Burroughs ve Kerouac'tan daha önce okuduğum için nelerle
karşılabileceğimi bilerek oturdum Hırsızın Günlüğü'nün başına. (Gerçi Genet'yi
Beat kuşağından saymıyorlarmış ama ben öyle kabul ediyorum, Beat'ten önce Beat
yazan Genet)
OSCAR WILDE VE MUM IŞIĞI CİNAYETLERİ
Sel yayınlarından bugüne kadar ne okudumsa tat alamadım.
Sanki "second grade" kitaplar basıyor :)
Neyse, bu kez okuduğum kitap fena bir polisiye değildi.
Basım ve çevirideki hataları saymazsak tabii.
OKUYAMADIĞIM KİTAPLAR
1.Dostoyevski'nin Yeraltından Notları
2. Fernando Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı
3. Ferit Edgü'nün Şimdi Saat Kaç
4. Susan Sontag'tan Sanatçı; Örnek Bir Çilekeş
5. Albert Einstein'dan Dünyamıza Bakış
6. J. Joyce'tan Ulysess
Hepsini okuyabilirdim; eski fikrim olsaydı, yani başladığım
her kitabı ne olursa olsun sonuna dek okumak düsturum.
Artık buna sabrım yok, yaşlı ve huysuz bir hatun olma
yolundayım, zamanımı bir türlü içine giremediğim metinlerle harcayacağıma sütlü
kahve yapıp pencere kenarında ya da örgü öğrenmeye çalışarak geçirmek daha
mantıklı geliyor bu ara.
H-E-R-K-E-S
Herkese ulaşamazsın derdi
Herkes seni ve derdini görecek kadar dikkatli bakmaz
Herkes söylediklerini duyacak kadar kulak kabartmaz sana
.
.
.
TEKNOLOJİYE KARŞILIK İNSAN KABİLİYETLERİMİZDEN TAVİZ VERMEK
Feysbuk'ta bir arkadaşım paylaşmıştı bu Yuval Harari röportajını.
Ben her ne kadar göz attığımda kitabını sıkıcı bulmuşsam da ( kabul, o an için beyefendiyle münazara halindeydik ve ben biraz ön yargılıydım kitaba karşı:)) bayağı ünlendi kendileri bilirsiniz.
Aç parantez, zaten bu ara benim takıntılarımdan biri de internet ve kameralar vasıtasıyla her saniyemizin kayıt altında olması ve bilgilerimizin depolanması. Casuslara malzeme olacak değerde değil ama reklamverenlere malzeme olmam bile yeterince mütecaviz bir tutum. Neyse, kapa parantez.
Röportajı okurken aynını keşfettim ve kendi kendime dedim:
Gerçekten de İstanbul gezimiz sırasınca hep google efendiye, gps'e başvurduk... Yolumuzu bulduk ama yol bulma kabiliyetimizi körelttik! İnsana has kabiliyetlerimizi devrederek insanlığımızı köreltiyoruz!
Röportajda ilgimi en çok çeken bölümlerden birkaçı
GAVUR MAHALLESİ
Paketin arkasında "Çok amaçlı ayıklama metodlarını
kullanmamıza rağmen taş çıkabilir, gözden geçirilmesini tavsiye ederiz." yazıyordu.
Barbunyaları gözden geçirmeden tencereye atmış
ıslatmıştım, son anda ellerimle gözden geçirdim; bir şey çıkmadı. Çocukluğuma
dönmemem imkansızdı; valide önümüze bir tepsi verir, mercimek, pirinç,
bulgur... Allah ne verdiyse ayıklamamızı buyururdu...
ORASI CENNET OLMALI!
İş ve eş gereği ABD, Houston, Teksas’ta yaşıyorum. Geçen
hafta başımdan geçen ilginç ve gerçekten çok etkilendiğim olay, evime yakın bir
postanede gerçekleşti. Yeni yıl hediyesi olarak internet aracılığıyla satın
aldığım kol saati paketten camı çatlamış çıkınca, vakit kaybetmeden derhal iade
formunu doldurup soluğu postanede aldım.
Rastlamasan Hiç Haberin Olmayacak Filmler
Tv'de denk gelip
izlediğim ve beğendiğim bir film.
Orijinal adı Wakolda.
The German Doctor ya da Aile Doktoru adıyla da gösterilmiş.
GİŞE MEMURU
En son burada hatırlamıştım filmi. Geçenlerde tv'de rastlayınca daha izlemediğimi hatırladım ve izledim :)
Başrol oyuncusunu sevdiğimden dolayı (Ben
lisedeyken az Kaçış
Planı yapmamıştım kendisiyle)
merak ediyordum, tabii bir de filmin aldığı güzel eleştiriler
vardı. Kendisinin de, eninde sonunda bir ödülle payelendirileceğine emindim;
yanılmam yetenekler konusunda :)
Labels:
Asilkan,
Ruhi Sarı,
Serkan Ercan,
Sinema,
Taslaklardan,
Tolga Karaçelik
Herkes İzlediği İçin İzlemiş Gibi Yaptığın Ama İzlemediğin Filmler
Calvino'nun kitaplar için yaptığu sınıflamadan uyarladım başlığı.
Postacı (Il Postino) bu filmlerden biriydi.
Nihayet izledim geçenlerde.
Çok hoş, sevimli bir film. Artık böyleleri yapılmıyor:p
Filmin anlattıkları ile filmdeki sadelik, doğallık ( hikayenin geçtiği yerin güzel tabiatıyla birlikte elbet), akıcılık, espritüellik, Mario karakterini canlandıran aktörün başarısı... güzel bir seyirlik koyuyor ortaya.
Postacı (Il Postino) bu filmlerden biriydi.
Nihayet izledim geçenlerde.
Çok hoş, sevimli bir film. Artık böyleleri yapılmıyor:p
Filmin anlattıkları ile filmdeki sadelik, doğallık ( hikayenin geçtiği yerin güzel tabiatıyla birlikte elbet), akıcılık, espritüellik, Mario karakterini canlandıran aktörün başarısı... güzel bir seyirlik koyuyor ortaya.
STEFAN ZWEIG, SAHAF MENDEL VE DİĞER İKİ ÖYKÜ
Bu kitabı okurken ara ara Hesse okuyorum sanarak (sırada Hesse'nin bir kitabı da vardı ) kafam
karıştı. Fakat öyküler bittikçe bu yanılgımın farkına vardım...
Labels:
Kitap değerlendirme,
Peyami Safa,
Sinema,
Stefan Zweig
DORIAN GRAY'İN PORTRESİ NE ANLATIYOR?
Sadece zevk alarak, hayatı kuralsız ve sorumsuz yaşayarak
tecrübe etmek, başkalarını düşünmeden, onları kendi dertlerine bırakarak, kendi
hareketlerinin başkaları üzerindeki sonuçlarının sorumluluğunu almadan, hatta
böyle bir etkilenimin varlığını bile kabul etmeden...
Labels:
Andre Gide,
Italo Calvino,
Kitap değerlendirme,
Oscar Wilde
Bir Öyküyle Yazarlık Atölyesi
Hece dergisi için hazırladığım küçük edebiyat notları Çeşitkenar adlı kısımda. Nisan 2017 sayısında Haldun Taner'in bir öyküsünden bahsettim.
Çalışma ve Mutluluk yahut "Hemşerim Nörüyon?"
Sevgilim olacak beyefendiyle çıkmaya başladığımızda sağdan
soldan onun hakkında bana ilk sordukları hep şu oldu:
- Ne iş yapıyor?
Mösyö Philipon'un 2 yıl hapsine...
Hadi devam edelim.
" Zürih'te sıradan
bir yaşam sürme fikri büyülüyordu en çok beni. Londra'da sıradan bir yaşam
sürmekçok da kıskanılacak bir durum değildir.
Sıradan hastaneler, okullar
ve evlerin hemen hemen hepsi iğrençtir. Tabii bunların harika örnekleri de vardır, ama
onlara yalnızca çok zenginler ulaşabilir. Londra bir burjuva kenti değildir.
Zenginlerin ve fakirlerin yaşadığı bir kenttir."
Bu kıyaslama sayesinde ben de burjuva kentlerden yanayım.
Son alıntı bu bahiste:
" Modern ve laik
toplumlardaki insanların çoğunun benimsediği bir görüşe göre herkes gibi olmak, bir insanın başına
gelebilecek en kötü şey, tam anlamıyla
kadersizliktir.
Te Burası Edirne- Gezmeye Devam
Ufaklı tefekli kafelerden birinin gölgeli masalarından
birine geçip "iki çay söyledik
orada". Alan küçük olunca iki
masa sandalye atmışlar yan yana, haliyle dip dibe oluyorsunuz. Benimki
ihtiyaten oturabilir miyiz diye sordu yan masamızdaki beye. İngilizce
"Elbette, hele yanınızda bir hanımefendi varken" diye cevap alınca vay be dedim
Avrupalılık böyle bir şey olmalı :)
GEZMEYE DEVAM
Kılavuz önceden bunları bellettiği ve günübirlik gideceğimiz
için başka bir araştırma ve planlama yapmadım. Zaten vaktimiz de ancak yetti.
Hatta sevgili beyefendinin yüzünden az kalsın otobüsü kaçırıyorduk ve dolmuştan
inip bir yerde taksiye binmek zorunda kaldık. Taksicinin o telaşımızda para
üstünü eksik vermesiyle de (bilinçli bir iş gibi geldi bu bize ya neyse) 5 lira
yerine 27 lira ödemiş olduk.
Ücretleri de yazıyorum; böyle
her şeyi detaylı ve fiyatlarıyla yazan blogları seviyorum; belli bir bütçe
ve zaman kısıtlamasıyla gidilecek yerler için çok iyi ön bilgilendirme oluyor
çünkü.
MEMLEKET HİKAYELERİ
Refik Halid,, İttihat ve Terakki yönetimiyle ters
düştüğü için sürülür, uzun yıllar sürgünde
yaşar.
Memleket Hikâyeleri,
Gurbet Hikâyeleri onun en çok övülen, salık verilen kitaplarıdır ki bu övgüleri
hakediyor.
Memleket Hikâyeleri, Anadolu'da gezdiği bulunduğu, sürgün icabı,
görev icabı bulunduğu yerlerden izler taşıyor. Baktığımız zaman, 1909 ile 1920 arasında yazdığı (son hikâye hariç) Türk toplumunun, Türkiye
toplumunun, Anadolunun, sosyolojik durumunu, o zamanki diğer bütün
özellikleriyle birlikte, coğrafi, ekonomik, psikolojik olsun, savaşın, harbin, harplerin getirdiği
zelilliğiyle birlikte (kitapta sıkça geçen bir kelime zelil) , sosyolojisini
de, içindeki kodları (bu kod kullanımı da yeni çıktı ya neyse) da görebiliyoruz.
Bu kodların hâlâ devam
ettiğini görebiliyoruz.
Tabii ki bir ülkeyi bıçakla keser gibi geçmişinden,
KORKUYU BEKLERKEN
Önsözleri okumuyorum artık, en azından önde okumuyorum. İhtiyaç
hissedersem kitabın sonunda okuyorum. Lisedeyken önsözleri okurdum en önce, adı
üstünde ön sözlerdi bunlar. Fakat çoğu önsöz eser hakkında övgüye ve bir özete
dönüşmüş gibi. Bu yüzden en sona bırakıyorum artık.
Bu yazıma başlarken de kitabı elime aldım ve önsöze de göz
atayım dedim. Zaten bildiğim ve gördüğüm şeylerdi, okumayı bıraktım:))
Kitaplar, yine..
Şikeste, Türker Ayyıldız'ın YKY'den çıkan öykü kitabı. Mayısta almışım ama ancak geçen hafta okuyabildim.
ÇOK GÜZELSİN, GİTME DUR...
Böyle yakın geçmişimize ait gazete vb. yazılarını okumak
kadar ufuk açıcı bir şey yok galiba... Yani okuduklarıma, Taner'in o dönemde
eleştirdiklerine bakıyorum - siyasi görüş vb.den bağımsız olarak- toplumumuzun sakat yönlerinin yeni
olmadığını, bilakis kökü derinlerde arızalar olduğunu ve sorunların çözülmek
yerien en fazla günübirlik çarelerle geçiştirildiğini, böylece de kangren
olduğunu görüyorum.... Meğer ne rezil, uyuşuk bir milletmişiz! Şimdi böyle
diyorum diye birileri beni linç etmeye kalkar diye de korkup bu bahsi
uzatmıyorum! Malum, durumlar belli...
Birkaç alıntıyla bitireyim en iyisi. Görülecektir ki bir
gıdım yol alamamışız o günlerden bu yana.... kısacası zihniyetimiz sakil...
ŞİŞHANE'YE YAĞMUR YAĞIYORDU...
Haldun Taner de
geç okuduğum yazarlardan. Oysa bu kadar geç kalmamalıydım.
Keşanlı Ali Destanı'nı
çocukken Tv'den izlemiştim. Tabii ki TRT'de.
Şamama kim, sen kimsin, herkes haddini bilsin, repliği
aklımda kalmıştır, bir de " Kıllısı, kılsızı, hırlısı, hırsızı, donlusu,
donsuzu..... heeep buradan geçer" gibi sözleri olan o tirad...
Meraklısı intenetten bakıp bulsun bu güzel oyunu. Gülriz Sururi ve yakınlarda
kaybettiğimiz eşi Engin Cezzar
oynamışlardı... Tabii o zaman bu isimlere aşina değildim, ilkokulda filandım
galiba...
Neyse, gelelim Taner'den okuduklarıma.
Elbette ki öncelikle Şişhaneye
Yağmur Yağıyordu / Ayışığında Çalışkur.
Dönemi itibariyle, entelektüel kimliği itibariyle Taner'in
yazdıkları çok önemli bana göre. Bunu özellikle gazete yazılarının toplandığı, Çok Güzelsin Gitme Dur, Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil gibi
düzyazılarının toplandığı seri için söyleyeceğim.
Dönelim Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu'ya... İlk basım 1953.
KAZ DAĞLARINA DÜŞEN YOL
Uzun, ince,üç köşe yel...
Yukarı, yukarı.
Özlüyorum bir şeyleri.
Sen en fazlasısın içlerinde.
Rüzgâr uzun zamandır böyle soğuk olmamıştı. Çayım daha masaya gelmeden soğudu her seferinde. Ama rüzgâr değil de ayağımın altında serili deniz yaptı sanki bunu.
Ve sevgilim,
Sakın incitme beni, rüzgâr olup soğutma kalbimi hiç.
Yukarı, yukarı.
Özlüyorum bir şeyleri.
Sen en fazlasısın içlerinde.
Rüzgâr uzun zamandır böyle soğuk olmamıştı. Çayım daha masaya gelmeden soğudu her seferinde. Ama rüzgâr değil de ayağımın altında serili deniz yaptı sanki bunu.
Ve sevgilim,
Sakın incitme beni, rüzgâr olup soğutma kalbimi hiç.

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)