Dil felsefesi üzerine yapılan çalışmalarda gramatik dilin
sınırlı ve dar yapısı içinde hakikatin ne kadar ifade edebileceğimiz
tartışılmaya başlandı. " Dilimiz düşüncelerimizin sınırlarını
belirler" sözü insanı dilin mahkumu yaptı. Sınırsız olan hakikat sınırlı
dil içerisine nasıl birebir taşınabilirdi? Bunun üzerine dil-ötesi ifade biçimlerinin de
önemi vurgulandı. Beden dili, simgesel
dil, sözsüz aktarım, sessizliğin sesi, semiyotik, semantik, yapıbozum vb. dil
felsefesi yöntemleri, hep gramatik dilin sınırlarını aşma çabalarıydı. Bu
noktada bilhassa hermenötiğin yeniden
önem kazanması teknik anlamda tasavvufu çok yakından ilgilendiren bir
husustur. Bir metnin ilk okuma ile elde edilen anlamı o metni tüketmek yani
metnin anlamına sın noktasını koymak demek değildir. Bir metnin anlam
katmanları vardır; okuyucu bu metnin labirentlerinde ilerlemek suretiyle
onların içlerine nüfuz eder. Objektif olan ilk okumanın dışında sübjektif
alanlar da vardır ki metnin gizli özelliklerinin bulunduğu alan burasıdır. Kimi
uzmanlara göre esas metin budur, yazıda gözüken ise bunun bir yansımasıdır.
Modern düşüncenin, özellikle dil felsefesi ve edebiyatın vardığı bu noktalar
ile tasavvufun söylemi arasında büyük paralellikler bulunmaktadır.
KOMŞU KOMŞU
“İşte gene meyhane.* Şimdilerde
meyhane demiyorlar ama olsun, ben gene meyhane diyeceğim. Babam da öyle derdi, dedem
de. Buraya her girdiğimde sadece bugünü unutmakla kalmıyorum*,onları da
hatırlıyorum, mesela, babamın beni ilk kez rakı içerken yakalayıp da bıyık
altından güldüğü geceyi. On üçümdeydim. Naci’yle iddiaya girmiştik.
Hep böyle korka çekine gitmezdim
meyhaneye. Cebimiz para doluydu. Kapılarda karşılanırdık. Şimdi iki
zıkkımlanmadan bakıyorlar gözümüzün içine. Sonra da niye hır çıkarıyormuşum diye
laf ediyorlar. Sizin yaptığınız haysiyetsizlik değil mi ulan! Ne çabuk
unuttunuz babanızın babamdan borç alarak burayı açıp da iş-güç sahibi
olduğunuzu!”
-
Pezevenkler!
-
Abi sus ya, n’oldu gene?
EPİGRAFLAR
10.*
Ben âşıkım, sözüm de benim âşıkanedir.
Şeyhülislam
Yahya
11.*
Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim.
Ece
Ayhan
12.*
İnsanoğlu varlıktaki gizliliğin bilmez
Hem aslı nedir, faslı nedir; nicesin bilmez
Herkes gücü yettikçe mırıldanıyor amma
Cevher nicedir, kimse onun değerin bilmez.
Hayyam
ANLIK
Beni
sevdiğini söylediğinde, buna hemen inanacak durumdaydım. Başka zamanlar olsa,
en azından, bu kadar kısa sürede mi, diye sorardım.
Dut
yaprakları, bahçede, sarmalık olacak kadar irileştiğinde, yarım kilo kadar
topladım. Yürek şeklindeki bu yaprakları sarması daha kolaydır. Daha çabuk
pişer üstelik. Pişince, tatlı, koyu bir yeşil renk alırlar. Akşam, bunlardan
bir tabak ona götürmeye karar vermiştim. Akşam üstü yola çıktım. Taksiyle beş
dakikada varırdım yazıhanesine. Vardım.
Vardığımda, maksimum mini
etekli bir kızıl saçlıyla öpüşüyordu. Göbek göbeğe, sıkıca. İyi manzaraydı hani.
“Orospu
çocuğu” dedim kuvvetlice,bastırarak. Streç filmle kaplı tabağı elimde sıkıca tutuyordum.
O piçin kursağına tek lokması girecek değildi. Sırtımı dönüp
çıkacakken hırsımı alamayıp bir kez daha baktım arkaya ve yineledim. Ölü anasına saygıyı düşünecek durumda değildim
elbet.
Desenli, külotlu
naylon çorabıyla daha bir parlayan bacaklar, önünden ayrılmıştı. Çıktım
kapıdan. Ellerim titriyor, kafam da kaynıyordu muhtemelen. Arkamdan yetişip elini
omzuma bastırdı: “Ne desen haklısın ama bir anlık bir şeydi bu, lütfen, akşam
arayacağım seni, lütfen telefonu aç.”
Beni tanıma
fırsatını kendisi için yaratmış oldu böylece: “Bu benimki bir anlık değildi,
orospu çocuğu.”
YÜRÜ BE KOÇUM KİM TUTAR SENİ BİZDE SÜRÜ GÜDÜSÜ VARKEN!
BEN izlemedim tümünü, midem kaldırmaz, valde hanım izledi. Balçova Belediyesinin saygıdeğmez başkanı nihayet lütfedip ekranlara çıkmış!
Sadece şunları ekliyorum:
Sunucu: - Efendim, Superonline'ın çalışmaları sırasında su ve termal boruları kırıldı taşeron firma tarafından. Ne diyorsunuz bu duruma?
- Tüm hizmetlerimiz Balçova için. Olacak o kadar.
!!!!!
Yahu, hadi ben sistem ve kontrol uzmanıyım ama 14 yaşındaki kuzenim bile söylüyor şunu: Abla ya başına hiç adam dikmemişler, patlattı bu denyolar bütün boruları!
Bir de ne eklemiş beyefendi ,annem saçını başını yola yola bir kaldı duyunca : Kazılar yapılırken tankerlerle her yeri suladık ki toz kalkmasın, evlere dolmasın.
Vay, ne büyük hizmet,ne büyük çözüm!
Allah sizin gibilerle terbiye ediyor ya bizleri....
öncesi burada
YAŞASAYDI KİM BİLİR DAHA NELER YAZARDI…
Puşkin'in Yevgeni
Onegin'i hemen herkesçe biliniyor olmalı. Aslının muazzam bir manzum şiir
olduğunu bu kitabın başındaki güzel önsöz-incelemeden öğrenmiştim. Eski basım
kitapları bu yüzden daha çok seviyorum; faydalı önsözler oluyor içlerinde.
Çevirmenimiz ise Ataol Behramoğlu. Hemi
de Rusça aslından çevirmiş. Bu seriden (Cumhuriyet Dünya Klasikleri ki H.Ali
Yücel'in, bakanlık döneminde çevirttiği klasikler serisinin yeni basımları) aldığım kitapların çoğunda var çevirmen
olarak.
Bahsettiğim kitap Yüzbaşı'nın
Kızı. Şöyle bir bakayım ilk sayfasına diye elime aldım, bırakamadım.Gecenin
sonuna doğru bitirmişim. J
Akıcı,esprili (komutan yerine komutanlık eden karısının tasviri misal), harika
bir anlatım. Subay okuluna gönderilen soylu bir gencin gittiği dağbaşında,
komutanı olan yüzbaşının kızına olan aşkı ve savaşın ve rakip bir âşığın araya
girmesiyle çetrefilleşen hoş bir macera, diye kısaca konuyu özetleyebilirim.
Ama bu kısa romanın anlatımındaki güzelliği küçümsememeniz için Gogol'un
söyledikleri ve başka ifadeleri de üşenmeyip yazıyorum. (Üşenmeyip
okuyabilirsinizJ)
Puşkin anlatı alanında başyapıtı olan Yüzbaşının Kızı'nı
1836 yılında tamamlayıp yayınladı. Gogol romanla ilgili olarak şunu söylemektedir:
Yüzbaşının Kızı ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve ve büyük
hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık,yumuşaklık öyle bir yükseliyor ki bu
yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya
gerçekten de ilk olarak Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı,
karısı,bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi,zamanın karışıklığı, sıradan
insanların o alçakgönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnız gerçek değil, onu da
aşan bir şey.
Kitap hakkında edebiyat çevrelerinde ileri sürülen bir görüş
de şuymuş: Yüzbaşının Kızı yazılmasaydı,Tolstoy'un
Savaş ve Barış'ı da yazılmazdı.
Bu arada bir tesadüf de Cihat Burak'ın anılarını okurken
yazdığım ahlak ile ilgili paragrafa Yüzbaşının Kızı'ndaki şu cümlenin denk
gelmesi oldu:
" (…) Genç adam! Bir gün bu yazdıklarım eline geçerse,
en yararlı, en köklü değişikliklerin, ancak ahlâkların düzelmesi yoluyla, hiçbir zorlayıcı sarsıntı olmadan
gerçekleşenler olduğunu unutma." (s.76,77)
Labels:
Ataol Behramoğlu,
Hasan Ali Yücel,
Kitap değerlendirme,
Puşkin,
Tolstoy
SEKS KÖLELİĞİ Mİ DEDİN SAYIN DİBİNE DÜŞEN ARMUT?
Pınar Kür'den ilk
okumam Akışı Olmayan Sular öykü
kitabıydı. Çok etkilenmiştim. Düşünüyorum da, hikâyelerinin çoğu aklımda kalmış
nadir yazarlardan olmuş Pınar Kür…İlginç, şimdi yazarken fark ettim.
Asılacak Kadın'ı
okumaya karar verişim, yazarın, epey önce SkyTürk'te yayınlanan bir
röportajından sonra oldu. Bu arada annesi İsmet Kür, H. Nusret Zorlutuna'nın
kızkardeşiymiş. Edebiyatçı aile, armutlar dibe J
Asılacak Kadın, 80 sonrası yasaklanma talebiyle dava
edilmiş. Romanın konusu gerçek bir olaydan alınma ve haliyle cinsel içerikli.
Ama tutup bunu iddianamedeki gibi (kitabın sonuna eklenmiş Pınar Kür'ün
savunmasından öğreniyoruz) yalnızca cinsel tahrik amacıyla yazıldığını savunmak
mantıklı değil, zira savunmada da dendiği gibi, 15 yaşındaki korumasız bir
kızın zorla ve sapıkça cinsel ilişkilere sokulmasının anlatımından tahrik
olacakların ruh hastası olmaları kuvvetle
muhtemeldir.
Olayın gerçek olması, ve ne yazık ki N.Ç'ler gibi, Ö.Ç'ler
gibi halen ve halen devam ediyor olması tüyler ürpertici. Uzun lafa gerek yok.
Hepimiz her şeyin farkındayız…
(Mor Kalemlik'de de bir yazı vardı: http://morkalemlik.blogspot.com/2011/09/pnar-kur-aslacak-kadn.html)
Bir not: Selim İleri'nin de sıkça söylediği gibi, edebiyatımızda saklı ne isimler var, ki tarihimize de ışık tutuyorlar aslında...
BİR MUHALİF
KIZI Halide N. Zorlutuna: (d. 1901, İstanbul,
Osmanlı İmparatorluğu - ö. 10 Haziran 1984, İstanbul, Türkiye), Türk şair,
yazar, öğretmen.
"Kadın
yazarların annesi" olarak anılır. (…) Halide Nusret'in babası Avnullah Kazimi Bey, 1908 yılında
"Fedekeran-i Millet Cemiyeti" adlı bir siyasi parti kurup muhalefete
başladığı için İttihat ve Terakki Partisi yönetimi tarafından yıllarca sürgün
ve zindan hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştı; bu nedenle Halide Nusret
çocukluğunda babasını çok az görebildi. (…) DEVAMI üstteki wiki linkinde.
Labels:
H.N.Zorlutuna,
İsmet Kür,
Kitap değerlendirme,
Pınar Kür,
Sensin Etik,
Tecavüz
KALDIRIM YOSMALARININ AYRIMCI SEVİCİSİ CİHAT BURAK
Cihat Burak
(1915-1994) mimar ve ressam olarak tarihimizde yerini almış bir isim. Bendeki yeri de maalesef ismendi. Resme neden
bu kadar uzağız (şimdiki) toplum olarak diye düşünmüşümdür sık sık.
Sinema,tiyatro,konser…bunlar iyi kötü ilgi görür de resim sergilerine filan
daha az gidilir sanki? Doğru dürüst ressamların çıkmayışından mıdır? Kendim bile resmi çok sevdiğim halde Türk resim tarihiyle ilgilenmemişimdir misal.(İslam dinindeki tasvir yasağını öne sürecekler
içinse naçizane Beşir Ayvazoğlu'nun
Aşk Estetiği kitabını öneririm)
Neyse efendim, Cihat Burak'ın 1992 Yunus Nadi Ödülü (Nasıl bir ödüldü bu aceba?) almış, anılarını
öyküleştirdiği kitabı Yakutiler.
Sahafta denk geldim ve almış bulundum.
Kitabın artısı, yazarın yaşadıklarını
anlatarak bir nevi kişisel tarih yazmış olması. İstanbul'un kendi çocukluk ve
ilk gençliğine göre geçirdiği değişimlerden tutun da genelev alışkanlıklarına,
mimar gözüyle değerlendirilen yapılardan (bkz. Ece Ayhan'ın şiirinde de,Sait Faik'in bir yazısında da geçen Çanakkaleli Melahat nam-ı esas genelev mamasının yaptırdığı mermer bina :)) Paris anılarına, politik düşüncelerine
dek, bohemliğinin birçok şeyini açık yüreklilikle, biraz da üstten
bakarak yazmış Burak. Başarılı, ilginç,yaşanmış öyküler olmuş hepsi.
Bir
kez daha kanıtlanan ise şu oldu: Türkiye'nin
şu an içinde bulunduğu ahlaksız kapitalizmin, insana değer vermeyişin temelleri ta o zamanlara
dayanıyor. Çözülme, yakın bir tarihe ait değil. Cumhuriyet dönemini, az
öncesini anlatan her anı-kitapta benzer şikâyetlerin altını çiziyorum ve bir
toplumun,bir gecede ya da birkaç yılda çözülüp bozulmadığını anlıyorum.
Dolayısıyla toparlanması da o kadar kolay olmuyor. Bunu gördükçe ülkem ve genç
nesilleri için kaygım artıyor…
Ahlaksızlık derken herhangi bir dinin,toplumun kurallarından
ziyade "insana" değer vermeyişin de altını çiziyorum burada. Kim ne
derse desin ahlakın ortak ve temel bir tanımı yapılabilir ve bu önce insana
değer vermektir. İnsanı daha başta sadece insan olduğu için değerli ve şerefli
olarak kabul ettiğiniz an bir şeyler yoluna girecektir bu ülkede… -izm'leri değil de "Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü" güzelliğine varmanın ya
da oradan yola çıkmanın enginliğini düşünerek yazmayı bırakıyorum…
Bir not: Yukarıda link verdiğim Ece Ayhan hakkındaki blog yazısını ben gibi Ece Ayhan bilmeyenler için öneririm.
VAHŞİ ALMAN KLEIST
"Kleist,
salt gerçekten daha çok varlığın bilincindeydi: sürekli olarak yabanıl yaşadı;
hatta kendi çağına ve çevresine bile düşmandı. Öteki insanların tutarsızlığını
ve bağımlılığını hiçbir zaman tam olarak anlayamadı. İnsanlar da Kleist'ın o
anlaşılmaz katılığını, fanatik abartıcılığını kavrayamadı.(Stefan Zweig)
…
Kleist'ın ruh dünyası iki ayrı parçaya bölünmüştü; tropik
yakıcılıktaki fantastik dünya ile donuk,soğuk, çözümsel madde dünyası.
Dolayısıyla sanatı da bu ikilemin etkisindeydi ve en uç noktaya kadar uzanmaktaydı.
Kleist'ı sınırlı ve kısır bir drama yazarı olarak tanımlayan eleştirmenler,
öykücülüğünü önemsemişlerdir. (…) Kleist öykülerinde kendi benliğini bütünüyle
devreden çıkarır, tutkularını bastırır, yazar olarak kendini bütün olarak silikleştirip
-çok büyük beceriyle- yalnızca katılımsız bir gözlemci olur. Doğal olarak bu da
sanatın tehlikeli bir yanı sayılabilir. Alman edebiyatında onun öyküleri kadar gözlemci,donuk
ama o oranda da ustaca bir maddecilik sergilenmemiştir. (…)" (Önsözlerden.)
Cancan yayınlarının yaz kampanyasından almıştım Locarno Dilencisini. Ve içindeki
öyküler Borges, Marquez ya da Fuentes'in büyülü gerçeklik tarzını
çağrıştırsa da yukarıda alıntıladığım gibi daha donuk, masalımsının sonunda düz
gerçek, realist öykünün sonunda sürrealist bir son gibi karışımlarla yazılmış. Okunabilir
ama şart değil bence J
Bir not: İntihar eden Türk
şairler hakkında bir kitap yayınlanmış galiba. Bulamadım ama intihar
etmiş ünlü yazarları sıralamak geldi
içimden bir yazıda. Hemingway,Zweig,Kleist,Nerval,Pavese,Woolf,Plath…ilk aklıma
gelenler oldu.
***
AZALTILMIŞ KOZMETİK/ AZALTILMIŞ KANSER İHTİMALİ
Efenim, öncelikle
Nasıl çatkapı gelene Tanrı misafiri deyip buyur
ediyorsak, ödülleri de öyle kabul edip alacağız bu fani pardon sanal
dünyada. İşbu saikle monsieur Deeptone'un verdiği sevimli blog ödülünü alıp kendisine
teşekkür ediyoruz: Teşekkür J
Blogstarda da sevimli blog olmuştuk, hatırladım. İki defa da
"versatile blog" yani çok yönlü blog seçilmiştik. Hımm… J
Bu girizgâhtan sonra yazının diğer kısmına geçiyorum:
Bildirim: Yazının
bu kısmı her ne kadar hatun kişileri ilgilendiriyor gibi görünse de kozmetik
kullanımı artmış erkek cibilliyetini de, ıslak mendil,pişik kremi, bebek bezi,diş macunu derken bebek ve çocuklarımızı da ilgilendirmektedir. (Bildirim sonu)
Geçenlerde makyajla ilgili bir yazı yayınlamış ama sonra
kaldırmıştım. Kaldırma sebebim ise bu yazı yazmayı planlayışımdı.
Kozmetik ürünlerinin aslında ne kadar zararlı olduğunu
biliyoruz. Yine de vazgeçemiyoruz. Her ne kadar hatun camiasının son zamanlarda
kimyasallara karşı bilinçliliği artsa da bu kez başka bir aldatmaca ile
karşılaştık: Organik kozmetik ürünleri. Bunların da çoğunluğunun sahte olduğu
yani kansorojen ve alerjen maddeler içerdikleri artık ortada. Makyaj bloglarını gezerken EWG.org sitesinin varlığını öğrendim.
Anlı-şanlı kozmetik markalarının da ürünlerini tehlikeli grubunda görünce
inanamadım önce. Sonra para için insanların yapabileceklerinin sınırı olmadığı
aklıma geldi. Ve yalan söylüyor olsaydı bu web sayfası, çoktan kaldırtmışlardı
bu siteyi bu dev firmalar, diye de düşündüm…(Hatta kaldırtmaya uğraşıyorlardır da)
http://www.ewg.org/guides/cleaners/
sayfasında kozmetik ürünler (elde edip analiz ettikleri kadarıyla) tehlike dereceleri ile
sıralanmış. Örneğin 0-2 düşük tehlike iken 3-6 orta,7-10 yüksek tehlikeli ürün
demek oluyor…EWG, A.B.D menşeli bir oluşum.Açılımı: Enviromantal Working Group. Çevre ile ilgilli çalışmaları da söz
konusu… Ana sayfası da burada. http://www.ewg.org/
Evet, site İngilizce. Ben de bir sayfayı koydum buraya. Bu
sayfa "Cüzdan kılavuzu" olarak
geçiyor ve çıktı alıp herkesin yanında bulundurması öneriliyor. Ben şahsen öyle
yaptım ve en son aldığım rimel için bu
kılavuza bakarak başka bir ürün aldım her zamanki marka yerine… Sayfada
belli başlıklar altındaki ürün gruplarının( nemlendiriciler,dudaklar, güneş
kremleri gibi) içeriğinde olması ya da olmaması gerekenler Yes-No olarak ifade
edildiği için İngillizce bilmeyenler bile rahatlıkla anlayabilir.Yine de bazı yerlere açıklamalar yazdım. Özellikle parabenlerin göğüs kanserinde etken olduğu bir çok profesör tarafından söyleniyor, ki marketlerde elimi attığım her el ve vücut kreminde bu maddeye rastladım! Alttaki sayfalarda diğer tehlikeli maddelerin adları da yazıyor...
Fakat işin ilginç yanı Skin
Deep Cosmetics Database adlı o sayfa açılmadı,şu anda kaç kez denediysem.
Sonra tekrar deneyeceğim, diğer kılavuzlar ise açılıyor, örneğin temizlik
malzemeleri ve pestisitler hakkında olanlar… Bu durumda iyi ki de o özet
sayfayı kopyalamışım diyor ve alta ekliyorum. Biraz uzun ama önemli bir liste.
Özet cümle ise:
Pick safer
products:
Use EWG’s
Skin Deep Cosmetics Database to find safety scores for thousands of products.
Use fewer products. Buy only after reviewing ingredients.
Remember marketing claims like “dermatologist-tested,” “gentle” and “natural” could be ad hype. YANİ:
Mümkün olduğunca az kozmetik kullanın.
İçindekiler kısmına bakmadan kozmetik ürün almayın.Pazarlama taktiği olarak
dermatolojik test edilmiştir gibi ibarelere güvenmeyin.Bunlar aldatıcı reklam
(ad hype) olabilir.
AŞKI YENİDEN İCAD EDELİM Mİ?
Sevgilim okur,
Sen bu mektubu okurken
ben muhtemelen çok uzaklarda olacağım. Başka mektuplar yazıyor olacağım sana.
Bu sana ilk mektubum ama. Kendimi ilk kez bu kadar cesur hissediyorum. Artık
hissettiklrtimi sana anlatmam lazım, çünkü anlatmazsam anlaşılmayacağımı
biliyorum. Senin beni anlamak için kendi başına bir arayışa girmeyeceğini de
biliyorum artık.
…
Böyle başlıyor Çiğdem y Mirol kitabına, pardon
performansına.
Son zamanlarda
okuduğum en samimi,en keyif veren kitap oldu Yüzüm Kitap.
Bu kitaba - yazarının muhtemel hilafına rağmen- bir tür adı bile
koydum: Postmodern otobiyografik roman J
Kitabımızın ilerleyen sayfalarında da göreceğimiz gibi, "yazar
olmak isteyen yazıcımız", kendi ifadesiyle "dünya görüşünü"
anlatıyor bize. Çocukluk anılarının da karıştığı çok hoş bir anlatı bu.
Kardeşler, okul maceraları, aile ilişkileri, gurbet havası, lezzetli
e-mail'leşmeler, seyahatler, tiyatro,aşk, iş, eş ve en önemlisi yazmak ihtiyacı
…Bir hayatta olabilecek her şey, anlatı türlerinin harmanlanmasıyla anlatılmış.
Güncel, akıcı ve güzel bir Türkçe (Hem Amerikan hem Türk
Dili ve Edebiyatı mezunu yazarımız,olması gereken de buydu zatenJ)
ve yer yer kullanılan kafiyenin,çağrışımlı kelime oyunlarının eğlence kattığı
bir üslup. Özellikle ilk bölümdeki hikâyeleri çok sevdiğimi de belirtmeliyim.
Kitap hakkında ilk bilgiyi Deliler Teknesini tanıttığım yazıda bulabilirsiniz.
En iyisi kısa alıntılarla tanıtmaya çalışmak kitabı. Çiğdem
hanımın diğer 3 kitabını da merakla bekleyeceğim.
"Herşey yüzünden
okunuyor diyorlardı bana, o yüzden ben de, herşey belki yüzümden çok daha iyi
okunuyor diye, yazamadım kaldım sana.
Şimdi düşünüyorum da,nasıl olacaksa!" s.9
Okura mektubun tamamı için:
Bir başka haberde ise Çiğdem Mirol'un şu sözlerine yer
verilmiş:
ben yeşil bir su içtim on sekiz
izmir limanında suya çöktüğüm malum
suya kırk beş kuruşluk bir akşam çöktüğü
yirmi dört yıldızın battığı malum (1)
…
Kırmızı bir yaprak örttü düşümü.
Düşüm bu kadar küçüktü. Yaprağın ağırlığı sinesini bürüdü. Fakat sonra garip
bir şey oldu. Düşüm büyüdükçe büyüdü. Serpildi, buğulandı, güzelleşti. Yaprağı
kımıldattı üstünden, rengini sıyırıp kendi üstüne çekti.
Şimdi kıpkırmızı ve buğulu bir düşüm
var.
***
Ben biraz çocuktum.
Şöylemesine televizyonlar tek tük
kanaldı.
Böylemesine radyoyu daha çok severdim.
Samime Sanay vardı, şarkı söylerdi
buğulu sesiyle ağırca…bir dinler, bir dinlerdim:
Labels:
Attila İlhan,
İllüstrasyon,
İyi Şiir,
Kitap değerlendirme
OTACI
Dile kolay bir buçuk yıldır açmamışım tekneyi...
Ebru,resim,desenlerim...sağaltıcı şeyler bunlar benim için...
IF CLAUSES
Uygun şartlara,olgunluğa sahiplerse*, bir kadın ve bir erkek
"sadece iyi dost" olabilir. Ama burada ağır işçilik en çok
kadına düşüyor, çünkü rahatça konuşup tartışabildiği, konuşunca dinlendiğini
bildiği, ortalama bir dostun koruyuculuğununu sergileyen bir erkeğe - ne kadar "tipi" olmasa
da- âşık olma ihtimali yüksektir. Daha
kötüsü ise bu ilgi ve anlayışı, bir süre sonra erkeğin ondan fizikî-cinsî anlamda da hoşlandığını sanma ihtimalinin, hiç de azımsanmayacak büyüklükte olduğudur.
* sahipse; if clause J
KEDİADAM -CATMAN
Eğimi hızlıca
yürüyorum. Acelem yoksa da alışkanlığım var. Beş yıl öncesinin modası olan
keten perdeler, açık bir pencereden savruluyor. Turuncu bir koltuk minderi, pencere
çarpmasın diye pervaz arasına konmuş.
İki kadının sesleri hafiften duyuluyor; konuşuyorlar. Ne dediklerini
duymam için yavaşlamam gerekirdi ama evin önünden çoktan geçmiştim.
Kızartma
kokuları yayılmaya başlamış. Bu, sadece bir mevsime özgü; bu mevsime, yaza.
Yıkılan iki
katlı, eski binanın yenisi çarçabuk yapılmış. İşte, gözlerim aradığını buldu:
Uçuk pembe renkli sardunyalar, her yıl olduğu gibi şimdi de tomur tomur
açmışlar. Kırmızı hyundai’nin kaportasında kıvrılıp uyumuş kara kediyi görünce
şaşırıyorum: sabahlar olmasın! Gölgeyi kaçırmamış bu kediyi kucaklayıp tortop
edip eve getirmek geliyor içimden. Tozlu, uzun, kara tüyleri içinde kafası
kaybolmuş gibi.
Bir adamı
farkediyorum: Kedinin önünde duruyor. Elleri kocaman, çirkin. Tırnakları temiz
ama bakımsız. Kediyi gözleriyle değil bu elleriyle süzüyor sanki. Yaşların
ortasını bulmuş. Saçları seyrek,ince,kısa. Erkek cinsinin ortak kâbusuna yakın
gibi. Neden durmuş kediye bakıyor? Kedicik uyuyor olmalı çünkü kafasını
boynunun altına gömmüş, sadece kulakları görünüyor.
Adam,
hafifçe boğazını temizledi. Cebine soktu çirkin elini. Araba anahtarı çıktı o
cepten. Bana dönüyor: “ Alarmı çaldırsam mı daha az korkar, elimle kaldırsam
mı?”
O an adama âşık oluyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)