...Aşağıdaki yazı çok uzun değil, tespitleri ve çözüm önerilerini önemli buluyorum... Alt çizgiler ve koyu vurgular bana aittir...
İLK SEVGİLİ
Çok iyi, harika bir kadın/adam olduğundan değil onu
gözümüzde önemli/ değerli/aziz/ unutulmaz bir hatıra kılan.
YILDIRILMIŞ- ATLAS SİLKİNDİ'Yİ OKURKEN
Dagny Taggart, yine ofisinde sabahladığı günlerin birinde,
alacakaranlıkta dışarı çıkar, evine gitmek için.
Yıllardır onca saçma sapan, insanı deli edecek kadar aptal
ve beceriksiz insanla ve onların yarattığı karmaşayla, yıkıcılıkla boğuşmuştur,
üstesinden gelmiştir, her seferinde daha kötüsü olamaz demiş, ama hep daha
kötüsü olmuştur.
Bu sonuncusu adeta tüy dikmiştir...
İslam'da Kadın Hakkında Doğru Bilinen 10 Yanlış
İkinci kez Kuran meali okumaya başladım; bu kez dikkatli ve önceki sözde bilgilerim ve bildiklerimi unutarak.
Akıl ve mantık penceremden daha çok bakarak... ( Bu girizgahı okumaya vaktiniz yoksa hemen en alltaki linke tıklayın.:))
Nilüfer
Nilüfer çiçeğini çok seviyorum. Lotus ya da nymphea da desek olur... su çiçeği, su perisi... ve bu şiiri de çok seviyorum.
NİLÜFER
Arşiv ya da Nostalji ya da Her Neyse
Kasım ayını bitirdik.
2010'da başlamışım blog yazmaya, Ocak'ta.
Her yıl Kasım ayında neler yazmışım, hepsini görmek istedim.
BU DA BURADA DURSUN
Insan bambaşka bir mahluk...
http://www.dailymotion.com/video/x16aie5_yasmin-levy-http://-olvidate-de-mi-video-hd-2013_music
DARGIN MIYIZ?
https://youtu.be/ahoRD6PrOIw
Birkaç yıl önce tanıştığım ama hemencecik kaynaşıp sıkı arkadaş olduğum biri var. Seviyorum seni kız:)
Birkaç yıl önce tanıştığım ama hemencecik kaynaşıp sıkı arkadaş olduğum biri var. Seviyorum seni kız:)
YAZIYLA RESİM YAPMAK VE 15
Doğrudur bu.
Öykü ya da roman, kurguladığın şey aslında okurun gözünde
bir "şeyin" canlanması demektir, kabaca söylüyorsak yazıyla resim yapmaktır.
Ramak kaldı
Bu devleti tüm kurumlarıyla ateşe verip alevinden bir sigara yakmaya karşısında!
Her kurumuyla bu kadar pespaye bir devlet, ülkede yaşamak adamın ömrünü yiyor.
Her kurumuyla bu kadar pespaye bir devlet, ülkede yaşamak adamın ömrünü yiyor.
Belki
.....................
Yıpranmış epoksi kaplamanın kara desenlerinden biri sıçrıyor
sandım; nem sineğiymiş. Bir elimde not defterim, diğerinde telefonum nefroloji
servisinin koridorunda bir aşağı bir yukarıyım. Sevgilim, ona sevgilim
demediğim için mesajlarıma cevap vermiyor. Boşuna ekranı kontrol edip duruyorum
saatlerdir.
FAHRETTİN ALTAY TRİO,LİZBON'A GECE TRENİ VE DİĞERLERİ...
Eskiden böyle değildi.
Ya da ben yeni fark ediyorum.
Her şeyin bir hikâyesinin
olması hoşuma gidiyor.
Mesela, koyacak yerim yok ama
bu melisayı atamıyorum çünkü Ayşe anneden hatıra... Onun eliyle dikilmiş bir
çiçek. O büyüdükçe, hele çiçeklendikçe, ağaca döndükçe Ayşe anne de hep o
ufacık görüntüsüyle karşımda taze kalacak...
***
Ukala ama sevdiğim iki
arkadaş var. Geçenlerde onlardan birisi dedi ki
MÜLKSÜZLER- 1974
300 küsur sayfayı okuyabilir miyim diyordum ama okudum. Zor okunan bir kitap değil. 1974 yılında henüz Sovyetler dağılmamış, Almanlar birleşmemişken yazılmış. Bol ödüllü bir roman. Ursula abla iyi :)
BİRİNCİ ANTLAŞMA
"Ben sana her şeyimi
anlatıyorum. Sen ketumsun. İnciniyorum", dedi ikinci kez.
Dostluklar bazen bunu mu
gerektiriyor? Onu kaybetmeyi göze alamadım bir an için...
"Peki ben de sana bir
sır vereceğim" dedim.
"Dinliyorum" dedi.
SASKINLIK VE TEDIRGINLIK İÇİNDE
Bekliyorum, bekliyoruz.
Sular durulmayacak ama şöyle sakin bir kafayla durup bir düşünmek, tartmak istiyorum.
O kadar çok şey var ki...
Hâlâ inanamıyorum olanlara....
Sular durulmayacak ama şöyle sakin bir kafayla durup bir düşünmek, tartmak istiyorum.
O kadar çok şey var ki...
Hâlâ inanamıyorum olanlara....
24 Haziran
Cenaze namazını "cafcaflı" bir şey sanırdım.
Meğer musalladaki padişahlık iki dakikadan fazla
sürmüyormuş.
Aras, şadırvandan pet şişesini doldurup doldurup annesinin
yanına, dış avluya geliyor ve serpiyor suları yere.
KÜÇÜK PARİS FENA ÖKSÜRÜYOR
Sedat Demir'in beklenen kitabı nihayet Ocak 2016'da çıktı :)
Beklediğimize değdi mi, kesinlikle değdi.
Labels:
İlk Kitaplar,
Kitap değerlendirme,
Sedat Demir
PARÇALANMIŞ GÜLÜŞLER
Bir ilk kitap.
Bir öykü kitabı.
Bir "blogger"ın üstelik.
Hem de yazılarını takip ettiğim bir blogcunun.
Şuradan da
bakabilirsiniz:http://gonulsokak.blogspot.com.tr/
Blogu takip edenler aynı üslubu kitapta da görecekler: Gerçekçi (gerçek ile
kurmacanın sınırlarını âdet olduğu üzre sayın yazara bırakıyoruz :)) samimi,
cesur, küfürbaz, hüzünlü...
Sadece, yayınevinin titiz bir son okuma yapmadığını söylemem lazım. Böyle orijinal bir içeriğe çok daha titizlikle yaklaşmaları
gerekirdi. Yazım hataları, noktalama ve kimi anlatım bozuklukları için.
Fakat Tolga Yazıcı'nın - devam etmek istiyorsa yazma
serüvenine- önünü böyle şeylerle kesemeyecekler, herkesin haberi olsun :)
Labels:
İlk Kitaplar,
Kitap değerlendirme,
Tolga Yazıcı
TAHAYYÜLAT -ALİ BERKAY
Bir ilk kitap.
Bir şiir kitabı.
Arkadaşlarımdan birinin üstelik. Kendisiyle ve diğer
arkadaşlarımızla Kadıköy'de çay içip sohbet ettiğimiz günü burada paylaşmıştım.
Sildim mi o yazıyı bir bakayım:)
Kitap Hece yayınlarından Mart 2016'da, Hayriye Ünal'ın editörlüğünde
çıktı. 76 sayfa.
Kendimle bile karşılaştırınca "Yeni nesil" dediğim
bu kuşak (2000'li yıllarda etkin olmaya başlamış) şairlerinin genelinde olduğu
gibi teknik ve gündelik hatta geçici
gündelik dili ve atıfları kullanmakla beraber, takip ettiğim kadarıyla Ali
Berkay'ın kendine has, iyi bir şiir damarı olduğunu düşünüyorum. Boş değil sizin anlayacağınız, gelecek vaadediyorsun Berkay:)
Son olarak birkaç dize :
Labels:
Ali Berkay,
İlk Kitaplar,
Kitap değerlendirme
DIANA'NIN KANLI KAVAKLARI
Yazarın ikinci kitabıymış Diana'nın Kanlı Kavakları ( Ekim
2013, Şule yay)...
Masalla gerçeğin, düşle uyanıklığın bulanık çizgisinde
oluşturulmuş atmosferleriyle eli yüzü düzgün öykülerdi bunlar. Kimisinde gotik
izler bile duyumsadım. (Diana'nın Kanlı Kavakları, Gülperi'nin Dönüşü...)
KABUK BAĞLAR, GEÇER
Yeğenlerimden 2 numara, o zamanlar dört yaşında filandı. Annesi, bizimki düşüp müşüp irili ufaklı sıyrıklar edinince, nazlanmasın diye demiş; ağlama, kabuk bağlar, sonra geçer diye...
Sonra günlerden bir gün bizim valide başım ağrıyor mu ne demiş, bizimkisi de peltek dilleriyle: "Üzülme babaanne, kabuk bağlar, sonra geçer" deyivermiş en akrep haliyle....
O zamandan beridir aramızda bir uçurtmadır bu cümle,
OKUYUP PAYLAŞMANIZ DİLEĞİYLE...
http://kafkayamektuplar.blogspot.com.tr/2016/05/okuyup-paylasmanz-dilegiyle.html
hastanelerde sıkış tepiş beklemek, hoyrat ellerden ve gönüllerden medet ummak öyle kötü ki...
hastanelerde sıkış tepiş beklemek, hoyrat ellerden ve gönüllerden medet ummak öyle kötü ki...
SEYMENLER ÇIKMAZI
Bu aralar kitap okumalarımı, gerek blog dünyasından, gerek
facebook'tan, gerekse de aynı dergide yazdığımız arkadaşlarımın kitaplarına
öncelik vererek yapıyorum. Son zamanlarda sekteye uğramış olsa da.
Bu bağlamda okuyalı epey olmasına rağmen ancak yazabildiğim
bir kitap Seymenler Çıkmazı.
Bir ilk roman.
Ve oldukça başarılı. Anlatım, mekan, atmosfer oluşturma,
akıcılık...
Labels:
İlk Kitaplar,
Kitap değerlendirme,
Samet Baysal
LADY DİANA'LIKTAN PRENSESLİĞE GEÇTİĞİM GÜNÜN ERTESİ
Kulaklığımı mini telefonuma takıp kapıya yöneldim.
Fizik tedaviye giderken giyerim diye aldığım ucuzundan spor
ayakkabılarımı geçirdim ayağıma. Hışımla bağlarını çektim, sıkıladım.
ZAMANSIZ
Necati Mert de geç okuduğum yazarlardan.
Geç okuduğum ve buna hayıflandığım.
Arada o kadar şişirme ve değmeyecek kalem okumuş oluyor ki
insan, böyle ustaları geç keşfettiğine yanıyor bazen.
Gerçi kötü ya da vasat olmasa iyiyi ayırt edemezdik, değil
mi? :)
Labels:
Haldun Taner,
Kitap değerlendirme,
Necati Mert,
Sait Faik
GEÇEN SENE DOĞANLAR, HUMA KUŞLARI VE İNATÇI LEKE...
Onur Çalı'nın
Huma Kuşları (Nisan 2015, ilk basım) ve Geçen Sene Doğanlar (Ocak 2013, ilk
basım) kitaplarını okudum.
Kısa kısa öyküler bunlar. Arka kapaklardan birinde yazdığı
gibi "Son kuşağın diliyle renklenerek, ironisiyle ışıldayarak... "
yazılmış, güzel hikayeler.
Aşina olduğumuz hayatın anları, sahneleri sade ama canlı ve keskin bir anlatımla öykülenmiş her iki
kitapta da. Kimisi tek satır mesela;
Dijital Yerli Gencin Yalnızlığı ( G.S. Doğanlar)
"2 gündür kimse
sms atmıyo aq."
Define Ağacı, İsa'ya Göre İsa, İyi Olduğuna Çok Sevindim sevdiğim öykülerden
oldu.
Handan Acar Yıldız'ın
İnatçı Leke'sinde ise atmosfer yaratmadaki başarısını gördüğümüz 20 öykü vardı.
Felsefi göndermeleri, somuttan soyuta geçişleri ile başarılı öykülerdi bunlar.
Kahramanın korkusunu sarı minik bir civcive benzettiği ilk öykü "Korkuyu
Beslerken" hep bu azman civciv metaforuyla aklımda kalacak mesela...
Kitaba adını da veren İnatçı Leke, Madalya Sendromu, Şeffaf,
Cama Akan Makyaj özellikle beğendiğim diğer öyküler oldular.
Öykü severlere üç kitabı da öneririm.
Labels:
Handan Acar Yıldız,
Kitap değerlendirme,
Onur Çalı
İKİ GÜN ÖNCE 1977'DE DOĞDUĞUMDA
Annem keşke kız olmasaydı demiş. ... Ilk kez sordum dogdugumda ne düşündüğünü (hissettiğini değil) ve ilk kez söyledi bunu.
Bunun sevgiyle ilgisi yok elbette. Anlayan anladı.
...
Izmirli ayakkabicilar bu işi biliyor vesselâm.
....
Bana sarildiginda insan olduğumu anlıyorum dedi. Evet, çocuk-insan.
Bunun sevgiyle ilgisi yok elbette. Anlayan anladı.
...
Izmirli ayakkabicilar bu işi biliyor vesselâm.
....
Bana sarildiginda insan olduğumu anlıyorum dedi. Evet, çocuk-insan.
REÇİNE KOKUYORDU HELİN- KORKUNUN IRMAĞINDA- ARAMIZDA
Suzan Samancı iyi bir yazar.
Reçine Kokuyordu Helin'deki öykülerine ve Korkunun Irmağında
romanına bakarak söylüyorum bunları.
1962 doğumlu, Kürt kökenli olan yazar şu anda yurt dışında ikamet ediyor. Okuduğum
iki kitabı da Kürt olmakla, doğudaki sorunlarla ilgili. Özellikle romanın bir örgüt (Pkk ya da
başkası?) üyesi olan genç bir kızın dağa çıkış sürecini kısa ama etkili bir
şekilde anlatışı dikkatimi çekti. Bu konuda asla bir empati kuramam fakat
yazarın kaleminin hakkını vermeliyim.
MEZARDA DA RAHAT YOK*
Bahar gelmiş, ışık olmuş her
yer, dükkanlar şıkırdıyor, esnaf tabureyi atmış dışarı, meşrebine göre
çay,kahve,sigara, insanlar kemiklerini, kaslarını ısıtan güneşin verdiği hiç de
plasebo olmayan kapsüllerle neşeli yürüyüşler yapıyor…
Nereye koysak ellerimizi?
AYNA İNSAN
Üç ayda bir çıkan Ayna İnsan Edebiyat, Kültür ve Sanat
Dergisi, sektörde 4. yılındaymış.
17. sayıyı adresime gönderme inceliğinde bulunan Mabelard'a teşekkür ederek yazıma devam
edeyim.
Sunuşunda, tıpkı bir önceki yazımda bahsettiğim Melamet'teki
gibi kapitalizm içinde endüstrileşen edebiyattan bahsediliyor, burada yayınevi ve editörlerin tercihlerinin
"piyasa"yı nasıl etkilediğine değiniliyor ve "iyi" edebiyat ya da "iyi satan" edebiyat gerçekten
"iyi edebiyat" mıdır sorusunu sorarak cevabın kısa bir zamanda
kendiliğinden ortaya çıkacağını, hatta çıktığını bile söyleyerek bitiriyor.
MELAMET'İ OKURKEN....
Dosya konusu
"İnsanlar Tüket/il/irken Yazmak"...
Yani, ben de son seneler hep bunu düşünmüyor muyum? Daha
iyi, daha güzel yazmak için çabala, uğraş dur. Yırt at yazdıklarını, çiz
üzerini cümlelerin, kelimelerin, noktalama işaretlerinin... Bir şeye yarasınlar
da hem, hani biraz "bir şey" olsunlar, okunduktan sonra,
"iyi" olsun, "edebiyat" olsun, insanın içinden gelen bu
garip (ilk dört öyküm yayınlandıktan sonra
hep garipsedim) isteğin, başka insanlar için de bir anlamı olsun... Bir yazınca
bir adım attığımı hissedeyim, okuyan için de bir mesafe alış olsun...
Ama ya şu girdabına kapılmak üzere olduğumuz çok "satan- beğenilen-alkışlanan-üreten(edebiyat
ürünleşmesi!)- görünen..." yazar-şair olma çabaları, bu çabaların
normalleşmesi, hatta kutsanması filan...
Daha ilk makale bitmeden not aldım yukarıdakileri günlüğüme.
İlk gördüğün
Bu bir tür oyun.
He gülüm canım sıkıldı, bilogda eğlenelim bari biraz dedim. ( Daha önce yapılmış olabilir mi? Ben sadece facebook sayfamda görmüştüm geçen yıl.)
Oyunumuz çok basit. Aşağıdaki resme bakıyorsunuz ve bakar bakmaz gördüğünüz ilk kelimeyi yorumlara yazıyorsunuz. Ama ilk görülen kelime, değiştirmece yok.
Kârımız ne olacak bu oyunu oynamaktan derseniz, bilinçaltımız ya da ruhi durumumuz ortaya çıkacak dersem kimse oynamaz. İyisi mi "hiiiç" diyeyim:)
He gülüm canım sıkıldı, bilogda eğlenelim bari biraz dedim. ( Daha önce yapılmış olabilir mi? Ben sadece facebook sayfamda görmüştüm geçen yıl.)
Oyunumuz çok basit. Aşağıdaki resme bakıyorsunuz ve bakar bakmaz gördüğünüz ilk kelimeyi yorumlara yazıyorsunuz. Ama ilk görülen kelime, değiştirmece yok.
Kârımız ne olacak bu oyunu oynamaktan derseniz, bilinçaltımız ya da ruhi durumumuz ortaya çıkacak dersem kimse oynamaz. İyisi mi "hiiiç" diyeyim:)
Bak bana dedi Bahktin, sana "Karnaval"ı anlatayım...
Bakhtin, dilin ve edebiyatın toplumsal yaşamı kurma
işlevini vurgulayan bir boyut katmıştır Marksist eleştiriye. (Ben değil,önsözü
yazan diyor bunu :))
Bakhtin abimiz bir Rus olup edebiyat teorisyenidir.
Yazımıza konu olan Edebiyatta Karnaval da onun bu âleme kattığı önemli bir
kavramdır. Sonracığıma özellikle Dostoyevski üzerine çalışmalarıyla ünlenmiştir
ki bu çalışmaları da karnaval kavramı bazındadır fülan.
BAŞLIK NE OLSA?
Bu dünyada sevgi
büyük ihtiyaç
Herkes sevmeye
sevilmeye muhtaç
Herkesle dost ol
herkesle arkadaş
Ömrümüz geçiyor bak
yavaş yavaş...
Yukarıdaki sözlerin sahibi Ülkü Aker'e, iyi felsefe ama
herkes de dostluğu, arkadaşlığı hak etmiyor diyerek devam edeyim...
Fakat "Sen hem
aşkım, hem aklımsın, hem de neşem," diyen birisi varsa size, onu da bol
bol sevin, hiç duraksamayın:)
***
Koca bir ülke nasıl yönetilir bilmiyorum; hele de bizim gibi
Ortadoğu'da sıkışıp kalmış, gözlerin ve pençelerin üzerinden eksik olmadığı bir
coğrafyada. Günümüz dünyasında hiçbir devlet tek başına karar alma ve uygulama
lüksüne sahip değil, domino taşı
gibi her şey etkiliyor, her an bir satranç
hamlesine cevap vermek zorundasınız... Bu kadarını biliyorum işte. Bir de,
Asıl olarak, devletlerin insanları için var olması gerektiğini biliyorum. Her anlamda, her
yönden üstün ve önemli olan, ilk sırada gözetilecek olan vatandaşı, insanı
olmalı... Anayasa tek maddeye düşer böyle olursa: T.C devletinin ilk ve asıl
görevi vatandaşlarının canı,malı,namusu, her türlü hürriyeti ve onurunun
korunmasıdır. Bitti gitti işte, arkasına eklediğin bütün maddeler bunun için
olur zaten.... Yanlış düşünmüyorum herhalde?
Bu yazıyı fazla tasarlamadım kafamda. Aslında Bahktin'den bahsedecektim. Belki
aşağılarda laf yine ona gelir. Şimdilik kalsın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)