MEMLEKET HİKAYELERİ

                                            

Refik Halid,, İttihat ve Terakki yönetimiyle ters düştüğü için sürülür, uzun yıllar sürgünde yaşar.

Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri onun en çok övülen, salık verilen kitaplarıdır ki bu övgüleri hakediyor.

Memleket Hikâyeleri,  Anadolu'da gezdiği bulunduğu, sürgün icabı, görev  icabı bulunduğu  yerlerden izler taşıyor.  Baktığımız zaman, 1909 ile 1920 arasında yazdığı (son hikâye hariç) Türk toplumunun, Türkiye toplumunun, Anadolunun, sosyolojik durumunu, o zamanki diğer bütün özellikleriyle birlikte, coğrafi, ekonomik, psikolojik olsun, savaşın, harbin, harplerin getirdiği zelilliğiyle birlikte (kitapta sıkça geçen bir kelime zelil) , sosyolojisini de, içindeki kodları (bu kod kullanımı da yeni çıktı ya neyse) da görebiliyoruz.

Bu kodların hâlâ devam ettiğini  görebiliyoruz.  

Tabii ki bir ülkeyi bıçakla keser gibi geçmişinden,
iç yapısından kesip koparamıyorsunuz. Bunun ne kadar gerekli olduğu düşünülse bile böyle bir yöntem uygulandığı hiçbir coğrafyada yararlı sonuç verememiş.  Ahtapotun kollarını kesip ama yeniden onların uzaması gibi bir şey.  Ahtapot kötü bir örnek oldu galiba ülkeyi tanımlarken. Neyse, geçelim buraları.

Özetlemek istediğim şey şu: bu ülkenin okumuşları çürük noktalarımızı, kötü zihniyetimizi ya da yerleşmiş kötü alışkanlıklarımızı, davranış kalıplarımızı gördükleri için bir çok şeyi değiştirmek istediler ya da kötülediler bu halkla, toplumla ilgili. Sıkıntı orada başladı yani verilen tepkide.

Kötülemek yerine ya da zorla, baskıyla değiştirmek yerine "eğitim" temelli bir değişime gidilseydi ... mesela eğitim deyince nedir,

Mesela, rüşvet olayı bizim toplumumuzda çok çok çok yaygın, kökleri çok derinlerde.  Bunu değiştirebilmek için, iş yapacak insanların, ki evvela "devlet daireleri",dir buralar, bir iş ahlâkının olması,

işinin zaten bu işi yapmak olduğunu bilmesi, parasının devleti, amiri tarfaından ödendiği, bir mağduriyeti varsa bu konuda devletten talep etmesi gerektiğini, kapısuna gelen vatandaştan değil, bilmesi, böyle bir iş ahlakının olması ve amirlerince de, devletçe de denetleneceğini ve en küçük bir suistimalde ve ihmalde cezalandırılacaklarını, şiddetle cezalandırılacaklarını, cezalardan ne bir indirim, ne bir af çıkmayacağını bilseler bir şeyler düzelecektir.

Ama burada ilk şey iş ahlakı bilincinin yani bunun eğitimle kazandırılmış olması. Ahlak deyince bu toplumsal ahlaktan bahsediyorum işte. Sağlam birkaç kural. Yoksa başka bir şey değil...

İkincisi yaptırımların kesin ve keskinliği.

Bütün bunlar bir eğitim planlaması değil midir? Yoksa eğitim denince on yaşındaki bebelere karekökü öğretmekten bahsetmiyorum. Ezberle kafalarını doldurup saatlerce süren sınavlara sokmaktan bahsetmiyorum....

İşte, bu ülkenin okumuşları diye başlık attım. Son zamanlarda biliyorsunuz, siyasette çok geçiyor, Bir tarafca sıkça söylendi. Bunu çok kullanıyorlar. " Bu ülkenin okumuşları, aydınları işte efendim, çok haraket etti, ediyor bu milletin insanlarına, ne hayır gördük onlardan " felan feşmekan; popülist söylemler...

Ki temelleri doğrudur, ve bu popülist söylemi devam ettirmelerine fırsat veren "okumuş" insanlar da çok. Ki bunlara ben okumuşlar yerine dengesizler demeyi uygun buldum şu anda.

Böylece, sonu olmayan bir çekişme, kısır döngü gibi devam etmekte...

Burada bu ülkenin gerçekten okumuşlarına (kaç taneler acaba?) iş düşüyor. Sadece okumayacaklar demek ki, biraz daha... neyle yaklaşmaları lazım? Kelimeyi bulamadım şimdi.. Bu arada okumuştan kasıt ne? Bu da sonuca bağlanmalı.

İşte Memleket Hikâyelerini anlatacaktım, kafamdaki bu düşünceleri olduğu gibi geçirdim buraya. (Sesli kayıttan, düzeltme yapmaksızın)

Daha okuyacaksanız beni, haydi gelin kitaptaki 18 öyküden bahsedeyim:

Kitap Yatık Emine adlı öyküyle başlıyor ki, sayfalar ilerledikçe içim acıdı ve tıpkı yukarıda bahsettiğim okumuşlar gibi " Ben böyle kasabanın, böyle sofuların, vicdansızların böyle padişahlığın, yönetimin, böyle memurun..." demeye başladım.


(Bir film vardı Yatık Emine diye, acaba bu öyküden mi esinlenilmişti, onu da bir ara araştıracağım. )

Şeftali Bahçeleri, adını bildiğim bir öyküydü. Nerelerde methedildiyse artık. Yine tembelliğimize bir (s)övgü olarak okunabilir. Yanlış anlaşılmasın, Karay, güzelim diliyle öyle sakin, tarafsız anlatıyor ki.... Üzüm üzüme baka baka kararır atasözünün kompozisyon açıklaması olarak da salık verilebilir aslında...

Koca Öküz, Vehbi Efendi'nin Şüphesi, Sarı Bal, Şaka, Küs Ömer, Boz Eşek, Yatır, Komşu Namusu, Yılda Bir, Hakkı Sükut, Kuvvete Karşı, Cer Hocası, Garip Bir Hediye, Bir Taarruz, Ayşe'nin Talihi, Garaz... Hepsi de eskimeyecek, tekrar tekrar okunabilecek hikâyeler vesselam.


Bir yayınımızın daha sonuna geldik. Yapımda ve yayında emeği geçen aklıma, fikrime, gözlerime ve parmaklarıma,

Teknik yapımda; ses kayıt cihazıma, kafayı yemek üzere olan cep telefonuma ( çektiği bulanık fotolar için), 6 yıllık emektar laptopuma ( Sony Vaio'ya özel) teşekkürlerimle,


İyi pazarlar blogcanlarım:)


BÜTÜN KARAY ESERLERİNİ İSTETELİM.




4 yorum:

  1. Rahmetli annem anlatırdı, Köy Enstitüleri ile ülkenin okumuş insanları, okuma fırsatı bulamamış, (sağlık, yoksulluk gibi çeşitli nedenlerle) insanlara sanat, tarım, ziraat bilgisi dahil eğitim veriyordu diye. Nasıl fidan dikilir? Nasıl iyi ürün alınır? Gitar çalanlar, keman çalanlar varmış. Matematik, vs. hepsi...ne yaptılar? Okumuş insanlar okumamış insanları eğitmesin, cahil bıraksın yoksa gözleri açılır, biz politikacılar onları kandıramayız, çoban gibi güdemeyiz (köy ağası, aşiret reisi malum ne derse tüm köy o partiye oy verirdi hala da çoğu yerde öyle) dediler ve Köy Enstitülerini kapattıllar. Yazında köy enstitüsü yok ama okumuş insanların hepsi dediğin 'dengesiz' lerden değildi, çok iyi bir proje başlatmışlardı, kapatılmasaydı işte herkes senin dediğin gibi zorla, baskıyla değil yavaş yavaş, eğitimle ülke aydınlanacaktı. Demek ki, asıl kötülüğü yapan siyasetçiler. Tabii belli siyasetçiler. Şu anda bile adam dedi ki, biliyorsun bunu videosunu da görmüşsündür "Okumuş insandan ödüm kopuyor, tüylerim diken diken oluyor, üniversite mezunu olmasın kimse, ilkokul mezunu iyidir" e tercümesi okumuş insanı kandıramıyoruz. Şimdi böyle bir kesim var karşımızda, eskiden de vardı, bunlar onların torunları....:(( ortak noktaları da dini istismar ederek yaklaşırlar okumamış kesime, onları bilerek okumuşlara düşman ederler. Sonunda ülkeler çürür. Rüşvetçilik vs. nin yok olması için eğitim, DİSİPLİN, şart, rahmetli hocamız vardı bir ülkede disiplin çok önemlidir derdi, bizde yoktur mesela, çünkü biz disiplinden hoşlanmayız, otobüs durağında kuyruk olmayı hala öğrenemedik, bir deprem olsa çorba dağıtımı yapılsa çorba karavanı yerlere düşürürler, tüm çorba dökülür çünkü kuyruk olmaz, başına üşüşürler, kavga ederler, sıraya geçelim diyene "Sen sus" diye azarlarlar, 3- 4 yıl oluyor, izlemiştim: Japonya'da deprem oldu ve hemen sokaklarda görevliler minik masalarda halka çorba, ekmek, sandviç, su vs. dağıtıyorlar. Halk asker gibi tek sıra olmuştu. Hiçbir panik, kargaşa, düzensizlik yoktu. Disiplin böyle bir şey, o da okumuş insanlar sayesinde olacak. Ama bu okumuştan nefreti aşmak lazım, akp özellikle okumuş kesimden nefret ettiriyor başarılı da oluyor:( tabii okumuş cahil ayrı, onlar da var, okumuş, disiplinli ama düşmanla işbirliği yapanlar da var onları istisna tuttum.
    Kalemine sağlık Narda'cım. kusura bakma yine çenem düştü:(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Estağfurullah. Tamamlayıcı bir yorum oldu bu. Dün öğlen bir arkadaşa gitmiştim. Başka biri vardı ki tek bir düşünme pratiği yok; öyle körü körüne savunuyor ki bazı şeyleri, susup kaldım:( Teşekkür ederim yorumun için.

      Sil
  2. yatık emine'yi bilirim.
    dediğin gibidir. memeleket hikayelerinde esinlenmiştir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tamam. Ama asıl metinle çok uzaktır bence??

      Sil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)