Rollo May'in
Yaratma Cesareti'ni okuyorum.
May, cesareti sınıflandırırken moral cesaretten bahsediyor. (Bilenler bilir, moral kelimesi
İngilizce'de ahlâk demektir aslında.)
Bu cesaret türüne, Soljenitsin'in,
Rus esir kamplarındaki insanlara yapılan zulmü, tek başına, Sovyet
bürokrasisine karşı protesto edişini örnek veriyor. Ölümle tehdit edilmesine,
sürgüne rağmen vazgeçmiyor Soljenitsin.
"Moral cesaretin kaynağını, kişinin kendi duyarlığını
yoldaşı diğer insanların acısıyla özdeşleştirmesinde bulması, büyük anlam
taşımanın yanı sıra, kuraldır da.(…)Kendi benliğini başkalarının acısını
görmeye yöneltebilmektir.(…) Kendimizi kötünün yaşantısına sokabilseydik, kötü
için bir şeyler yapmaya zorlanacaktık." 1
Buraları okurken Alatlı'nın V.L. Muerte'sini hatırladım.
Alatlı, Rodoplu'nun ağzından, Türk aydınlarının içinde
bulunduğu "yabancılaşmayı"
da böyle açıklıyordu Gırgır dergisindeki bir karikatürden yola çıkarak. Yabancılaşma,
yani haksızlığa, acıya, zulme yabancılaşma; onu çekenle bir olamama, seni insan
yapan bu değere yabancılaşma. Zulme2 uğrayanı hissedememek ve zulme
karşı çıkamamak, karşısında kalakalmak, hissizleşmek, yahut bir karikatür
çizmeyle3 görevini yaptığını sanmak…
Buraya kadar yorumsuz yazdım. Sadece zulüm kelimesini ben
tercih ettim…
Bu noktada her başkaldırıyı değerli görüyorum ben:
Darbeye, zorbalığa, adaletsizliğe hayır diyerek bağırabilmenin ahlâki
cesaretine hayranım. Çözüm için bunun peşinden gidebilmeye, gidenlere. Ama bir yerde bir şey eksik sanki.
*****
1. R. May, Yaratma Cesareti, s.44-45
2. zulüm: Güçlü bir kimsenin, yasaya veya vicdana aykırı
olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kaygı, eziyet,cefa. Böyle demiş TDK
"zulm" için. Bu madde de sanki bir yabancılaşma unsuru…
3. A. Alatlı, Viva La Muerte, s.13-14 vd.
"...bir yerde bir şey eksik..." çok güzel açıkladın, tebrik ederim...
YanıtlaSilrabbena hep bana.
YanıtlaSil