ŞIKIR ŞIKIR
Çocuğun kirpikli çocuk gözleri vardı.[1] Kahve içenlerin arasında kaybolup gitti.
Sedirlerin gözü önünde. Kubbelerde Osmanlı kalem işleri, tezhipler orta yaşlı
duruyordu. Çocuğu onlar da kandırmış olabilirler. Başı
hep yukarılardaydı çünkü.
- Bari müşterilerin yanında bunu yapma Ömer, Allahın aşkına
bari burada yapma!
Bu alçak, kaba kendirden yapma tabureler; renkleri kirlenmeye
başlamış, oturmakla yıpranmış, lifleri sağdan soldan üçer beşer fırlamış.
Bu üzeri kilim desenli bezlerle örtülmüş, taburelere münasip
sehpalar.
Bu yirmi metrekarelik kahvehane.
Köşelere saman yastıklı sedirler.
Bu üst kattaki tuvalet; birkaç basamaklık sallapati merdivenle
çıkılan.
- Yine daldın tatlım.
- Dalmadım. Ne zaman şu adamı, yuvarlatılmış dudakları,
kaşları gibi inceltilmiş sesiyle bir fincanı okumaya başlar duysam gözlerim
kararıyor, kalbim sıkışıyor. Hesabı zor ödeyip çıkıyorum hemen. Kaç kere oldu
bu.
- Cidden mi?
- Evet cidden.
- Kalkalım, başka bir yere gidelim o zaman.
- Gerek yok. Bakmıyor şu anda kimseninkine. Hem her yer aynı
baksana:
- Hanımlar, kahvemiz çok güzel, odun ateşinde ve fincanda
pişiyor. Falcımız da var.
- Kahve mi ? Yerimiz klimalı, buyurun.
- Kahvenin tam yerine geldiniz. Üst katta yerimiz var. Fal da
bedava.
- Kahve tellalları. Baksana hepsi bir tür: olsa olsa on altı
ile yirmi beş arası erkekler. Zayıf, kirli sakallı, tuhaf saçlı, spor giysili,
tüylü bağırları açık... en çok da mimikleri. Hatta aslında o mimikleri. Uygun
sıfat bulamadım bir türlü.
- Korkma bi' tanem. Ben yanındayım hep.
-Korku? Evet, korkuyorum onlardan. Fincanlar kırılacak diye
de korkardım.... İki tane kaldı bana. Annemin çeyizinden. Bülbül yuvası kadar.
İki hörpüm kahve ancak alır. Sırları hâlâ dökülmemiş. Evladiyelik. Evladiyelik...
Yani evlatlara kalacak kadar uzun ömürlü... Tabakları yok ama. Onlar da atılmış
takımın geri kalanı gibi. Dikkat ettim de kahve içmeye gelenlerin hepsi otuz
yaş üstü. Daha genç görmedim hiç. Sonra nedir bu sesler, bu kalabalık? Şıkır
şıkır insanlar, şıkır
- Ne düşünüyorsun? ... Tatlım? Ne düşünüyorsun?
- Şıkır şıkır...
- Şıkır şıkır?
-Duvarlar, camlar, sedirler, vitrinler, tabureler, gömlekler,
buluzlar, pantolonlar, nike'lar, toms'lar, stiletto'lar, büstiyerler, ağaçlı
dallar, dallardaki ülke bayrakları, yeşil yeşil yapraklar, kalem işleri, adına
artık kimsenin sebil demediği sebiller, şadırvanın demir mızrak çitleri,
almanca,danca, ingilizce, rusça, fransızca konuşmalar, daha pişmedi mi köfteler
diye bağıran fıstık gibi ama zarif olmayan genç kadınlar, gece Süleyman'ın kız
arkadaşını almak için yola çıkan ama varyantta kaza yapan delikanlılar,
- Anladım galiba. Yazıyorsun.
- Belki sonra yazarım. Ne güzel gülümsüyorsun. Senin gibi
güzel gülen erkekleri de paranteze dahil ediyorum o halde. Serçe kanadı gibi elleri olan ve güzel
- Güzel öpüşen erkekler, değil mi?
- Bak sen! Pekala. Baştan alalım: Şıkır şıkır... Böyle
mısrası yok muydu bir şiirin?
- Hiş hişt eden bir öykü var ama şıkır şıkırı hatırlayamadım.
Öpüşmeye dönsek?
- Dükkân sahibinin kocası çok kıskanç diyorum. Kadına kan
yutturuyor.
- Ben sana asla öyle davranmam. Hep çok güzel öperim.
- Sedirlerin arasında kaybolan kız var ya, onların kızı, ana
sınıfına başlayacaktı bu eylülde.
- Sana benzeyen bir kızımız olsun.
- Duydun mu beni? Kaybolan kız. Çocuk kirpikli çocuk. En son
ben konuşmuşum onunla.
- Çok üzücü bir durum. Ne konuşmuştun onunla sevgilim?
- Ben büyüyünce asla evlenmeyeceğim demişti.
-Anne babası deminki gibi çok kavga ediyordu demek. Anlaşılır
bir şey çocukcağızın tepkisi. Sen büyüyünce benimle evleneceksin ama, söz ver,
tamam mı?
Çocuk kalem işlerinin içinde mavi bir göz olmuştu, kırpıştırıp
duruyordu kirpiklerini. Hemen anladım onun olduğunu. Yerimi kimseye söyleme
diye işaret etti gözüyle. Kızıl, lacivert, gök mavisi, yeşil; oklu mineler,
taçbaharlar, tunalar, elibelindeler, fesleğenler[2]...
buradan daha güzel bir yer olabilir miydi gidilecek? Çizgi filmler kadar
güzeldi burası. Böyle böyle anlattı nazar boncuğu gibi sarkarak. Hep orada
saklanamazsın ki diyecek oldum, büyüyünce ağırlığını kaldıramaz bu mavi göz ve bu kubbe. Konuşamadım.
- Cevap vermeyecek misin?
Şıkır şıkır duvarlar, camlar, sedirler, vitrinler, tabureler,
gömlekler, buluzlar, pantolonlar, nike'lar, toms'lar, stiletto'lar,
büstiyerler, ağaçlı dallar, dallardaki ülke bayrakları, yeşil yeşil yapraklar,
kalem işleri, adına artık kimsenin sebil demediği sebiller, şadırvanın demir
mızrak çitleri, almanca,danca, ingilizce, rusça, fransızca konuşmalar, daha
pişmedi mi köfteler diye bağıran fıstık gibi ama zarif olmayan genç kadınlar,
gece Süleyman'ın kız arkadaşını almak için yola çıkan ama varyantta kaza yapan
delikanlılar, korkmuş kız çocukları, güzel öpen erkekler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)