HEDİYE "SORUNSALI"


Hediye vermeyi almaktan daha çok severim. Fakat epey zamandır hediye almadığımı fark edince üzülmedim değil geçenlerde. Neyse ki sevgili Telve'cim ve Tuba'cım güzel hediyeleri ile çıkageldiler. Hani başka bi şey düşünseymişim olurmuş, öyle denk gelmişti yani :)



Üniversitedeyken aklıma estikçe çevremdekilere küçüklü büyüklü hediyeler alırdım. Birden şaşırırlardı, bayram değil seyran değil diye. Onlardaki şaşkınlık ve sevinci görmek beni mutlu ederdi. Hatta son harçlığımı hediyeye yatırıp bir hafta dışarıdan bir şey yemediğimi hatırlıyorum :p  

Hediye almak zor iş ama.  Hediye alacağın kişiyle olan yakınlığın, cinsiyeti hatta mesleği önemli bu seçimi yaparken....

Samimi olduğun, nelerden hoşlanmadığını ya da o ara ihtiyacı olan bir şeyi bilebildiğin insanlara hediye almak daha kolay elbette. 

Ama bu kadar iyi tanımadığın birine hediye seçmek karmaşıklaşıyor. 

Ben o eski ben değilim :)




Mükemmelliyetçi insanlar daha çok kendilerine zarar verirler aslında.

Mangal Maşası

Kirpikleri çok güzel olan erkekler var bu şehirde. Haksızlık ama bu! Ben benimkilere kaç kat rimel sürüp de çıkmak zorundayım öyle görünmesi için:)

****
Tayyip bey dindar nesil yetiştirmek istiyor, ben de kankasız nesil.

İzmir 'i Gezmek

Geçtiğimiz hafta  sonu, Marshall yardımı sayesinde(!) Amerikan arabaları için yeni geniş yollar açılmak suretiyle yok edilen bir tarihi yakaladık kıyının yanı başındaki İzmir'de...

Dün gece otlandım biraz

İtiraf edeyim biri bahsedene kadar Ot diye bir dergiden habersizdim ki bu  bahis de birkaç ay öncesine dayanıyor.

Genç kafalı, teenager kıyafetli  bir dergi Ot. Muhalifin önde gideni haliyle :)

Murat Menteş, Hakan Günday, Ece Temelkuran, Hatice Meryem, Tarık Tufan, Murat Uyurkulak gibi bilinen isimler var. (Meryem'in öyküsüne dikkat.)

Menteş'in Gülse Birsel'den aşırdığı başlıklı " Peki ya sevgi, peki ya saygı, peki ya seks?" yazısı okunabilir.

BİR ERKEK KADINLARDAN (BÜTÜN) NİYE NEFRET EDER?

Sen soruyu cevaplamadan ya da yazının devamını okumadan önce şunu belirtmek ihtiyacı duyuyorum:

Edebiyat Dünyasında Bir İlk!

Edebiyat dünyasında bir ilk!

İddiasız okur iddia ediyor (iddaa değil!)

Az sonra... değil, hemen şimdi, en hızlı iletişim yoluyla:)

Flört, Olumsallık,Aşk, Başarı ve Diğer Şeyler Üstüne: Bir şeyi yapmaya değiyorsa kötü yapmaya da değer / kim bilir neler kaçırıyoruz konuşmamış olmakla

Psikanalizin aşk hakkında anlattığı hikayeler de, bilgeliğin kazanılması konusunda, doğrusal olarak ilerleyen geleneksel anlatıyı haklı çıkarmaktadır (bilgelik, daima erotizmin karşıtı olan bir şeydir tabii). Başlangıcta icat konusunda cok üretkendir aşıklar, birbirleri hakkında (geçmişten geri kazanılmış) büyüeyici yanılsamalar yaratırlar hep ve hakikatle karşılaştıkca bu hayaller bozulur. Aşk denen delilik, tabir yerindeyse kurumsal ve ilkesel olanın karşısında (ya da dışında) bir duruştan başlayıp kesin kanaatlerin kayalarına bindirmekle son bulan bir yolculuktur.

FLÖRT ÜZERİNE


İnsanların sadece ciddi şeylerle (delilikle, afetlerle, başka insanlarla) flört etme eğilimi göstermesi ve flörtün bir zevk olması, onu üzerinde düşünmeye değer bir ilişki, bir eylem tarzı haline getirir. Ama ilerlemeci hikayelerden yana tercihimiz yüzünden flört,ancak öngörülebilir bir hedefe ulaşmanın aracı olduğunda kabul görür; flört etmek hoştur, ama birinin flörtü olmak oyle değildir (flörtle ilgili pek cok şaşırtıcı ve etkileyici durumdan bir tanesi de flört diye nitelenen kişilerin geleneksel olarak kadın olmasıdır). Flörtler tehlikelidir, çünkü kendilerine özgü bir şekilde Gercek İlişki’ye inanırlar. Burada inanmaktan kastım, var“mış gibi davranmak"tır.

MÜTERCİM

Bir ilk roman Mütercim.

İlk roman olarak oldukça olgun buldum.

Alper Gürkan 1980 doğumlu ve sosyoloji eğitimi almış. Birçok dergide yazıları ve incelemeleri çıktığını biliyorum.

Romanın konusu için arka kapağa buyuralım:

"Enterese Etmiyor"

Kabul edelim ki ülkemiz heykelden ve heykeltraştan yana güdük, kadük. Resim için bile aynı şeyi söyleyebiliriz canlarım.

(Hayır, hemen milletimizin sanatseverlik yönünü eleştirecek değilim. Aksine adam gibi işler ortaya çıksaydı takdir eden iyi bir kitle olacaktı bence. Evet biraz koyunluk varsa da Baykal'ın ihtişamını izleyerek göçmüş, Anadolu'nun dolu dolu kültürüne aşina olmuş bir millet olarak gereğinde öpüp başımın üstüne korum ben onu:p)

Hele bi' bakın,heykel diye oramıza buramıza koydukları pleksiglas nanelere, orijinal bir estetik, bir ifade görebiliyor musunuz?

Nerede o eski...

Eskiden, eşyalar, mesela bir saç fırçası, tarak, bir masa, bir komodin, yıllar yılı seninle kalması için yapılırdı.

Bu yüzden özenilerek, çok sağlam olduğu kadar süslenerek, ince bir zevkle, hatta kişiye özel yapılırdı...

Senelerce aynı tarağı kullanırken zamanla onda oluşan yıpranmışlık izleri sana bir şey anlatabilirdi.

IT'S A PEN


Yazmak çok güzel bir şey; bir harfin kuyruğunu çekmek, nokta koymak, köşeli bir parantezi kapatmak…

Körün Parmak Uçları...

 grup halinde
                fotoğrafınız çekilirken

BU ARADA

Bu aralar pek kitap okuyamadım. Hastanelerden, doktorlardan sıyrılabildiğim dönemlerde okuduğum kitaplar:

Romantikliğim Tuttu

BRIDGET JONES'UN GÜNLÜĞÜ


Helen Fielding'in, doksanların başında çok satan olmuş, filmi, devam romanları ve onların da filmi çekilmiş romanı.

Fielding'in kendinden ve çevresinden izler taşıyan roman, İngiltere'de, doksanların başında, otuzunu geçmiş ama hâlâ evlenememiş kadınlara toplumun bakışını ve çaktırmadan evlilik baskısını yansıtıyor. (Son yirmi yılda ne kadar yol almışız :)) Bridget'ın sorunlu aşk ve cinsel hayatını jurnalleyerek yapıyor bunu roman :)

NOAH / WINTER'S TALE/ DIVERGENT / TRANSCENDENCE

Başarısız bir film Noah (Nuh, 2014).

Her ne kadar yönetmen ve senaristlerimiz Yahudi de olsa (D. Aranofsky ve Ari Handel) film  olmamış bu kez. (Böyle bir kalıp var kafamda: Sinema ve görsel sanatlarda yahudilerin ayrı bir zekası var) Bunu senaryonun zayıflığına bağlıyorum. Özellikle çatışma açısından. Felsefe kendini gösteremiyor.

MAVİ YASEMİN / BLUE JASMINE

İzlediğim filmlerine bakarak Woody Allen'ın tarzına "vodvilvari" diyebilirim kendimce. Ama bu kez öyle yapmamış. Daha sakin işlemiş filmini.

BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ/THE GRAND BUDAPEST HOTEL


Çekimleri Mart 2013’te Almanya’nın Gorlitz ve Saksonya eyaletlerinde tamamlanan, Almanya, İngiltere ve Amerika ortak yapımı olan çok hoş bir film Büyük Budapeşte Oteli.
Filmin sonundaki jeneriğe göre senaryo Stefan Zweig’ın notlarından esinlenerek yazılmış. ( İyi bir yazarın parmağı olduğu belliydi J )

Ankara'nın Bağları

Polatlı'dan itibaren çalmaya başlar otobüsün radyosunda. Ama hazırlıklıyım, laptop, cep telefonu ... hepsinde horon çalacak!
Hic sevmiyorum otobus yolculuklarini ama oldu bi kere. ..



Enver İbrahim* Dinliyorum

Enver İbrahim dinliyorum.
Çok güzel.
Hisli.
İpek gibi.
Fakat,

BAŞIM DERTTE

Görüntülerle. Eve ekmek ve tuz götürmeyi hep bu yüzden unuttum.

Her şey unutuluyor. Mevsimler bile. Kış gelecek, sonra yaz, sonra yine kış, dedi.

Sefamın sultanı ikidir;




iki çay söylemiştik orda, biri açık,
(http://canlina.blogspot.com.tr/2013/04/bi-cay.htm'dan )

keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
(Cemal Süreya)

haydi iç de çay koyayım.
(Ah Muhsin Ünlü )

ve hala ince belli bardakta içilen çay tüm felsefe ,
poetika ve kuramların üstündedir.
Çay duyguların sıvı halidir.
(Bekir Erdoğan)

o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
(Haydar Ergülen)

SİHİRBAZIN KIZI*

                                                                            


                Sihirbaz, Damm köyünden ölmüş Vensan'ı sahnedeki aynada kanlı canlı gösterince, hikâyesi kulaktan kulağa fısıldanır oldu. Cadıların yakıldığı tarihler henüz gerilerde kaldığından adı kötüye çıkmıyordu elbet. Yine de kimine göre yüce ruh, kimine göre cinli deha idi.

GÖLGE ETME...


Devlet, edebiyatı ve sanatı kesinlikle desteklemeli, evet!

Ama eğitim müfredatında edebiyat ve sanata daha çok yer vererek; ezber- not korkusuyla değil, sevdirerek çocuklara, hayatlarının mühim bir parçası olduğunu göstererek. Kısacası vatandaşının "maneviyatını" önemseyerek.

Başka ihsan istemez.


Devlet, edebiyatçıyı ve sanatçıyı desteklemeli mi? Yanına böğrüne kuş tüyü yastıklar koysun mümkünse!

MÜMKÜN ÖYKÜLERİN EN İYİSİ

Bir öykü kitabı için çok cazip bir isim. *

İyi ki de ismin cazibesine kapılıp almışım.

Yok anacım

Kısmetim kaderim fülan hepsi bağlanmış benim. Yüreğim de pek kabarık, gördün mü? Bağlayanın da kabartanın da  anasını!

MAHALLENİN ROMANI


Ne çok öykü var şu mahallede bile. Hele bazıları Dostoyevski'ye layık.

Gel seni bir "Plus"'layayım!

"Google +" hesabımı kapatalı epey oluyor.

TATAR ÇÖLÜ

Okumak için bilinçli olarak beklettiğim bir kitaptı Tatar Çölü. 

GENERAL UÇTU

Bir 12 Eylül romanı; ortalarından itibaren polisiye-gerilim tadında, bir çırpıda okunan, o dönemin kuvvetli bir eskizini çizen, taze ödüllü( buradan) bir roman. Nazik mesajları ve düşünceliliği için Mehmet Bey'e teşekkürlerimle...


SİZ HİÇ ...

 
Siz hiç başkasının hakkını bilerek çaldınız mı?

Siz  hiç intikam için birini ağlattınız mı?

SOM­_ALTINDAN YAZI

                                             
"Halamın görümcesinin eşinin cenazesine gittik, Soma'ya..."

"Komşumun kocasıydı Alaybey'dekilerden biri. Çocukları benimkilerle yaşıt..."

" Kızımın sınıf arkadaşının babasıydı."

Halanın görümcesinin eşi, komşunun kocası, kızının arkadaşının babası... bile bile ölüme yollananlar hep tanıdıkların, bizden birileri.

Bu arada, ben şimdiye dek hiçbir "vekilin, müsteşarın, patronun, müdürün, müfettişin, denetçinin" oğlunun-kızının ya da kendilerinin "iş kazasında" öldüğünü de duymadım. Onlar bizlerden değil demek ki?

Biz kim miyiz?

Kâr artırmanın ilk ve tek yolunu işçinin giderlerinden kesmek olduğunu düşünerek, ucuz ve kalitesiz kaynak gözlüğü, iş ayakkabısı alıp, eskiyen çelik halatları yenilemeyip, çalışanlar şikâyete, yenisi için isteğe geldiklerinde "Daha yeni aldık şu kadar, şu kadar da para ödedim, vermeyin yenisini" diyen, sipariş formlarını imzalamayan "patronlara" çalışmak zorunda olanlarız.

Sesini yükseltenlerin mimlendiği fabrikalarda, madenlerde, tersanelerde çalışmak zorunda olanlarız.

Ohsas, (eski adıyla) Haccp, Iso belgelerini kâğıt üstünde alıp denetleme zamanı yaklaşınca ayakları birbirine dolanan, standartların sağlanması için görevlendirdiği mühendis ve forman'leri eğitimlere katılmış gibi gösteren ama yollamayan müdürlere çalışmak zorunda olanlarız.

Belge denetimlerinde denetçilere "her türlü ikramı" yapmayı iş güvenliği önlemlerini almaktan yeğ tutan  "finans ve pazarlama müdürlerine" çalışmak zorunda olanlarız.

Biz kim miyiz?
Alın terine inananlarız.

Biz kim miyiz?
İşçinin emeğinin karşılığını alnının teri kurumadan veriniz diyen bir peygamberi tanıyanlarız.

Biz kim miyiz?
Biz para için çalışan ama paraya tapmayanlarız.

Biz kim miyiz?

Biz, siz değiliz.


Ama sizinle buluşacağımız yere şimdi sizden önce varmış, size Soma altından seslenenleriz.

Yine Beraberiz...


Notos, Nisan- Mayıs sayısını Sait Faik'e ayırmış. Öyle olunca  önümüzdeki ay almam gerekirken bu ay aldım dergiyi. Ah, Sait Faik...

(En son burada bahsetmiştim: Lüzumsuz.)

Dergide Sait Faik hakkında Murat Gülsoy, Behçet Çelik, Haydar Ergülen, Ahmet Büke, Fethi Naci, Ara Güler ve Oylum Yılmaz'ın yazıları var. Çoğunu orada burada okuduğum bilgi ve tespitlerin bir araya toplanışı olmuş bu yazılar,elimin altındalar artık... Fotoğaflarla, illüstrasyonlarla renklendirilmiş dosya.

İçerik sayfasından hemen sonra Berkin Elvan'ı unutamayız illüstrayonu ile açılıyor dergi.

Edebiyat Derine Doğru Kazar

Bir sonraki yazı Notos'un Nisan-Mayıs sayısı olacak ama şimdi okuma sırasına göre Hece'nin bu ayki sayısından bahsedelim.

Zaman Asırlarla Geçer

Zaman asırlarla geçer, Drina Köprüsü taştan bir tanık olarak hep orada kalır. Hayaletleri,hikayeleri, selleri,acıları ile... Bu romanın kahramanı ne Boşnaklar ne Sırplar ne Almanlar ne Macarlar, ne Türkler ne de başka insanlar... On yaşında köyünden,anasının bağrından koparılırken sallarla Drina'dan geçen, geleceğin sadrazamı Sokollu'nun belki bir kalp ağrısının izi olan bir Çupriya, yani Drina Köprüsü... Uzun zamandır böyle güzel bir roman okumamıştım, başlarken tereddüt etsem de...

Okumuş Bir İşçi Soruyor*


Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil’i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima’nın?
Ne oldular dersin duvarcılar
Çin Seddi bitince?
Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans’ta?
boğulurken insanlar
uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik kazanmış?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir sürü olay sana
Ve bir sürü soru.
Bertolt Brecht

( *Sevgili Pluie'den)


BAŞKA DA BİR ŞEY DEMİYORUM...

LÜZUMSUZ

Hayır,hayır! Hiçbir işe layık değil. Hakkı var insanların. O, dünyaya hayretle bakmaya doğmuştur. Hiçbir şey anlamadan şaşırmaya doğmuştur. Başını alıp yollarda dolaşmaya, insanlar neler yapıyor diye görmeye gelmiştir. Bir köprüde durup suyun rengine bakmaya.....

ORKA*


                                                    
            Büyük tanktaki balinanın doğduğu yıl ben de doğmuşum: İkimiz de 45 yaşındayız. Benim annem öldü, onunkisi yaşıyor olmalı. Ben beş yıldır olgunluk çağımı yaşıyorum, o da yarılamış ömrünü. Aynı uzunlukta zamanı geçirmişiz bu yerküre üzerinde. Ben mutlu değilim, sanırım onun bir şikâyeti yok. Yani şimdilik. O korkunç yaraları iyileşince okyanusta ailesi ve diğer akrabalarıyla birlikte olmayı çok isteyecek. Belki bakıcısına bu yüzden saldırmıştır. Bakıcısı televizyonda bir belgesel izlerken kızkardeşinin şarkısını duymuştur ve dellenmiştir. Olamaz mı, hayatta neler oluyor.

GÜNÜN DUASI

Öncelikle Telve hanıma çok çok geçmiş olsun diyorum. Nihayet evine dönmüş.
 

Tıp ilerliyor, ama doktorluk değil

İnsanlık ilerlemiyor çünkü, insanilik geriliyor.

Allahım, hastane köşelerinde değil evimde, bir gecede ölmek isterim.

Görkemli hayatlar

Klişelerden nefret ederim ama doğru bir şeyi veciz bir şekilde söyledikleri için tutulmuş ve klişe olmuşlar aslında. Mesela

Oysa uzun süredir burada kimse kimseyi tanımıyor artık. Tanıyormuş gibi yapıyor.

Sonra, şehir aşağıda insanlarla dolup taşan sokaklarını, caddelerini, meydanlarını ve alışkanlıklarını sürükleyerek gürül gürül akar, camlarının parıltısıyla söner, bacalarıyla tüter, hiç değişmiyormuş hızıyla değişir, için için çürür, leş gibi kokar ve apartmanlardan oluşmuş kirli bir deniz edasıyla durulup durulup yeniden bulanırken, biz yukarıda kalıp bir süre birlikte yaşayacaktık belki... Şehrin ve hayatın içinde, şehirden ve hayattan uzak, uzun uzun geceler geçirecektik. Kenarları, bize dünyanın öteki ucunda yankılanıyormuş gibi gelen incecik kalem cızırtılarıyla süslenmiş; içi sancılı daktilo tıkırtıları, alın kaşımalar, deri değiştirmeler, yarışırcasına yan yana yürümeler, efkârlı efkârlı sigara içmeler, dudak bükmeler, aniden kalkıp  şıngır şıngır oynamalar ve kâğıtların beyazlığına doğru yayılan belli belirsiz gülümsemelerle doldurulmuş; hem dervişlerin çile odalarına hem decennetin sonsuzluğuna benzeyen, bir varmış bir yokmuş tadında, uzun uzun geceler...

Kadınlar İkiye Ayrılır,

 güzel - çirkin, yahut akıllı - kafasız olarak değil.


Erkekler mi? Onlar tek tip. Hele de kadın karşısında.

BİN HÜZÜNLÜ HAZ / GÖLGESİZLER

1. Listede yıllardır alınmayı bekleyen bir kitap: Bin Hüzünlü Haz

2. "Sözde" yaratıcı yazarlık atölyesinde vakti zamanında önerilen bir kitap.

3. Türkçe'nin, damakta harikulade tat bırakan kullanımı için önerilen - ve önerilmekte sonuna değin haklı çıkılan- bir kitap.

4. Olay örgüsü olmadan, atraksiyonsuz, hatta sadece duman duman kıvrılan bir atmosferle de bir roman, hem de güzel bir roman yazılabileceğini gösteren bir kitap.

HOŞUMUZA GİDEN GÜZEL OLANDIR


Böyle diyor felsefeye giriş kitabında.

Şu hoşlaşma meselesini daha irdeleyemedim ama güzel şeyler ekleyeceğim şimdi buraya.

Bütün Şarkılar Eskir

Bilgisayarda kayıtlı 1700 şarkı var. Çoğu klasikleşmiş, yerli ve yabancı 1700 şarkı.


Bir ömrün şarkıları. Birçok ömrün şarkıları: İlkgençlikte sevilen, baştacı edilen şarkılardan tutun da babaların, abilerin sevdiği ve  aktardığı şarkılardan, türkülerden şimdiki popüler hitlere kadar, her telden şarkılar...

TURŞU SUYU



O zamanlar  otomobillerin geri görüş kameraları yoktu, tablet bilgisayarlar da. Anla işte, cep telefonu diye bir şey de yoktu.

Tozlu sokaklarda, sümükleri aka aka koşup oynayan çocuklar, bir bahçeye düşen topu almaya korkan çocuklar, adım atıp adam seçen takım başları çocuklar vardı. Uğurböceklerini kibrit kutularında toplayan, kapari çiçeklerinin pistilini koparıp ucuyla avucuna bir-iki harf karalayan çocuklar vardı. Birilerinin uzaktan kumandalı arabalarını kıskanan çocuklar avunsunlar diye, burnu delinip ip geçirilmiş plastik arabalar ve o ipleri utanarak çeken çocuklar vardı.

Amerikan Filmlerinden Öğrendiklerim

* Çıplak dolaşmak suçtur ve gözaltına alınma nedenidir.

* Cebinde 20 cent olmadan dolaşmak suçtur; serserilik sayılır ve gözaltına alınma nedenidir.

* Amerika'yı koruyanlara Allah her zaman yardım eder ve bombalardan çizikle kurtulurlar.

Ses

"Nedim'in billur sesi Babıâli Yokuşu'ndan aşağıya doğru uzaklaşarak kayboluyordu: Havadis!" Sayfanın gerisini okuyamadım.

Ağlayan...



Ağlayan Çayır değil, Ağlayan Eleni! Ağlayan hep öksüz, hep kadın… Bu filmden kalan tek evrensel gerçek bu...


Bir zamanlar ben de böyle ukalaydım;

araya yabancı kelimeler katınca bir şey oldum sanıyordum. Fiyord, Norveççe'de zaten körfez demekmiş. La gezi programı sunucusu, ha bire ne fiyord, fiyord, fiyord deyip duruyorsun, çok güzel körfezler var desen dilin mi kopar?

Nobel komisyonunun üyelerini de Nobel Parlamentosu seçiyormuş. E yani, parlamento diyorum, siyaset diyorum.

***

Sandığımız Adam

Saçları uzadığı için kafasında bir ton kıvırcık olan uzun boylu adam, gerçekte sandığımız kişi değildi. Sandığımız cevizdi ve oymalıydı.Ceviz derken ceviz ağacındandı. Aslına bakarsak bir ceviz de sandıktı. İçinde cevizini saklayan bir sandık. Ceviz, içi ve dışıyla ceviz olduğuna göre, cevize sandık demek bir bakıma hatalı da olmaktaydı.  Cevizi, içi ve dışı diye ikiye ayırırsak, cevizin dışı sandık demeliydik. İçinde içini taşıyan bir sandık. Evet, artık böyle bilimsel bir çabanın ürünü olan bu tanımı kullanmalıyız.

Kendine Ait Bir Ada

J. Deep'in de bir adası varmış.

Mavi Köşede ÖYKÜ Kırmızı Köşede ROMAN



Vallahi öykü yazmak daha zor.

Çok iyi bir öykü ve roman okuru olup öyküler ve roman yazmaya çalışmış (hatta, cahil cesaretiyle yazıp yolladığı ilk ve tek roman "taslağı", adı sanı belli bir yayınevi tarafından çalınmış :p)  biri olarak gönül rahatlığıyla söylüyorum bunu.

İyi bir öykü yazmak, iyi bir roman yazmaktan daha zor. En azından daha kolay değil.

EĞİTİM ŞART!


Önlük- yaka ile eğitim ilk kez Sümerler'de görülmüştür.

Örf, bilgidir. Âdet ise geriye dönmek demektir.

TARİHİ ROMANDA NEDEN GERÇEKLİK ARIYORUZ?

Tarihi romana, Türk okurların ezici çoğunluğunun ve tarihçilerin, akademisyenlerin ilk ve en önemli olarak "gerçeklik" üzerinden bakmaları hakkında düşünüyordum da...

Az önce facebook'ta bir arkadaşımın paylaştığı bağlantı üzerine... (Elif Şafak'ın son kitabı üzerine bu bağlantı. İki eleştiri söz konusu. İlki, romanı mimari ve tarihsel gerçeklik açısından eleştiren bir mimarın, diğeri de bu eleştiriyi eleştiren  Semih Gümüş'ün.)

-18 KİTABI

Memleketin hali etvarı ortadayken edebiyat vesaire yazmak içimden gelmiyor. Ancak bloglarımız böyle zamanlarda kaçış yeri işlevi de görüyor; sığınılacak bir liman... (İnterneti de elimizden alıp eciş bücüş bir şey yapmaya çalışıyorlar zaten. Ama ne demişler Sultan Süleyman'a kalmadı bu dünya!*)

Unutma Bahçesi

Bu kitabın filmini yapmak isterdim işte…

hiç kırık

Nasıl bir hayal kırıklığı…

Resmen kolu kanadı kırılıyor insanın.

İnsan gerçekten de sevdiğinin kusurlarını görmüyor…

kelimelerin namusu

Cemil Meriç, tam olarak hangi bağlamda söylemiş bilmiyorum ama kelimelerin namusundan bahsetmiş.

Bugün, ülke olarak başımızdaki bunca belanın temelinde de benzer bir şeyi görüyorum: Kavram karmaşası.

Neden karmaşa?

neden

Bazı hikâyelerin, romanların bir sahnesi, diğerlerinden daha çok kalmış aklımda. O kadar canlılar ki, adeta o hikâyeyi ya da sekansı yaşamışım gibi. Benim gibi ezberinde ne bir çift mısra olan, ne de  okuduklarından bir cümle anekdot dahi kalan biri için şaşılacak şey.

Kafka İle Söyleşiler

                                                                                                                                         
                                                                                                  Kitapların büyük sakıncalarından bir tanesi                                                                                                   de budur.Sakıncalı, çünkü doğruluk ile                                                                                                         oyun oynuyor.Doğruluk ile oyun, yaşam ile                                                                                                   bir oyundur her zaman.

her eve lazım

İcabında devlet bu işe bir el atsın, o kadar sevapkârsa, her eve göndersin bunlardan.

flu

1. gün: Öğleye doğru alışılmadık bir halsizlik çöker ama umursanmaz, işlere devam edilir. Akşam yemeğinden sonra birden bir titreme gelir ki balçığı yediğinin işaretidir ama artık çok geç gülüm.

2. gün: Bir önceki gece yorganın altında titrenerek geçince ilaçlar ve kat kat giyinmeler başlar. Akşama doğru gözler, tavaya akıtılmak üzere olan yumurtalar gibi yuvalarından uğramaya başlar. Vücudu ateş basar. Kaslar dilim dilim dilimlenir. Kemikler ise soteleniyordur. Yataktan kalkamazsın. Bu flu'nun seninle olan fantazisidir, seni günlerce yatağa bağlamak. Çok geç gülüm. O bakışı atmayacaktın.

Bir insandaki

adalet ve vicdan duyguları nasıl yok olur?

***

Hasta yatağımda, tam yarım saat, atv'nin haberlerini dinlemek zorunda kaldım. Tam yarım saat, arka arkaya cinayet ve saldırı haberleri.

Öfke.

Öfkeyi anlayabiliyorum.

Haksızlığa uğradığını düşünmek.*

Onu da anlarım.

Ya diğer şeyler? Baştaki soruya dönelim yine, o "hasletler" daha hiç gelişemeden kurutuldularsa?