anne yalnızlığı"/
Hürriyet'in insanlığı öldüren muhabirleri/ Exupery'nin çığlığı/
Pen toplantılarında neler konuşulur:İsrail hep aynı İsrail/ Nobelli yazarlar bile dedikodu
yapabilir/ Burnu büyük Dağlarca/ Mario Puzo'nun Baba'sı filme
çekilse ne güzel olur/ Atatürk'ü
saptırmalar/ Muzdarip Soljenitsin/
Muhtırayla, darbelerle yaşamak/ Asaf
Halet/ Bir gar kanepesinde ölen eski milletvekili, geleceği parlak
gazeteci/ İlhan Berk'le İstanbul
gezmeleri/ Baudlaire/ Füruzan'ın yersiz uzamış son öyküleri/ Biten arkadaşlıklar,evlilikler/ Mizahçı Oğuz Atay/ Sait
Faik,Sait Faik/ Yazmak boş bir uğraş
(mı)/ Güzellik diye bir şey yok ki/ Paris'i çalmışlar/ Sartre'ın annesinden
kurtuluşu/ Şiir acımasızdır/ Sıkıcı TDK toplantıları/ Boris Vian/ Müşfik Kenter'in başarısız oyunu/ Kürt sorunu... Ve 1970-1975 aralığına dair daha bir çok şey...
"Sonra anılar da
eskiyecek…"
Kitap: Yeryüzü Korkusu
Yazarı: Oktay Akbal
Yayınevi : Can
Basım yılı: 1992
SİZİ EN YAKININIZ KADAR TANIMAK İSTİYORUM
En yakınınız!.. Tanır mı bizi en yakınımız?
Babamız, anamız, kardeşlerimiz, karımız, kocamız,kızımız,oğlumuz, kırk yıllık
dostumuz, arkadaşımız… bunlardır en yakınlarımız. Ama en az atnıyanlar bunlardır!Bizi
herkesten çok tanıdığına inananlar. İnanç kadar yanıltıcı ne var. Tanıyorum
diye bırakır anlamayı, tanımayı, öğrenmeyi. Oysa bildiği, tanıdığı belki de on
yıl önceki ben'dir. Kişi değişir
zamanla. Kendine bile yabancılaşır. Ama bizi herkesten iyi tanıdığına bir kez
inanmış kişi vazgeçmez bildiğinden. "En yakınınız kadar sizi tanımak
istiyorum" diyen baksın çevresine, en yakını bildiğine, gerçekten onların
tanıdığı gibi mi? Kimse kimseyi tanıyamaz diye yazdım kaç kez. Biz bile
tanıyamayız kendimizi. Tanısak, ne yapacağımızı bilirdik., sağlam bir yol
tutardık, durmadan yanılmazdık, aldanmazdık! Bir insan, tek bir kişi değiliz ki
biz! Hangi kişiyi tanıyacaksın? İçimizde yaşayan insanlardan hangisini?
SADECE İKİ ÖZELLİK DE YETER :p
Kadının biri kumsalda yürürken ayağı eski bir lambaya
takılmış. Kadın lambayı kumların içinden çıkarmış,ovalamış. Lambadan bir cin çıkmış:
-Sadece bir dilek hakkın var, iyi düşün öyle dile, demiş.
Kadın hiç tereddüt etmeden, cebinden bir harita çıkararak:
-Bütün dünyada zulmün, savaşın, açlığın bitmesini
istiyorum. Bu haritadaki ülkeleri görüyor musun? Bu ülkelerin birbiriyle
savaşmayı bırakmasını, her yere barışın gelmesini diliyorum, deyivermiş.
Cin haritaya bakmış ve dehşetle:
- Allah aşkına kadın! Bu ülkeler binlerce yıldır savaşıyorlar. Tamam işimde iyiyim ama o kadar da değil! Bunu yapabileceğimi sanmıyorum. Başka bir dilekte bulun, diye bağırmış.
Kadın birkaç dakika düşünmüş.
- Hayatım boyunca doğru bir erkek bulamadım. Bilirsin; hem
ince düşünceli, hem dürüst, hem karizmatik,hem eğlenceli biri, sevecen, ilgili
ve ömür boyu sadık olacak erkek diliyorum, demiş.
Cin derin derin bir iç çekmiş:
-Uzat şu kahrolası haritayı!
Kaynak: tumblr taifesi :)
CAZİBE İSTASYONU
Kitapçıdayken rastgele aldığım bir kitap Cazibe İstasyonu. Can yayınlarından
çıkmış. Yazarın ismini duymuşumdur belki de diyorum.
Daha sonra, iç kapaktan yazarın 1970 Manisa Gördes doğumlu, ödüllü
çalışmaları bulunan bir yazar ve bu kitabının en son yayınlanan öykü kitabı
olduğunu öğreniyorum.
Akıcı bir dili ve
güzel bir anlatımı olmasına rağmen bu kitaptaki öyküler beni içine çekmedi.(Gerçi şu aralar tabir yerindeyse dayak zoruyla okuma yapıyorum...)
Daha sonra internette rastladığım bazı başka öykülerini ise
daha güzel buldum.
Bu kitabı iki başlığa ayırmış Büke: Taşın Dediği , Tuhaf Su
Öykülerin kiminde biçimsel olarak farklı kurgular da
yapılmış, hikayenin bir kısmının (diğer öykü kişisinin mesela) sayfanın bir
tarafına çekilen çizgi ile ayrılması, akışın oradan devam etmesi gibi. Yahut
aşağıdaki gibi.
Ben en çok M Tipi
Kapalı, Ramazan ve Jeoloji, Düşen ve Düşünen Adamın Bir Günü öykülerini
beğendim. Herkes Ana Kuzusu adlı
öykü ise değindiği konu bakımından önemliydi: Dersim gibi zorunlu göçler
neticesinde birbirlerinden ayrı kalmış iki kardeşin öyküsü…
İkinci bölümdeki öyküler ise birbirine bağlı, bilim kurgu
yahut gelecek zaman tasavvuru görünümünde (kuraklık teması) ama katmanlı
okumaya müsait güzel öykülerdi.
Özellikle giriş öyküsünü beğendim.
Sonuç itibariyle iyi
bir öykücüyle karşılaştığımı düşünüyorum.
Kitabın adı:
Cazibe İstasyonu
Yazarı: Ahmet
Büke
Yayınevi: Can
Basım yılı : 2012
WORLDCARD NASIL B.K CARD OLDU YAHUT: BU LAF ÇOK KOYDU BANA
"Bankanızın İzmir
Balçova Şubesine, worldcard adı altında sunduğunuz kredi kartı için 6.11.2012
tarihinde başvurdum. İlgili bireysel müşteri temsilciniz (Erengül Hanım)emekli
maaşımın SGK sisteminden dökümünü aldı, kimliğimin fotokopisini çekti ve başka
bir belgeye ihtiyaç olMAdığını,kurye ile akşam evrakları göndereceğini,hafta
sonunda ilgili cevabın geleceğini söyledi. Dün itibariyle, postama ulaşan
79723982/KD belge no'su ile merkezinizden gönderilen belgenin sonunda talebimin red sebebi: "Beyan etmiş
olduğunuz geliri belgeleyememeniz ya da eksik belgelemeniz" olarak bildirildi.
Şubeye gidip bu reddin
sorumlusunun banka çalışanı olduğunu söylediğimde önce itiraz edildi, sonra ise
hakkını arayan bir vatandaşa çatıldığı anlaşıldığında pişkin pişkin "evet,yanlışlık bizde,kusura
bakmayın,müşteri hizmetlerini arayın ve
neler gerekli öğrenin". Şeklinde bir cevapla karşılaştım.
2012 yılında verdiğiniz
bankacılık hizmeti bu mudur? Yapı Kredi,
-son tahlilde başvuru evrak şartları bir günde değişse bile- şube çalışanlarını
anında bilgilendiremeyecek kadar "özürlü"
bir şirket midir? Öyleyse Koç Holdinge
yakışan bir yöneticilik midir bu?
Çalışanınızın yaptığı işe ve şahsıma olan lakayt
tavırları gözümde bankanızın değerini düşürmüştür.
Madem tüm süreci sürdürüp biz
takip edecektik neden araya banka elemanlarını sokuyorsunuz? Ben kendim bu işi
tek seferde daha düzgün yapardım!"
Evet sayın seyirciler, yukarıdaki
yazıyı (babamın ağzından, çünkü başvuru sahibi o, anlaşıldığı üzere)
"1ooo" karakter sınırı sebebiyle kısaltarak, ikinci denememde, Yapı
Kredi Bankasının ilgili web sayfasından ilettim. Amma şikayet-öneri varmış; bana verilen takip numarası bir milyon
yediyüzdoksanyedibin üçyüzkırkyedi.
Yapı Kredi Bankasının
yayınları kalitelidir, alır okurum. Ancak iş hizmete, müşteri memnuniyetine gelince orada iki kere dururum…
Annem bahsettiğim olay
karşısında "biraz"
sinirlendiğimi görünce ( Bankanın 444 o 444 no'lu hattıyla 12 dakika boyunca
konuşmamdan sonra :p) kısık sesle bana laf attı: "Seninle yaşanmaz."
Çok koydu bu laf bana.
İşini düzgün yapmayan
insanlara tahammülüm çok azdır. Eğer bu beceriksizlik sistemin kendisinden
kaynaklanıyorsa o sisteme de tahammülüm yoktur.
Neden tahammülüm az? İlki;
MAVİYE DE YEŞİLE DE DİLİ DÖNMEZ ÖMRÜMÜN ARTIK …
Didem Madak Çelik (1970-2011), genç denecek bir yaşta,
kanserden vefat eden bir İzmirli. Bir avukat. Bir şair. Annesiz büyüdüğü gibi,
bu kaderinin kızına da yazıldığı bir anne.
Dostum, bana onun şiirlerinden örnekler yollarken,
mısraların beni yakalamasına rağmen kitaplarını hemen edinmeyeceğimi
biliyordum. Sonra burada bir yazı
gördüm. Sonra da geçen ay sonu kitapçıda, adeta önüme devrildiler, Pulbiber Mahallesi ile Ah'lar Ağacı.
Sevdim bu şiirleri çokça. [Sevdim, ne olmuş?]
Alttaki linkler şairenin şiirleri ve şairliği hakkında nette
bulubildiğim eli-yüzü düzgün tek-tük yazı. (Kendisiyle yapılmış röportaja
ulaşmam çok iyi oldu)
Bana gelirsek, kimi yeni şairlerde ve şair olma yoluna
koyulanlarda gördüğüm bir tarz buldum Madak şiirlerinde*: Basit dil ve kelime
oyunlarını, şakalarını, günceli,gündeliği (hem olay hem de dil bakımından)
şiire katan bir tarz. Kıvamını bulmazsa
bu tarz şiiri sevmiyorum. Madak'ınkiler ise benim sevdiğim kıvamdaydı.
Dolayıyısıyla içindeki şiir pırıltılarını karartmamış, samimiyeti kaybetmemiş,
dili ergen tepki diline çevirmemiş şiirlerdi. Özellikle Ah'lar Ağacı ve bu
kitaptaki diğer şiirler. Şiirlerinde sıkça görülen naif dinî motifler hakkında
ise aşağıdaki iki farklı linkte iki görüş var…Bunları okurken aklıma gelen (sadece bu örnek için demiyorum) ise şunlar oldu: Yazar/şair yazacağını yazar,
sen de analiz edersin…Bir gruptan olmalısındır ve o gruba göre davranılmalıdır
eserlerine ve sana…Hele de öldüyse yazar, kendinden sonraki "aşırı yorumları"
bertaraf da edemez…)
* Varlık'taki röportajında Madak, yazdıklarının "kitabî
şiir" olmadığını söylemiş. Topuz da "'80'lerden gelen imajinist akım" demiş...
TÜKÜRDÜĞÜMÜN İNGİLİZ LAHANASI
un,su, tuz,maya; lahana,soğan,yağ,baharat,salça |
Geçen gün lahana sarması yaptık valideyle. Tükürdüğümün ingiliz lahanası, nerde öyle incecik, şeffaf,damarsız yapraklar yerli lahanamızdaki gibi! Sar sarabilirsen. Ülen bu dünya İngiliz'den dalavareden başka ne görmüş ki lahanasından hayır görsün! Zaten Filistin topraklarını, kendi mandası altındayken, vergileri artıtıp artırıp ödeyemeyen Arapların elinden - çıkardıkları yasayla- el koyup sonra da açık artırmaya çıkartıp yahudilerin satın almasını sağladığını, yahudilerle Filistinliler arasında çıkan çatışmaları "sonlandırmak için" meseleyi kendisinin ve sömürgelerinin kurucu üye olduğu "Cemiyet-i Akvam" a getirtip sonuç olarak toprakları iki halk arasında "pay etmeye" karar verdirdiğini, toprak sahipliği yukarıda bahsedilen metotla % 6 olan yahudilere (nüfusu da araplardan kat kat az olan yahudilere) toprakların % 54,47'sini, Filistinlilere de % 45,53'ünü verdiklerini öğrendiğimden beri bir kat daha sevmez oldum kendilerini, üstelik de tırstım. İngiliz diplomasinin namını duymuştum da bu türden planlı ve uzun vadeli sinsiliğe de pes doğrusu(!) Yine İlber hoca bir programda İngiliz Gertrud bilmem ne adlı parası bol, hayali geniş bir İngiliz "lady"sinin Irak diye bir ülke yaratma fikrini nasıl devletine kabul ettirdiğini filan söylemişti ama yine de aymamıştım doğrusu...
İşte, diyorum ki lahananın da ingilizinden uzak durmak lazım!
İki kafam kadar lahanadan bi' doğru dürüst sarma çıkmadı len, sarmaya uygun olmayan parçalar hayli olunca kavurduk, iç yaptık. Bakınız ilk foto.
Lemis yapacağız. Hamur bezelerini aynı büyüklük ve biçimde yuvarlayamadığımı kabul ediyorum. Ama oklava ile açarken düzeltebiliyorsunuz durumu. Hoş valide hanım beğenmiyor benimkileri ama olsun, anneler kızlarının neyini beğenir ki esasen :)
Lahanalı lemis, Gümüşhane yöresine ait efem. Başka yerlerde bilinir mi, bilmem. Yağsız olarak pişiriliyor. Yemiyor ve yanında yatıyorsunuz, bir süre sonra da yaptığınızın saçmalık olduğunu anlıyor ve yumuluyorsunuz. Afiyet olsun :)
Misafirler valide sultanındı, ek olarak mercimekli köfte yaptım, ellerime sağlık. Kabak tatlısı ise valide sultana aitti. Yalan yok, yemek konusunda asla annemi geçemeyeceğim :p
bu kez salça koymadım mercimek köftesine, limonların dışı kötü olmuştu,dilimleyip süsleyemedim tabağı,püff. |
gelenler şeker hastası hatunlar olunca porsiyonlar küçüldü. Üzerlerindeki fındıklar yeni mahsul Trabzon finduği da. |
PİS BÜYÜCÜLER
"... Ben bir film gösterdiğimde aldatma suçunu
işlemiş oluyorum. İnsanın belli bir eksikliğinden yararlanmak üzere yapılmış
bir aygıt kullanıyorum ben, seyircileri pek heyecanlı bir yoldan etkim altına
almaya yarayacak bir aygıt: Onları güldürmemi, korkudan çığlık attırmamı,
gülümsetmemi, peri masallarına inandırmamı, kızdırmamı, sarsmamı, büyülememi,
derinden etkilememi ya da sıkıntıdan esnetmemi sağlayacak bir aygıt. Bu yüzden ben ya bir dolandırıcının
biriyim, ya da, seyirci aldanmaya hazırsa, büyücüyüm. " Ingmar Bergman
Güncel sinemayı takip ettiğim -en azından izleyerek-
söylenemez. Sevdiğim filmleri ise öyle sık sık izlemem. Sevdiğim kitapları sık
sık okuyamadığım gibi.
Ama, benim gibi maymun iştahlı biri için uzunca
sayılabilecek bir dönem, senaristliğe ve kendi yazdığım filmleri çekmeye kafayı taktığımı söyleyebilirim. Sonra baktım, ben yazmadan,benim fikirlerimi çalıp film yapıyorlar, piyasadan çekildim :)
Benim için önce bütünü gelir filmin. Bütünü bir ahenk
içindeyse o film iyidir. Görsel
iletişim diline sahip olduğum için, yazılı olmadığı, ya da o sahnede kullanılan
mekân, dekor….vb. çok özel bir yer etmediyse kafamda, sözlerini birebir
hatırlayamam. Bu yüzden ikinci ve üçüncü
sorulara cevap vermek için çok düşünmem gerekti. (Çok zora soktunuz beni be Luna
ve Gelibolu 17 J )
İlk soru ise filmlere ve hayata bakış açımdan dolayı
oldukça saçma bir soru. Ama burada
mesele bu değil J
Eğer hayatım bir film
olsaydı hangi başrolde oynamak
isterdim…
Hayır, ne sanatsal ve derinlikli filmlerden dem vuracağım, ne de
"Kendi hayatımın başrolündeyim ya!" gibi zevzekliklere gireceğim. Şu
anda ihtiyacım olan tek şey bir romantik komedi: Mesajınız Var'da Meg Ryan'ın canlandırdığı kadın başrol gayet iyi
bence. Sütlü ve şekerli hazır kahve kıvamında. Üstelik kitaplar da var işin
içinde. Daha ne olsun :p
Beni en iyi anlatan, en unutulmaz
film sahnesi ne olabilir…
Bu soruyu iki farklı soruya dönüştürüyor ve ilkini atlıyor
(vardır elbet bir hatta birkaç sahne ama yukarda dediğim gibi hatırlamıyorum;
bunda henüz kendimi bilmiyor oluşumun etkisi de olabillir, insan gibi gizemleri
çözmekle bitmeyen bir varlığı tek bir film sahnesinin anlatamayacağı gerçeğinin
de…) ikincisi için düşünüyorum:
Yakınlarda tekrar izlediğim için 12 Kızgın Adam'ın herhangi bir sahnesi olabilir.
Aklımda en çok yer eden, adeta
başucu cümlem olan replik?
Başucu cümlem değil, ama aklımda yer etmiş olduğunu an
itibariyle fark ettiğim diyalog; Stalker'dan:
Stalker: Düşünsene, yüzyıl daha yaşayacaksın!
Yazar: Neden sonsuza kadar değil?
Film müzikleri?
GÖLGE FALI
Merakla beklediğim bir kitaptı Gölge Falı. Buralarda duyurmuştuk.
Hazır yazarı da Tüyap'ta iken dedikodusunu yapalım kitabın
:p
İZMİRLİLERİ BİLGİLENDİRİYORLARMIŞ; HANGİ YÜZLE!
Otobüslerin "kentkart dıtlatma" cihazı yakınlarına
koymuşlar el ilanlarını. Arkaya doğru ilerlerken aceleyle aldım. Her zamanki gibi
balık istifi gideceğimizden sadece başlığa göz atıp çantama
tıktım. Bu arada ellili yaşlarında irice
bir adam bağırdı: Arkaya doğru ilerleyin ya!
....(Bu üç noktada bir klasik İzmir belediye otobüsü vakası saklı ama lafı uzatmıyorum.)
Akşam eve döndüğümde o el ilanını inceledim. Altını çizdiğim yerler bile oldu, düşünün yani.
1. ...yıllardır... emeğimizi ortaya koyuyoruz: Harika bir duygu
sömürüsü
PRENSİP OLARAK KARŞIYIM!
Her gün blog yazısı yazmaya. Yani, öyle herkesin reader'ını,
e-posta kutusunu, blogroll'unu kalabalıklaştırmaya ne gerek var, her gün
her gün yaz; belki çoğu da incir çekirdeğini doldurmayacak. Tamam, insanlar bi'
hatadır edip izleyicim olmuş olabilirler ama (Bir de benim gibi 40'ın üzerinde aktif blogu izlediklerini düşün) her gün okunması gerekecek onca
yeni yazı...Herkesin işi var, gücü var. Ha, okunsun diye mi yazıyorsun diye sorarsan, elbette
okunsun diye yazıyoruz bunları ( Bu isimde bir blog duydum ama incelemedim hiç,
hemen bakayım :p)
Karşıyım, derim , derim de bu aralar öyle olmuyor. Edebiyat çevrelerinde bir deyim vardır, ha bire yazanlar için " yazı ishali olmuş" diye!
Kendime kınama cezası veriyorum!
Ne ki güzide ülkemizde kınama cezalarının hiçbir müeyyidesi yok :)
Asıl konu mu, aşağıda:
***
Ferahlama duygusu…Öfke, belirsizlik,tekrar öfke, beklerken
sabırsızlanmak ve öfkelenmek, sonra "felek ben sana n'ettim?"
türküsüne düşmek …
Sonra belirsizlikle beklemenin yerini neyi beklediğinin bilindiği
bir beklemenin alması…Bu bile çok ferahlatıcı…
İLİŞİKTEKİ DOSYANIN EN KISA ZAMANDA...
Şimdi burada bir şeyler yazıyorum ya,
Hani çoğunda kitaplar filan,
Üşenmeyip yorum yazıyorsunuz ya hani,
Ben de cevap yazıyorum severek,
Ama sonra dönüp bir okuyorum yazdıklarımı
Acaba çok bilmiş bilmiş mi yazıyorum,üstten bakarmış gibi, istemediğim halde bu izlenimi mi veriyorum? Oysa ki cevaplarımda hep kendime pay biçiyorum, yapmalıyız,etmeliyiz, filan derken, ya da benzer şeyler söylerken. Yanlış anlamayın ey kaari, bi' halt bildiğim yok benim.
Olumsuz mesajlar- imajlar çıkarmayın beceriksiz cümlelerimden :p
Bak bu :p :) işaretlerini filan da o yüzden çok kullanıyorum aslında, çok da önem verme bu yazdığıma, şunu da espri olsun diye söylemiş de becerememişimdir muhtemelen, diyerek...
Ola ki sürç-i lisan ediyoruzdur, affola.
Hani çoğunda kitaplar filan,
Üşenmeyip yorum yazıyorsunuz ya hani,
Ben de cevap yazıyorum severek,
Ama sonra dönüp bir okuyorum yazdıklarımı
Acaba çok bilmiş bilmiş mi yazıyorum,üstten bakarmış gibi, istemediğim halde bu izlenimi mi veriyorum? Oysa ki cevaplarımda hep kendime pay biçiyorum, yapmalıyız,etmeliyiz, filan derken, ya da benzer şeyler söylerken. Yanlış anlamayın ey kaari, bi' halt bildiğim yok benim.
Olumsuz mesajlar- imajlar çıkarmayın beceriksiz cümlelerimden :p
Bak bu :p :) işaretlerini filan da o yüzden çok kullanıyorum aslında, çok da önem verme bu yazdığıma, şunu da espri olsun diye söylemiş de becerememişimdir muhtemelen, diyerek...
Ola ki sürç-i lisan ediyoruzdur, affola.
NEYE SAHİPSEN OSUN SEN?
Bir önceki yazıda anlattığım Prof. Kılıç'ın "Tasavvufa Giriş" adlı kitabında ilgimi çeken yerleri (kitabın tamamı olabilir :p) anlatmaya devam :
Kitaptaki giriş ve önsöz kısmlarında tasavvufun genel olarak - yine sufilerce yapılmış (sofularca değil, çünkü sofuyu başka bir "*mertebe" olarak tarif ediyor sufiler) -tanımı var. Tasavvufun başlangıcından bu yana insanda ne gibi bir arayışa-boşluğa karşılık geldiğinden bahsediliyor ki bu konularda birtakım önermeleri kapsıyor bu bölümlerde yazılanlar. Bu önermeleri yurtdışındaki gelişmelerle de destekliyor Prof. Kılıç. Örneğin ezoterik bilimler kürsülerinin Avrupa ne Amerika'da pekçok üniversitede (Sorbonne da buna dahil) kurulması, astrolojinin (evet yanlış yazmadım astroloji!) kendisini ispatlayarak yine pekçok üniversitede astroloji kürsülerinin kurulması bunlardan bazıları. Enneagram ve orgon terapileri (bkz: yazımın sonu) gibi hayatımda duymadığım kavramlarla beni tanıştırdı bu kitap.
Birkaç alıntıyla bitirelim:
Yine bir çerçeve çizmek amacıyla postmodern
insanın, nasıl değil neden sorusu
sorduğundan, bunun cevabının metafizik ekollerle araştırıldığından bahsediyor
Kılıç. Bu noktada Aristocu ve kartezyen
modern dünyaya yapılan eleştirilerin bir özetini veriyor. Aristo mantığına
karşı fuzzy logic, kartezyen
anlayışa karşı mistisizmdeki gelişmelerden bahsediliyor ki Bertrand Russel'dan yapılan alıntıyı (aşağıda) alıntıyı okuyunca
pozitif bilim anlayışıyla,sadece 5 duyu ile çözümlemeye ve kabul etmeye göre
yetiştirildiğimiz bir dönemden nerelere diyorum…
NEYİ ARIYORSAN OSUN SEN
ARKA ARKAYA İKİ KEZ
OKUDUĞUM İLK KİTAP
İşbu yazı bu kitapla olan tanışıklığıma dairdir.
Yıllardır İslam tasavvufunun kıyısında köşesinde gezinirim.
Sonunda şubat ayında ehil elden çıkmış bir kitap aldım ama okumaya geçen ay başlayabildim
ancak.
Vay be! Diye ünlemek istiyorum müsaadenizle, o kadar farklı
bir dünyadan bahsediyor ki…Her ne kadar doğulu olup bu kültür kodları
genlerimize işlenmiş halde olsak da şaşırdım,hayret ettim,düşündüm…
SIGNUS'U BİLİR MİSİN SEN?
Bilseydin böyle olmazdı tabii.
Bilmediğin için oldu bu, ama ben de tam bu sebepten söylemedim sana; açıklama
yapmadım. Tabii şimdi, yani, senin zeki ve bilgili olduğunu biliyoruz da
hem mitoloji, hem de astronomi bilmeliydin, bilirsin sandık. Demek ki o
kadar da bilgin değilmişsin. Olsun, hepimiz böyleyiz aslında; eksik. Ama şimdi
dinle bak, yani oku :
BOŞUNA MI AĞARTMIŞ BU SAÇLARI?
Saf Narda iş başında...(Charles in Charge'ı hatırladım birden :p)
Saf bir hatun olduğumu daha önce çeşitli vesilelerle beyan etmiştim bu sanal alemde. Bir örneğini şimdi yaşadık efem,sıcağı sıcağına olay yerinden bildiriyorum.
Zırrrrr (ses efektinin yazılı olduğu blog yazısı, daha ne istersin ey okur :p)
Pamuk validemiz bir şeyler söylüyor kapıdakine. Derken beni çağırıyor :
- Kızım bi gelsene, ben anlamıyorum bu işlerden.
Hayırdır deyip seğirtiyorum, benzerlerinden neden büyük olduğunu hala anlaymadığım çelik kapıya doğru. Hem bizim valide kolay kolay ben anlamam, ben bilmem demez :p En fazla kapıdan satışçılara böyle yapar: doğrudan ilgilenmiyorum deyip suratlarına kapatamaz, beni çağırır, ben yaparım onun yerine bu pis işi :p
Neyse, baktım:
İki takım elbiseli adam,ellerinde bond çantalar kapıda. Haydaaa...Türk insanı sevmez böyle tipleri; devletin soğuk ve sömürgeci yüzünü hatırlatır. Öndeki adam - ki daha tecrübeli olduğu, yaşından çok kalantorluğundan ve önde durmasından belliydi-
- Önce kimliğimizi gösterelim de, diyor.
DOST KIYAĞI :P
http://hakikivladimir.blogspot.com/2012/11/kitap-tantm.html
http://halilektem.blogspot.com/2012/11/deniz-moraligil-imza-gunu.html
Buralarda da yazılı ama olsun, bir arkadaş olarak ben de tekrar duyurayım istedim.
Vladimir'imizin kitabı çıktı biliyorsunuzdur, bilmiyorsanız da artık öğrendiniz :p
Geçtiğimiz cumartesi kitabı aldım ve imzalattım Vladimir'e . Bitirince bir yazı karalayacağım elbette ama dedik ya dost kıyağı bu diye; önceden de reklamını yapalım.
Evet, okumayan kalmasın efem :)
http://halilektem.blogspot.com/2012/11/deniz-moraligil-imza-gunu.html
Buralarda da yazılı ama olsun, bir arkadaş olarak ben de tekrar duyurayım istedim.
Vladimir'imizin kitabı çıktı biliyorsunuzdur, bilmiyorsanız da artık öğrendiniz :p
Geçtiğimiz cumartesi kitabı aldım ve imzalattım Vladimir'e . Bitirince bir yazı karalayacağım elbette ama dedik ya dost kıyağı bu diye; önceden de reklamını yapalım.
Evet, okumayan kalmasın efem :)
ÇÜNKÜ İNANMAYA HAZIRIZ
Fotomontajla yapılan ve insanları tahrikle provoke etmeye çalışanlar nasıl insanlardır sizce?
Son örneği 29 ekimde ülkemizde yaşanmış ( facebook ve twitterla işim çok olmadığı için -miş'li geçmiş zaman kullanıyorum)
Ve Sandy kasırgasında da Amerikan sanal medyasında.
Ama bu ikisi arasında bile AHLAK farkı var!
Bu ülkede kanlı çatışmalar çıksa, yaşadığımız PKK terörü yetmezmiş gibi, çok mutlu olacaklar var galiba!
İnsanlar neyi paylaşamazlar birlikte olup da bu güzelim ülkede çocuklarıyla birlikte huzurlu ve mutlu yaşamanın yollarını araştıracaklarına?
Son örneği 29 ekimde ülkemizde yaşanmış ( facebook ve twitterla işim çok olmadığı için -miş'li geçmiş zaman kullanıyorum)
Ve Sandy kasırgasında da Amerikan sanal medyasında.
Ama bu ikisi arasında bile AHLAK farkı var!
Bu ülkede kanlı çatışmalar çıksa, yaşadığımız PKK terörü yetmezmiş gibi, çok mutlu olacaklar var galiba!
İnsanlar neyi paylaşamazlar birlikte olup da bu güzelim ülkede çocuklarıyla birlikte huzurlu ve mutlu yaşamanın yollarını araştıracaklarına?
Labels:
Göz Görür Mü?,
güncel ve gündem,
hile,
Sensin Etik
AYNI DİLİ KONUŞMAK...
Dil felsefesi üzerine yapılan çalışmalarda gramatik dilin
sınırlı ve dar yapısı içinde hakikatin ne kadar ifade edebileceğimiz
tartışılmaya başlandı. " Dilimiz düşüncelerimizin sınırlarını
belirler" sözü insanı dilin mahkumu yaptı. Sınırsız olan hakikat sınırlı
dil içerisine nasıl birebir taşınabilirdi? Bunun üzerine dil-ötesi ifade biçimlerinin de
önemi vurgulandı. Beden dili, simgesel
dil, sözsüz aktarım, sessizliğin sesi, semiyotik, semantik, yapıbozum vb. dil
felsefesi yöntemleri, hep gramatik dilin sınırlarını aşma çabalarıydı. Bu
noktada bilhassa hermenötiğin yeniden
önem kazanması teknik anlamda tasavvufu çok yakından ilgilendiren bir
husustur. Bir metnin ilk okuma ile elde edilen anlamı o metni tüketmek yani
metnin anlamına sın noktasını koymak demek değildir. Bir metnin anlam
katmanları vardır; okuyucu bu metnin labirentlerinde ilerlemek suretiyle
onların içlerine nüfuz eder. Objektif olan ilk okumanın dışında sübjektif
alanlar da vardır ki metnin gizli özelliklerinin bulunduğu alan burasıdır. Kimi
uzmanlara göre esas metin budur, yazıda gözüken ise bunun bir yansımasıdır.
Modern düşüncenin, özellikle dil felsefesi ve edebiyatın vardığı bu noktalar
ile tasavvufun söylemi arasında büyük paralellikler bulunmaktadır.
KOMŞU KOMŞU
“İşte gene meyhane.* Şimdilerde
meyhane demiyorlar ama olsun, ben gene meyhane diyeceğim. Babam da öyle derdi, dedem
de. Buraya her girdiğimde sadece bugünü unutmakla kalmıyorum*,onları da
hatırlıyorum, mesela, babamın beni ilk kez rakı içerken yakalayıp da bıyık
altından güldüğü geceyi. On üçümdeydim. Naci’yle iddiaya girmiştik.
Hep böyle korka çekine gitmezdim
meyhaneye. Cebimiz para doluydu. Kapılarda karşılanırdık. Şimdi iki
zıkkımlanmadan bakıyorlar gözümüzün içine. Sonra da niye hır çıkarıyormuşum diye
laf ediyorlar. Sizin yaptığınız haysiyetsizlik değil mi ulan! Ne çabuk
unuttunuz babanızın babamdan borç alarak burayı açıp da iş-güç sahibi
olduğunuzu!”
-
Pezevenkler!
-
Abi sus ya, n’oldu gene?
EPİGRAFLAR
10.*
Ben âşıkım, sözüm de benim âşıkanedir.
Şeyhülislam
Yahya
11.*
Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim.
Ece
Ayhan
12.*
İnsanoğlu varlıktaki gizliliğin bilmez
Hem aslı nedir, faslı nedir; nicesin bilmez
Herkes gücü yettikçe mırıldanıyor amma
Cevher nicedir, kimse onun değerin bilmez.
Hayyam
ANLIK
Beni
sevdiğini söylediğinde, buna hemen inanacak durumdaydım. Başka zamanlar olsa,
en azından, bu kadar kısa sürede mi, diye sorardım.
Dut
yaprakları, bahçede, sarmalık olacak kadar irileştiğinde, yarım kilo kadar
topladım. Yürek şeklindeki bu yaprakları sarması daha kolaydır. Daha çabuk
pişer üstelik. Pişince, tatlı, koyu bir yeşil renk alırlar. Akşam, bunlardan
bir tabak ona götürmeye karar vermiştim. Akşam üstü yola çıktım. Taksiyle beş
dakikada varırdım yazıhanesine. Vardım.
Vardığımda, maksimum mini
etekli bir kızıl saçlıyla öpüşüyordu. Göbek göbeğe, sıkıca. İyi manzaraydı hani.
“Orospu
çocuğu” dedim kuvvetlice,bastırarak. Streç filmle kaplı tabağı elimde sıkıca tutuyordum.
O piçin kursağına tek lokması girecek değildi. Sırtımı dönüp
çıkacakken hırsımı alamayıp bir kez daha baktım arkaya ve yineledim. Ölü anasına saygıyı düşünecek durumda değildim
elbet.
Desenli, külotlu
naylon çorabıyla daha bir parlayan bacaklar, önünden ayrılmıştı. Çıktım
kapıdan. Ellerim titriyor, kafam da kaynıyordu muhtemelen. Arkamdan yetişip elini
omzuma bastırdı: “Ne desen haklısın ama bir anlık bir şeydi bu, lütfen, akşam
arayacağım seni, lütfen telefonu aç.”
Beni tanıma
fırsatını kendisi için yaratmış oldu böylece: “Bu benimki bir anlık değildi,
orospu çocuğu.”
YÜRÜ BE KOÇUM KİM TUTAR SENİ BİZDE SÜRÜ GÜDÜSÜ VARKEN!
BEN izlemedim tümünü, midem kaldırmaz, valde hanım izledi. Balçova Belediyesinin saygıdeğmez başkanı nihayet lütfedip ekranlara çıkmış!
Sadece şunları ekliyorum:
Sunucu: - Efendim, Superonline'ın çalışmaları sırasında su ve termal boruları kırıldı taşeron firma tarafından. Ne diyorsunuz bu duruma?
- Tüm hizmetlerimiz Balçova için. Olacak o kadar.
!!!!!
Yahu, hadi ben sistem ve kontrol uzmanıyım ama 14 yaşındaki kuzenim bile söylüyor şunu: Abla ya başına hiç adam dikmemişler, patlattı bu denyolar bütün boruları!
Bir de ne eklemiş beyefendi ,annem saçını başını yola yola bir kaldı duyunca : Kazılar yapılırken tankerlerle her yeri suladık ki toz kalkmasın, evlere dolmasın.
Vay, ne büyük hizmet,ne büyük çözüm!
Allah sizin gibilerle terbiye ediyor ya bizleri....
öncesi burada
YAŞASAYDI KİM BİLİR DAHA NELER YAZARDI…
Puşkin'in Yevgeni
Onegin'i hemen herkesçe biliniyor olmalı. Aslının muazzam bir manzum şiir
olduğunu bu kitabın başındaki güzel önsöz-incelemeden öğrenmiştim. Eski basım
kitapları bu yüzden daha çok seviyorum; faydalı önsözler oluyor içlerinde.
Çevirmenimiz ise Ataol Behramoğlu. Hemi
de Rusça aslından çevirmiş. Bu seriden (Cumhuriyet Dünya Klasikleri ki H.Ali
Yücel'in, bakanlık döneminde çevirttiği klasikler serisinin yeni basımları) aldığım kitapların çoğunda var çevirmen
olarak.
Bahsettiğim kitap Yüzbaşı'nın
Kızı. Şöyle bir bakayım ilk sayfasına diye elime aldım, bırakamadım.Gecenin
sonuna doğru bitirmişim. J
Akıcı,esprili (komutan yerine komutanlık eden karısının tasviri misal), harika
bir anlatım. Subay okuluna gönderilen soylu bir gencin gittiği dağbaşında,
komutanı olan yüzbaşının kızına olan aşkı ve savaşın ve rakip bir âşığın araya
girmesiyle çetrefilleşen hoş bir macera, diye kısaca konuyu özetleyebilirim.
Ama bu kısa romanın anlatımındaki güzelliği küçümsememeniz için Gogol'un
söyledikleri ve başka ifadeleri de üşenmeyip yazıyorum. (Üşenmeyip
okuyabilirsinizJ)
Puşkin anlatı alanında başyapıtı olan Yüzbaşının Kızı'nı
1836 yılında tamamlayıp yayınladı. Gogol romanla ilgili olarak şunu söylemektedir:
Yüzbaşının Kızı ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve ve büyük
hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık,yumuşaklık öyle bir yükseliyor ki bu
yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya
gerçekten de ilk olarak Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı,
karısı,bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi,zamanın karışıklığı, sıradan
insanların o alçakgönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnız gerçek değil, onu da
aşan bir şey.
Kitap hakkında edebiyat çevrelerinde ileri sürülen bir görüş
de şuymuş: Yüzbaşının Kızı yazılmasaydı,Tolstoy'un
Savaş ve Barış'ı da yazılmazdı.
Bu arada bir tesadüf de Cihat Burak'ın anılarını okurken
yazdığım ahlak ile ilgili paragrafa Yüzbaşının Kızı'ndaki şu cümlenin denk
gelmesi oldu:
" (…) Genç adam! Bir gün bu yazdıklarım eline geçerse,
en yararlı, en köklü değişikliklerin, ancak ahlâkların düzelmesi yoluyla, hiçbir zorlayıcı sarsıntı olmadan
gerçekleşenler olduğunu unutma." (s.76,77)
Labels:
Ataol Behramoğlu,
Hasan Ali Yücel,
Kitap değerlendirme,
Puşkin,
Tolstoy
SEKS KÖLELİĞİ Mİ DEDİN SAYIN DİBİNE DÜŞEN ARMUT?
Pınar Kür'den ilk
okumam Akışı Olmayan Sular öykü
kitabıydı. Çok etkilenmiştim. Düşünüyorum da, hikâyelerinin çoğu aklımda kalmış
nadir yazarlardan olmuş Pınar Kür…İlginç, şimdi yazarken fark ettim.
Asılacak Kadın'ı
okumaya karar verişim, yazarın, epey önce SkyTürk'te yayınlanan bir
röportajından sonra oldu. Bu arada annesi İsmet Kür, H. Nusret Zorlutuna'nın
kızkardeşiymiş. Edebiyatçı aile, armutlar dibe J
Asılacak Kadın, 80 sonrası yasaklanma talebiyle dava
edilmiş. Romanın konusu gerçek bir olaydan alınma ve haliyle cinsel içerikli.
Ama tutup bunu iddianamedeki gibi (kitabın sonuna eklenmiş Pınar Kür'ün
savunmasından öğreniyoruz) yalnızca cinsel tahrik amacıyla yazıldığını savunmak
mantıklı değil, zira savunmada da dendiği gibi, 15 yaşındaki korumasız bir
kızın zorla ve sapıkça cinsel ilişkilere sokulmasının anlatımından tahrik
olacakların ruh hastası olmaları kuvvetle
muhtemeldir.
Olayın gerçek olması, ve ne yazık ki N.Ç'ler gibi, Ö.Ç'ler
gibi halen ve halen devam ediyor olması tüyler ürpertici. Uzun lafa gerek yok.
Hepimiz her şeyin farkındayız…
(Mor Kalemlik'de de bir yazı vardı: http://morkalemlik.blogspot.com/2011/09/pnar-kur-aslacak-kadn.html)
Bir not: Selim İleri'nin de sıkça söylediği gibi, edebiyatımızda saklı ne isimler var, ki tarihimize de ışık tutuyorlar aslında...
BİR MUHALİF
KIZI Halide N. Zorlutuna: (d. 1901, İstanbul,
Osmanlı İmparatorluğu - ö. 10 Haziran 1984, İstanbul, Türkiye), Türk şair,
yazar, öğretmen.
"Kadın
yazarların annesi" olarak anılır. (…) Halide Nusret'in babası Avnullah Kazimi Bey, 1908 yılında
"Fedekeran-i Millet Cemiyeti" adlı bir siyasi parti kurup muhalefete
başladığı için İttihat ve Terakki Partisi yönetimi tarafından yıllarca sürgün
ve zindan hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştı; bu nedenle Halide Nusret
çocukluğunda babasını çok az görebildi. (…) DEVAMI üstteki wiki linkinde.
Labels:
H.N.Zorlutuna,
İsmet Kür,
Kitap değerlendirme,
Pınar Kür,
Sensin Etik,
Tecavüz
KALDIRIM YOSMALARININ AYRIMCI SEVİCİSİ CİHAT BURAK
Cihat Burak
(1915-1994) mimar ve ressam olarak tarihimizde yerini almış bir isim. Bendeki yeri de maalesef ismendi. Resme neden
bu kadar uzağız (şimdiki) toplum olarak diye düşünmüşümdür sık sık.
Sinema,tiyatro,konser…bunlar iyi kötü ilgi görür de resim sergilerine filan
daha az gidilir sanki? Doğru dürüst ressamların çıkmayışından mıdır? Kendim bile resmi çok sevdiğim halde Türk resim tarihiyle ilgilenmemişimdir misal.(İslam dinindeki tasvir yasağını öne sürecekler
içinse naçizane Beşir Ayvazoğlu'nun
Aşk Estetiği kitabını öneririm)
Neyse efendim, Cihat Burak'ın 1992 Yunus Nadi Ödülü (Nasıl bir ödüldü bu aceba?) almış, anılarını
öyküleştirdiği kitabı Yakutiler.
Sahafta denk geldim ve almış bulundum.
Kitabın artısı, yazarın yaşadıklarını
anlatarak bir nevi kişisel tarih yazmış olması. İstanbul'un kendi çocukluk ve
ilk gençliğine göre geçirdiği değişimlerden tutun da genelev alışkanlıklarına,
mimar gözüyle değerlendirilen yapılardan (bkz. Ece Ayhan'ın şiirinde de,Sait Faik'in bir yazısında da geçen Çanakkaleli Melahat nam-ı esas genelev mamasının yaptırdığı mermer bina :)) Paris anılarına, politik düşüncelerine
dek, bohemliğinin birçok şeyini açık yüreklilikle, biraz da üstten
bakarak yazmış Burak. Başarılı, ilginç,yaşanmış öyküler olmuş hepsi.
Bir
kez daha kanıtlanan ise şu oldu: Türkiye'nin
şu an içinde bulunduğu ahlaksız kapitalizmin, insana değer vermeyişin temelleri ta o zamanlara
dayanıyor. Çözülme, yakın bir tarihe ait değil. Cumhuriyet dönemini, az
öncesini anlatan her anı-kitapta benzer şikâyetlerin altını çiziyorum ve bir
toplumun,bir gecede ya da birkaç yılda çözülüp bozulmadığını anlıyorum.
Dolayısıyla toparlanması da o kadar kolay olmuyor. Bunu gördükçe ülkem ve genç
nesilleri için kaygım artıyor…
Ahlaksızlık derken herhangi bir dinin,toplumun kurallarından
ziyade "insana" değer vermeyişin de altını çiziyorum burada. Kim ne
derse desin ahlakın ortak ve temel bir tanımı yapılabilir ve bu önce insana
değer vermektir. İnsanı daha başta sadece insan olduğu için değerli ve şerefli
olarak kabul ettiğiniz an bir şeyler yoluna girecektir bu ülkede… -izm'leri değil de "Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü" güzelliğine varmanın ya
da oradan yola çıkmanın enginliğini düşünerek yazmayı bırakıyorum…
Bir not: Yukarıda link verdiğim Ece Ayhan hakkındaki blog yazısını ben gibi Ece Ayhan bilmeyenler için öneririm.
VAHŞİ ALMAN KLEIST
"Kleist,
salt gerçekten daha çok varlığın bilincindeydi: sürekli olarak yabanıl yaşadı;
hatta kendi çağına ve çevresine bile düşmandı. Öteki insanların tutarsızlığını
ve bağımlılığını hiçbir zaman tam olarak anlayamadı. İnsanlar da Kleist'ın o
anlaşılmaz katılığını, fanatik abartıcılığını kavrayamadı.(Stefan Zweig)
…
Kleist'ın ruh dünyası iki ayrı parçaya bölünmüştü; tropik
yakıcılıktaki fantastik dünya ile donuk,soğuk, çözümsel madde dünyası.
Dolayısıyla sanatı da bu ikilemin etkisindeydi ve en uç noktaya kadar uzanmaktaydı.
Kleist'ı sınırlı ve kısır bir drama yazarı olarak tanımlayan eleştirmenler,
öykücülüğünü önemsemişlerdir. (…) Kleist öykülerinde kendi benliğini bütünüyle
devreden çıkarır, tutkularını bastırır, yazar olarak kendini bütün olarak silikleştirip
-çok büyük beceriyle- yalnızca katılımsız bir gözlemci olur. Doğal olarak bu da
sanatın tehlikeli bir yanı sayılabilir. Alman edebiyatında onun öyküleri kadar gözlemci,donuk
ama o oranda da ustaca bir maddecilik sergilenmemiştir. (…)" (Önsözlerden.)
Cancan yayınlarının yaz kampanyasından almıştım Locarno Dilencisini. Ve içindeki
öyküler Borges, Marquez ya da Fuentes'in büyülü gerçeklik tarzını
çağrıştırsa da yukarıda alıntıladığım gibi daha donuk, masalımsının sonunda düz
gerçek, realist öykünün sonunda sürrealist bir son gibi karışımlarla yazılmış. Okunabilir
ama şart değil bence J
Bir not: İntihar eden Türk
şairler hakkında bir kitap yayınlanmış galiba. Bulamadım ama intihar
etmiş ünlü yazarları sıralamak geldi
içimden bir yazıda. Hemingway,Zweig,Kleist,Nerval,Pavese,Woolf,Plath…ilk aklıma
gelenler oldu.
***
AZALTILMIŞ KOZMETİK/ AZALTILMIŞ KANSER İHTİMALİ
Efenim, öncelikle
Nasıl çatkapı gelene Tanrı misafiri deyip buyur
ediyorsak, ödülleri de öyle kabul edip alacağız bu fani pardon sanal
dünyada. İşbu saikle monsieur Deeptone'un verdiği sevimli blog ödülünü alıp kendisine
teşekkür ediyoruz: Teşekkür J
Blogstarda da sevimli blog olmuştuk, hatırladım. İki defa da
"versatile blog" yani çok yönlü blog seçilmiştik. Hımm… J
Bu girizgâhtan sonra yazının diğer kısmına geçiyorum:
Bildirim: Yazının
bu kısmı her ne kadar hatun kişileri ilgilendiriyor gibi görünse de kozmetik
kullanımı artmış erkek cibilliyetini de, ıslak mendil,pişik kremi, bebek bezi,diş macunu derken bebek ve çocuklarımızı da ilgilendirmektedir. (Bildirim sonu)
Geçenlerde makyajla ilgili bir yazı yayınlamış ama sonra
kaldırmıştım. Kaldırma sebebim ise bu yazı yazmayı planlayışımdı.
Kozmetik ürünlerinin aslında ne kadar zararlı olduğunu
biliyoruz. Yine de vazgeçemiyoruz. Her ne kadar hatun camiasının son zamanlarda
kimyasallara karşı bilinçliliği artsa da bu kez başka bir aldatmaca ile
karşılaştık: Organik kozmetik ürünleri. Bunların da çoğunluğunun sahte olduğu
yani kansorojen ve alerjen maddeler içerdikleri artık ortada. Makyaj bloglarını gezerken EWG.org sitesinin varlığını öğrendim.
Anlı-şanlı kozmetik markalarının da ürünlerini tehlikeli grubunda görünce
inanamadım önce. Sonra para için insanların yapabileceklerinin sınırı olmadığı
aklıma geldi. Ve yalan söylüyor olsaydı bu web sayfası, çoktan kaldırtmışlardı
bu siteyi bu dev firmalar, diye de düşündüm…(Hatta kaldırtmaya uğraşıyorlardır da)
http://www.ewg.org/guides/cleaners/
sayfasında kozmetik ürünler (elde edip analiz ettikleri kadarıyla) tehlike dereceleri ile
sıralanmış. Örneğin 0-2 düşük tehlike iken 3-6 orta,7-10 yüksek tehlikeli ürün
demek oluyor…EWG, A.B.D menşeli bir oluşum.Açılımı: Enviromantal Working Group. Çevre ile ilgilli çalışmaları da söz
konusu… Ana sayfası da burada. http://www.ewg.org/
Evet, site İngilizce. Ben de bir sayfayı koydum buraya. Bu
sayfa "Cüzdan kılavuzu" olarak
geçiyor ve çıktı alıp herkesin yanında bulundurması öneriliyor. Ben şahsen öyle
yaptım ve en son aldığım rimel için bu
kılavuza bakarak başka bir ürün aldım her zamanki marka yerine… Sayfada
belli başlıklar altındaki ürün gruplarının( nemlendiriciler,dudaklar, güneş
kremleri gibi) içeriğinde olması ya da olmaması gerekenler Yes-No olarak ifade
edildiği için İngillizce bilmeyenler bile rahatlıkla anlayabilir.Yine de bazı yerlere açıklamalar yazdım. Özellikle parabenlerin göğüs kanserinde etken olduğu bir çok profesör tarafından söyleniyor, ki marketlerde elimi attığım her el ve vücut kreminde bu maddeye rastladım! Alttaki sayfalarda diğer tehlikeli maddelerin adları da yazıyor...
Fakat işin ilginç yanı Skin
Deep Cosmetics Database adlı o sayfa açılmadı,şu anda kaç kez denediysem.
Sonra tekrar deneyeceğim, diğer kılavuzlar ise açılıyor, örneğin temizlik
malzemeleri ve pestisitler hakkında olanlar… Bu durumda iyi ki de o özet
sayfayı kopyalamışım diyor ve alta ekliyorum. Biraz uzun ama önemli bir liste.
Özet cümle ise:
Pick safer
products:
Use EWG’s
Skin Deep Cosmetics Database to find safety scores for thousands of products.
Use fewer products. Buy only after reviewing ingredients.
Remember marketing claims like “dermatologist-tested,” “gentle” and “natural” could be ad hype. YANİ:
Mümkün olduğunca az kozmetik kullanın.
İçindekiler kısmına bakmadan kozmetik ürün almayın.Pazarlama taktiği olarak
dermatolojik test edilmiştir gibi ibarelere güvenmeyin.Bunlar aldatıcı reklam
(ad hype) olabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)