Seita Ağladı, Ben Ağladım


Savaşlar en çok çocukları öldürüyor....Yaşayanlarını da....


"21 Eylül 1945, öldüğüm geceydi...."

Grave ofe Fireflies


https://tr.wikipedia.org/wiki/Ate%C5%9Fb%C3%B6ceklerinin_Mezar%C4%B1



KIŞ UYKUSU

Bingo.

İlk açılıştaki rüzgar sesleri.... Ne kadar özlemişim; başa alıp alıp dinledim...

(Dur bakayım....En son teyzemlerin dağ başındaki bağ evinde, gece karanlığında dinlemiştim galiba, 4 yıl önce...)

Sonra...

Necla biraz bana mı benziyordu yav?

Azıcık galiba. (" İnternette o kadar uyduruk yazar var ki o kadar beğenenleri olan" diyor ya:))

ŞIKIR ŞIKIR

                                                                               ŞIKIR ŞIKIR

Çocuğun kirpikli çocuk gözleri vardı.[1] Kahve içenlerin arasında kaybolup gitti. Sedirlerin gözü önünde. Kubbelerde Osmanlı kalem işleri, tezhipler orta yaşlı duruyordu. Çocuğu onlar da kandırmış olabilirler. Başı hep yukarılardaydı çünkü.

- Senin gözün zaten dışarıda. Biliyorum! Gidersen git. Vardır senin bir sevdiğin!
- Bari müşterilerin yanında bunu yapma Ömer, Allahın aşkına bari burada yapma!

ÖYKÜ İKİNCİ SINIF BİR TÜR MÜ ?

Öykü hakkında hiçbir tartışmaya girmedim, girmiyorum. Bunun iki sebebi var, tartışmalar beni ilgilendirmiyor, önemli olan yaptığım işi iyi yapabiliyor muyum, öyküyse öykü, romansa roman... Diğeri de bir konuda tartışabilmek ve başkasını ikna edebilmek için o konuya  tüm yönleriyle vakıf olmam gerekir  ki bunu hiç iddia etmiyorum....

"Gündelik hayatın kokuşmuşluğundan sıkılan bir insan soluğu edebiyatta alır. Ancak, geldiği yeri "geçmiş" olarak sırtında taşıyan insan o kokuşmuşluğu üzerinden atamazsa, yani mayasında edebiyatın kökü "edeb" yoksa, o kişi edebiyat dünyasına alınmaz. Fakat bir defa adım attıktan sonra, dışarıda da çıkarmaz. Tam da edebiyatı üretemediği bu aşamada, üzerindeki kokuşmuşlukta kendini tüketmeye başlar. İşte tam da burası, edebiyat olanın konuşmaya başladığı yerdir.
Bir yazar, jüriden rahatsızsa, "özgür" bir insan olarak, bu yarışmaya katılmayabilir. Kimse onu zorlamaz.. Doğan Hızlan ismi yarışmanın başında açıklanan jüri listesinde var, sonunda da. Sürpriz değil...

COŞKUYLA ÖLMEK

Biliyordum.
Bu yüzden okumayı geciktirmiştim işte.
Kıskanacağımı biliyordum:)

ARMUT DİBİNE

Telveciğimi ziyarete gittim bugün. Valide de yanımdaydı. Ne hikmetse Telve'yi en büyük kızı belledi hatun, çok sevdim Telve'yi, hem ben de göresidim gidecem senle diye tutturdu. Hadi tamam manevi evladın oldu, ses etmedik, beni ne diye yanında çekiştirip duruyorsun, Allah Allah :) 

İnsanın Kötülüğü

Hakkında yazacaktım, tasarımım buydu. Yine yazıyorum fakat araya başka şeyler eklendi... Belki de eklenmedi, bilinçaltıma tıktığım deliller gün yüzüne çıkıp çalkaladı beni...

Sonra yine bıraktım.

Sonra yine döndüm; bu öğlen, adını bile doğru dürüst bilmediğim bir yerde, iki polisin arasında umarsızca salınarak giden delikanlıyı görünce...

Anahtarı ver ulan dedi polisin biri zanlıya.

Akşamüstü Tilkillik'ten Kemeraltı'na doğru yürürken ise unutmuştum insanın "kötülüğünü".  Kalabalık, renkler, hay huy...

SELÇUK BARAN'I ERKEK, BERNA MORAN'I KADIN SANMAK...









Küskün ayrılmış yazarlarımızdan Selçuk Baran... İyi bir öykücü. Yalnızlık, umutsuzluk anlatıyor bu seçkideki öyküleri. (Depresifken okumayın:)) Klasik olay örgüsünden uzak, kesitler sunan, kesitlerle anlatan öyküler...


Hepsini beğendim ama en çok Sarmaşıklar, Bahçede, Haziran ve Ağ öykülerini...

SPİNOZACI CÜMLELER


Bugünlerde Spinozacı cümleler kuruyorum, gelenekselde yeri olmayan. Değişen şeyler var, insanlar, düşünce yapıları, hayatları ve yalnızlıkları... Ben de değişiyorum. Bir insan sabah sabah aklıma geliyor ve gülümsememe sebep oluyorsa ona teşekkür etmeliyim. Bir daha karşılaşmayacaksak bile bunu bilmeli bence.


Nikah Şekerleri



Cancağızım bir arkadaşım evlenecek. (Şaşkın işte.)


Nikah şekerlerine bakalım, senin fikirlerine güveniyorum dedi. Şu özel tasarımlara filan.


Binbir çeşit şey var kötüsünden iyisine. Akla hayale gelmedik şeyler yapmışlar, fantazinin bini bir para.

Neyse, bu işler ticaret işi sonuçta, kadınları kafala, parayı kap nihayetinde.

Hece Öykü 71. Sayı...

İçinde benim de bir öykümün bulunduğu bu sayıyı  ancak inceleme fırsatı buldum. ( Bu arada dergiyi alıp öykümü okuma inceliğini gösteren ve fikirlerini belirten Kitaplık blogu sahibi Eren blogdaşıma çok çok teşekkür ediyorum.)

Sayının dosya konusu "Öykü Ne Değildir?" olmuş. Bu şekilde sormak iyi olmuş. Cevaplardan ise Mihriban İnan Karatepe'ninkini kendime yakın buldum. Öyküye yeni hevesli olanların bu (ve bunun gibi ) dosyayı okumalarında fayda var.

KISA KES!

16. İzmir Kısa Film Festivali 17-22 Kasım arasında.



Sinemayla soğuyan aramı düzeltebilir belki.



Etkinliğin web sayfası:


http://izmirkisafilm.org/tr




SANDIK LEKESİ


Bu yıl okuduğum - şimdilik- en iyi öykü kitabı oldu bu.

Ben ben diyen birinci tekil öyküler yazmaktan ve okumaktan bıkmışken ne iyi oldu.


Epeydir kulağımın kenarındaydı Sema Kaygusuz. İlk öyküleri bu kitapta. Diğer kitaplarını da okumalıyım.


AFOROZDAN DİYALOGA- 2

Öncelikle, hıristiyanların takılıp kaldığı materyalizmin, marksizmde başka bir boyutta olduğunu söylüyor:


"Marksizmi, önceki materyalizmlerden ayıran şey, çıkış noktası olarak insanın etkin eylemini almasıdır. (...)

AFOROZDAN DİYALOGA- 1

Roger (Roje) Garaudy, 1913'de doğmuş bir Fransız aydını. 2012'ye kadar, uzun bir yaşam sürmüş.

Garaudy, uzun yıllar Fransız Komünist Partisinde yöneticilik yapmış. Bir tarihten sonra müslüman olmuş. Dolayısıyla iki farklı dünya için ( Batı ve İslam) de önemli bir isim olarak görebiliriz.

Aforozdan Diyaloga ( De L'anathem au Dialouge ) müslüman olmadan önce yazdığı, marksistler ile dindar hıristiyanlar, yahut da marksizm ile hıristiyanlığın "uzlaşı" alanlarını araştırdığı bir kitap.... Din, halkın afyonudur cümlesinin ezbere okunduğu bir sistemde Garaudy oldukça cesur davranmış bence.

Gerçek İslam bu değil! Dediğim çok oluyor son zamanlarda. 

SİSİFOS

Arkadaşımla (Kendisini Hakiki Vladimir olarak bilirsiniz :p) uzun bir aradan sonra fotoğraftaki manzara eşliğinde buluştuk. Sohbetimizin ortasında birdenbire sıçrayan balıkları görmek de ilginç oldu. Birkaç dakika boyunca onlarca balık suyun içinde sıçrayıp durdu... Kendimi belgesel izliyor zannettim:)

OTOSTOPÇUNUN GALAKSİ REHBERİ

"Dikkatsiz sözlerin hayatlara mal olduğu bilinir, ama bu sorunun  ciddiyetine yine de gereken önem verilmez..... Ne yapalım, hayat bu derler."

Sakın yapma!





Beyefendiler,

Sana çiçek alayım mı diye sorulmaz,


Pat diye alınır, takdim edilir.




Zamanı sızdıran



Yüzün geçmişten kalan
Aşka tarif yazdıran
Bir alaturka hüzün
Yüzün kıyıma vuran
Anne karnı huzuru
Çocukluğumun sesi
Senden bana
Şimdi zamanı sızdıran

 




BİR ŞEYİ BU DENLİ İSTEMEK ÇOK GÜZEL BİR ŞEY...



Boris Vian, yıllar önce, (hangi?) radyoda Ali Poyrazoğlu dinlerken ondan duyduğum ama yakın zamana kadar okumayı düşünmediğim biriydi. 

Günlerin Köpüğü ile başladım... Adı kitaba bu kadar yakışır eser azdır herhalde. Orijinali de aynı anlamda sanırım: L'ecurne Des Jours.

Sırasıyla

Kitaplığının önüne git
İlk ama ilk gözüne çarpan kitabı al
Rastgele bir sayfa aç
Ya fotoğrafını çek ya da yaz

Bu kadar.



Kitap tefeülü :p


Benimki Woolf'un Orlando'sundan. Gerçi arka sayfa daha da güzel. Onu da mı koysam?

Beni manşetlerde görmenize az kaldı

Sonra da diyorlar ki hasta yakınları şiddete baş vuruyorlar!

BABAM BENDEN ÖNCE ÖLÜRSE

jakarandanın salkımı düşmüş gibi
tozaran
toz, toz, güneşin altında, güneşle birlikte
leylağı mora
toprağı toza
Değişin
Değişin
Değişin

biliyorum bütün suçlarımı.


her çocuk önce baba der
babacığım


Okumadan olmaz, olduranlar da var tabii...

Ursula K. Le Guin'i, sevgili genel yayın yönetmenimiz tavsiye etmişti, kendisi nedense fantastik yazmamda ısrar ediyor. Gerçi çalınan romanım da fantastik idi :p

Kim demiş


Kim demiş çirkin erkek aldatmaz diye allasen? Kim uyduruyor bööle şeyleri, hım?

*

Elin adamı teee Adanalardan gelir görür de biz gidip görmez miyiz :p



Konak'tan metroya, Halkapınar'dan İzban'a, Hatundere'den otobüse binerek vasıl olduk Eski Foça'ya. Galiba 2 saat sürdü yol. İnat değil mi, gittik valla :p



Eski Foça'nın meydanı. Yakında görülen tuhaf yaratık heykeli Foça'nın mitolojik simgelerinden biriymiş. Adı ne zıkkımsa yazıyordu önünde ama unuttum .

Muhabbet demişken bencillik


Birbirlerine kırılan iki arkadaştan biri, uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar.

Kim o diye seslenir içerideki.

Benim der kapıyı çalan.

Burada ikimize birlikte yer yok  diye cevap verir öteki.

Aradan uzunca bir zaman geçer. Yeni bir umutla tekrar çalar sevdiği arkadaşın kapısını.

Kim o diye sorar yine içerdeki.

Senim, der bu sefer kapıyı çalan.

Ve kapı sonuna kadar açılır.

Bir tane daha

Çok muhabbet tez ayrılık getirir mi?

Ona göre davranalım da yani.


https://www.youtube.com/watch?v=ZMrg01lF0ug*









*Bu arada bu türküye konu olan acı hikayenin tanıklarından anneme saygılarla, Nida Tüfekçi'den güzel kayıt bulamadım... Müzeyyen abla da fena söylemezdi rahmetli.




NURETTİN EFENDİ'NİN ANAHTAR BAHÇESİ



Gene Eylül ayı geldi. Yapraklar sararmaya yüz tuttu. Yarın Eylül’ün 21’i. Günlerden Pazar. 68 yaşını bitireceğim. Kısacası sizler için ununu elemiş eleğini duvara asmış biriyim. Hani deseniz ki, Nurettin Efendi, hiç elekte un eledin mi, elbette hayır cevabını verirdim. Erkek adamın un elemekle ne işi olsun?! Tek katlı evimin bahçeye bakan kapısının önünde oturmuş bahçeyi izliyorum. Şimdi hayal ediyorsunuz ki bahçede üzüm asmasının gölgesinde dinlenen, çevresinde kavak, elma, dut, çam ağacı bulunan, saçları ağarmış, dişleri dökülmüş, dökülen dişlerinin yerinde takma dişleri ve buruk tebessümüyle sevimli bir ihtiyar sizinle dertleşiyor. Hayalinizi yıkacağım; ama söylemekte fayda mülahaza ediyorum efendim. Bahçede ne asma var ne de gölgesi, ne kavak, ne elma, ne dut, ne de çam… Çiçekler filan hayal ediyorsanız onlar da yok, boş bir bahçe. Ot derseniz o bile yok; çünkü otları her hafta tek tek ellerimle koparırım. Ne var da oturup izliyorsun Nurettin Efendi diye merak edenleriniz varsa hemen merakınızı gidereyim. Küçük küçük, tek sıra halinde dizili taşlar var. Neredeyse kaldırım taşı sıklığına ulaştılar. Amacım toprağı taşla kapatmak değil, sakın yanılmayın. Taşların bir amacı var. Hangi taşın amacı yok ki zaten?

Bu hoş öykünün devamı burada:  http://www.kirkincikapi.com/nurettin-efendinin-anahtar-bahcesi/

Kendimi Özel Hissediyorum :)/ Aşk Asi Bir Kuştur


Can arkadaşım, edebiyat sitemizin genel yayın yönetmeni, edebiyat ve sinema bilirkişimiz İKH sevdiğim nadir operalardan birinin güzel bir aryasını benim için, hem de çok güzel tercüme etti.

KIRK

Birisine kırk kere delisin dersen, delirir.

Birisi sana kırk kere seni çok seviyorum derse, sen de onu sevmeye başlarsın.

POSTÖYKÜ

Bir dergi yazısıyla daha başbaşasınız arkadaşlar, kaçasınız diye söylemedim, oturun okuyun, o kadar yazmışım işte :p

Yalnız 168 sayfa arkadaş! Neyse, iki aylık bir dergi bu. Benim gibi iki oturuşta değil, nefeslene nefeslene beş altı okuyuşta okuyun :)

Taşımızı atmadan başlamayalım: Ben internetten siparişimi verdikten sonra  Yakın Kitabevine gelmiş PostÖykü, hem de üçer beşer. Neyse, bir dahaki sefere tuttururlar herhalde.:) Yalnız o kadar çok sordum ki, görevli beyefendi sonunda numaramı istedi, haber verelim diye. Tabii dergiyi bahane de etmiş olabilirdi numaramı istemek için, o da bir ihtimal, hah ha:)

Gelelim yollarını gözlediğimiz dergiye.

236 * 2

Bozkırkurdu, ilk okuduğumda (5 yıl önce) beni etkileyen ama bunaltan ve rahatsız eden, şimdiyse yerini bulmuş bir kitap.

Beni etkiledi çünkü insanın olduğu şeyden utanmaması, kendini olduğu gibi kabul etmesi, bununla birlikte hayatı, kendi hayatını da öyle kabul edip, hatta çoğu zaman hafife alarak yaşaması gerektiğini söylüyor.

Şiiriyet

ve dünyanın en güzel adresine taşındım, senin yanına
kader renkli bir matematik gibi gerçekleşiyordu; senin matematiğin

ince abiler zemin katlarda ısrarla susuyordu
hiçbir kıza hiçbr soru ısrarla sorulmuyordu
gözlerinin adı ne?

Aşkın en hoş şeklidir; yüz buruşturma siyaseti
Geceleri gülümseme derslerinden sonra hiç uyunmazdı

Aman da aman, kimler gelmiş kimler



Taaaa Kayserilerden arkadaşım gelir de ben ona yoldaş olmaz mıyım:)

 İkinci gün Kuşadası'nı yokladık. Güzel, güneşli bir gündü. İskeledeki Güverte restoran hariç. Berbat, sakın uğramayın.

Soruşturma

Cesaret kazanabilinen bir şey midir?

BU KADAR ZARİF OLDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM

Allahım ne zarif adamlar var bu dünyada:)

Yani "Bu saatte rahatsız mı ediyorum diye düşündüm ama... " diye başlayıp  "Facebook 'ta az önce bir şey paylaştın ya, şimdi bir şey soracağım fakat soracağım soruya ne cevap vereceğini biliyorum diyerek başlayıp da  iltifat edebilen beyefendi modeli az bulunur,

Haksız mıyım hanımlar:)

Aşk, sevgi, cinsellik üzerine filozoflardan inciler

Sponville: " Kollarımla sardığım, az sonra haz alacak ya da ölecek bu kadın/erkeğin ne hissettiğini nasıl bilirim?" Bilinemez. Seks ya da ölümle doğru dürüst iletişim kurulamaz. 

Masum cinsellik yoktur.
Haz almayı arzulamak ile ötekini arzulamak aynı şey değildir.

Şopenaur: Arzu edip kavuştun. Mutluluk bitti. Mutsuz da değilsin. Bu durumun can sıkıntısıdır.

(Burada, Platon ve Şopenaur'ın anlamamıza yardım ettiği, çiftin ilişkisinin güçlüğüdür.)  


Niçe: Bir sürü kısa çılgınlık, işte aşk dediğimiz bu ve bu kısa çılgınlıklara evlilik , uzun bir saçmalıkla noktayı koyar.

AŞK CİNSELLİK ÖLÜM*



Aşk en ilgi çekici konudur. Neredeyse her zaman öyledir. Neredeyse herkes için öyledir.

1952 doğumlu Fransız felsefeci A.C. Sponville böyle başlıyor kitabına.

Kitabı dediğimiz 2000'li yılların başından beri aşk ve cinsellik felsefesi üzerine kaleme aldığı makaleler ve seminerlerinin derlenip toplanması.

Ki çok da iyi etmiş bunu yapmakla. Güzel, doyurucu, düşündürücü bir kitap. Tabii felsefe terimleriyla olan seviyeli birlikteliğim yüzünden zaman zaman gıcık olmadım değil. Sanırım en kısa sürede bir felsefe sözlüğü edinmeliyim:)

Kitap 3 bölüm altında:

Aşk
Seks ve Ölüm (cinsellik felsefesi)
Tutku İle Erdem Arasında (Dostluk ve Çift Üzerine)

Ötekinin Hakikatini Sevmek



Hakikat neşe veriyor dinle beni
Artık senden saklayacak bir şeyim yok
Beni görmelisin
Olduğum gibi


P. Eluard


Bazı Şiirler O Kadar Güzel Ki,


Tıpkı iki kişilik öyküler gibi...

DERİN GÜRÜLTÜSÜZLÜK*
   
sakin olmayı öğrendim senden
duru sulara bakmayı
bir ermiş gibi pas tutmuş kapıların ardında
kendimle buluşmayı

ARKADAŞIMIN DERDİ

Benzeri benim de başıma geldiği için çok iyi anlayabiliyorum onu.


Genç bir şair arkadaşımın bilgisayarı ve hard diski çalınmış birkaç gün önce.

Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla

aslen naz dediğin kadın taifesine mahsustur

velev ki  aşk bilgici saygıdeğer atalarımız büyüklerimiz "fazla naz aşık usandırır" deyu noktayı koymuşlardır


bu iki taraf için de geçerlidir.

:)

ERKEK OLMANIN TEHLİKELERİ

Öteki yayınlarından 1992'de Selçuk Budak çevirisiyle çıkmış Dr. Herb Goldberg imzalı bu kitap, yazarın kendi deyimiyle feminist söylem ve suçlamalara karşı erkek gözüyle erkekler için yazılmış. 1975'te.

Kitabın bence önemli yanı, bugün ülkemizde de yeni yeni konuşulan argümanları barındıran ilk çalışma olması. Yazar da ikinci önsözde bundan, yani kitabının erkekler tarafından ancak 10 yıl kadar sonra ciddiye alındığından ve benimsendiğinden bahsediyor. Hatta ilk yıllarda kitabının ve seminerlerinin en büyük takipçileri kadınlarmış:)

Kitap, Amerikan toplumundaki örnek olaylardan ve istatistiklerden, 70li ve 80li yıllardan bahsettiği için okurken bunları kafanın bir köşesinde tutmakta fayda var.

Erkeğe geleneksel-toplumsal olarak biçilmiş rollerin (koşumların) onu kendinden uzaklaştırdığıyla başlıyor argümanlar: İyi bir eş, iyi bir seks partneri, iyi bir âşık, iyi bir baba olma, para kazanan güçlü erkek olma gibi koşumlar. Sonra kadın zayıftır ve korunmaya muhtaçtır fikriyle yetiştirilmeleri... Bu arada yazarın tekeşliliği "sorun" gibi görmesi tabii biz kadınlar için problemli olabilir :)

Aşağıda kitabı anlatabilecek kimi alıntılar  ve en sonda içindekiler bölümü var.

Son söz: Erkek de insandır :)))))

AŞKTA ERKEK GİBİ OLMAK LAZIM

Yani düz, dümdüz.

"Seni sevdim,tamam değil mi?"

Yahut, "Sen de benden hoslandin.Sorun ne?"

Sorun yok cicim, sorun bizim tuhaf kafamizda.

Valla bak en doğrusunu onlar yapıyor:))



Deneyler, deneyler...

Ne deneyler yapıyorum...

KADINLARIN KUSURLARI YA DA EKSİKLİKLERİ ÜZERİNE YAZI, KAYNAK VB. SORAN ARKADAŞIM

Ocak ayında okuduğum bu kitap bir sonraki yazıda.
Kadınların tek kusuru var;

Soruşturma 2



"Şiir gibisin" cümlesi bir şairin ağzından çıktığında ne kadar kıymetlidir?

USLU DURURSAN :)

Samandıra Baba
 
yaramaz kız bahçeye gelecek
benimle oynayacak
 
samandıra babacığım
ona bütün oyuncaklarımı versem
                ve bütün nedirciklerimi
 
kertenkeleler kaçacak
ve biz güneşten saklanacağız
                çok yaprakların altına
 
samandıra babacığım
çok uslu oturacağım
                yaramaz kız gelecek diye
 

CONQUEST OF HAPINESS: MUTLULUĞUN FETHİ

Her zamanki Türk ticaret zekasıyla, bu kitabın başlığını "Mutlu Olma Sanatı" olarak çevirmiş Say yayınları. Oysa orijinali çok daha güzel: Mutluluğun Fethi.

1930'da, 58 yaşında yazmış Russel bu kitabı. Ve başlarken mutsuz olmak için ciddi dış nedenleri olmayanları hedef aldığını ve kendi yaşamından  öğrendiklerini söyleyerek çok bildimci ve ahkamcı olmaktan çıkmış. 

YALNIZLAR MEKTEBİ

Özgecan derken Nuh Köklü derken bir de Çengelköy'deki vahşi koca cinayeti...

Bütün bu karamsarlığın ortasında bütünlüğüm kaybolarak okuyorum bu yılın aldığım ilk edebiyat dergilerini...

İlk dergi varlığından yeni haberdar olduğum Yalnızlar Mektebi. İki ayda bir çıkıyor ve 11. sayı elimdeki.

Ha, demelisiniz ki varlığından haberdar olman şart mı, geçen sene ölümlerden döndün sen, yazıya harf veremedin, tek satır okuyamadın...

Evet, aynen böyle deyip savunmalısınız blogcanınızı :)

Fakat oldukça iyi bir dergi; bu sayıya bakarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Ben Diyeyim Elif, Sen De Aleph...



... kumlara özenle bir dizi harf çizip çizip siliyordu, tıpkı düşlerimizdekiler gibi kavranış sınırına varır varmaz dağılıp giden harfler. 

soruşturma

Çamura düşmüş  ve artık görünmeyen bir incinin ne anlamı olabilir ki?

LOLITA

Lolita da bitti .

Nihayet okudum.

En başta Lolitalık gibi bir kavramı biz dünyalılara hediye ettiği için Nabokov'a bir teşekkür etmeliyiz değil mi?

Lolita'yı Lolita yapanın yazarın cüretkarlığı mı, bundan dolayı birtakımlarının şişirmesi mi diye merak etmedim değil.

micro nano paso öykü

Dans edelim mi dedi.
Dans etmeyi bilmiyorum dedim.
Ben de bilmiyorum dedi.
Dans etmedik.

En mutlu meslekler

B. Radyoloji merkezindeyiz. NTV açık. Haber: Çalışan-meslek mutluluğu anketi yapmışlar.

Şarkı söyleyebilseydim


Böyle söylemek isterdim...

http://www.youtube.com/watch?v=yy3EpWYfG1s



............

bazılarının muhabbeti hiç çekilmiyor

ne yazılı ne sözlü


YAZINSAL BİR TÜR OLARAK KISA ÖYKÜ

H.E. Bates, 1972 , Bilge kültür sanat yayınları, mart 2005 basımı. 

Bates, İngiliz kısa öyküsünü Rus ve Amerikan öykücülüğünün etkisinde incelemiş bu kitabında. Tabii kısa öykü için genel çıkarımlar da mevcut. Taze öykücülere tavsiye edilir :)

Dindar Müslümanlar Mı?

Yaban domuzuna yapılan işkenceyi hepimiz gördük ekranlarda.

Sevgili bir blog arkadaşım bu konuya değinmiş, ben de ona yazdığım yorumu burada da yazacağım zira unutmaya çalışsam da vahşi görüntülerdi ve susmak değil yılmadan tekdir etmek gerek bu tip şeyleri.

YAZI VE YAZGI


Yazı ve Yazgı'nın ilk bölümündeki yazılar "çizgi meselesi" yönünden benim için ayrı bir önemde ve zorlukta yazılar...

MOCCO NERMİN, BEN, ÇAY VE ANSIZIN HAYAT

Telefon bekliyordum. İtiraf edeyim o telefonu bekliyordum. Çiçeklerin yanındaki masaya geçtim. Diğer kapının orada olduğunu fark etmemişim. 

Paltomu çıkarıp sandalyenin arkasına attım. Fularımı sonra...

Zayıf, önlüksüz, handiyse kavruk bir oğlan geldi siparişimi almaya... Tatlı yememeliyim. 

HE GÜLÜM 2014 Bİ' SANA GÜZELDİ!


Ne nalet bi' yıldın sen 2014! Diyorum ama bir yandan da tırsıyorum, beterin beteri var Allah korusun diyerek. Hatta adını bile anmak istemiyordum ama mimlendim Telve hanım tarafından :p

Sanırım 2006'dan beri yılların nasıl geçtiğini anlayamıyorum ben. Solucan deliği, kuantum, uzaylısın da ondan, kıyamet alameti filan, her tür açıklama kabulüm, bilen varsa bi' açıklasın bana neden böyle oluyor bana?

Fekat bu 2014 olacak zilli çok beter vurdu hacı :p

Özer Aydoğan karikatürü


O- HAKKARİ'DE BİR MEVSİM

Ferit Edgü'yü ilk okuyuşum.

Bana tavsiye edilen kitabı buydu...

Kısa, yalın, şiirsel dili olan bir roman bu.

Belli bir başı, sonu olmasa bile güzel bir roman. İnsanı yormuyor.Atmosferi var ; okurken Hakkari'de dağ başına sürgün edilmiş bir öğretmen olup çıkıyorsunuz siz de.

Romanda çeşitli teknikler görmek isteyenler için kaçırılmamalı.

ADAMINA GÖRE





ŞİMDİ AŞK EBEDİYYEN DEĞİŞİR

Uf oldum sayın seyirciler...



Tek kelimeyle çarpıldım....

HER TEMAS İZ BIRAKIR

Bazı kitapları satın alıp okumak yerine elime geçmesini bekler, bu arada sağdan soldan bilgi toplar, okumuş numarasına yatarım :p

GÜLŞEFDELİ YEMENİ

Kitaba adını veren hikâyeyi bir  radyoda dinlediğimde ağladığımı hatırlıyordum. Okurken yine ağladım...

YAVAŞLIK

Üniversitenin ilk yıllarındaydı. Bir arkadaşımın ablasının kitaplığında Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği vardı. Kitabı elime aldım, "şey" dedi, "ben henüz bitirmedim ama okumasan da olur bu kitabı."

inanalım

inanalım
soğuk mevsimin başlangıcına
düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
işsiz devrik oraklara
ve tutsak tanelere.
bak nasıl da kar yağıyor.

Bİ' DEFOL GİT ADORNO!

Yani size de aşk olsun saygın ve baygın blog izleyicilerim dostlarım

İnsan bi' demez mi kız Narda, sen karamsarın tekisin, Adorno modorno, felsefe filan senin nene gerek, germe kendini boşuna, takıl burda yine kendi halinde diye!

Aşk olsun hepinize koynunuza da kuşlar konsun, kıpır kıpır rahat vermesin inşallah. amin:)