SANA UZANAN ELLER KIRILSIN!



Yav arkadaş, ne sinsi, ne inatçı yaratıklarmış bunlar, bilmiyordum! Bak ünlem koydum cümlemin sonuna, o kadar şaşkınım şu anda yani J  Kim demiş bunlar evcil mevcil, yalan çocuğum, inanma J

VAKİT KAYBI



 Görsellik açısından eli yüzü düzgün bir blog yapmak çaba ve zaman istiyor, post yazmak da. Klasiktir, bir kitabı tanıtacaksın ya da anlatacaksın, her neyse işte, bir fotoğrafını çekip koyarsın yazının arasına. Ama o fotoğrafı çekmek ne gıcık bir süreçtir. Masanın üstündeyse, dağınıklığın ya da diğer objelerin düzenlenmesi gerekir, hatta natürmort edalı, tertiplenmiş bir mizansen için gözünün elinin elverdiğince uğraşırsın. Ne gerek yahu! Fotoğraf sanatçılığına ilk adım gibi çek çek birini beğenme. Sanki kitabın elinde ya da masanda çekilmiş hoş bir fotoğrafını koymazsan kimse inanmayacak senin o kitabı okuduğuna ve  o yazıyı yazdığına! Bu alışkanlıktan vazgeçmem gerek. Vakit kaybı. 


HEPSİNİN KAHRAMAN OLMASI ŞART MIYDI YANİ



Saat çaldı
Tepesine vurdum, bugün de kelek çıkmıştı
Kan kırmızı günler azdı.

ŞİİR YAZMANIN FORMÜLÜ YOKTUR

Kısaca böyle diyor Natama 2. sayısında, yani Nisan-Mayıs- Haziran 2013 sayısında. Geç kaldım biraz dergiyi anlatmada ancak ne demişler, geç olsun da güç olmasın.

Şiir,şiir, şiir. Şiir üzerine kafa yoran genç edebiyatçıların dergisi desem yanlış olmaz herhalde. Yayın kurulu sağlam: Enis Akın, Cihat Duman, Süreyya Evren, Mehmet Öztek, Hayriye Ünal..

Dedalus Kitap'ın edebiyat dünyamıza hediyesi Natama. İlk iki sayıda bir  arkadaşım da bu dergideydi, onun aracılığıyla duymuştum zaten :)

Kalınca bu sayıyı okuduktan sonra ise aklımda kalan anarşik kelimesi oldu, neden bilmem :p Sayfa tasarımı da dahil :p
Değişik dosyalar ve değişik yazılar vardı bu sayıda. Örnekse Kaçak Dövüşen İronist: Metin Eloğlu, Otomobilin Şiirleştirilmesi, Şiirin Otomobilleşmesi.
"Adamlar edebiyat/şiir üzerine düşünüyor abicim!" :p


Gelelim diğer dergiye: Temrin.

Temrin nispeten eski bir dergi. Elimdeki 60. sayısı (Temmuz-Ağustos 2013). Bu sayıdan önce aylık çıkarken artık 2 ayda bir yayınlanacak.

Kapakta ilgimi çeken iki başlık: Hasan Ali Toptaş ve Ferit Edgü'de Değişen Taşra ve Gazetecilikte Değişmeyen Problem; Kavram Kargaşası ve Üslup Sorunu.

Ne diyerek bitiriyoruz: Dergi; hür tefekkürün kalesi!

Öyle dergilerin çoğalması umuduyla, yayınımız sona erdi, iyi geceler  sayın seyirciler:p (Hiç güç olmadı yazmak, demek ki neymiş, atalara güvenilecekmiş:p)


HANGİ YANGINI SEÇSEM


kim girer bu ucundan kanayan güne
…kim erkenden yorulur yaşamaktan
kıyıda kalmış bir kent yalnızlığını
yakıştırır yüreğine

ÇOK MODASI GEÇMİŞ




1962 , MEB basımı[1] Mektuplar'ı görünce tereddüt etmeden almıştım. Yunan Klasikleri : 43

Bu serileri, çevirenlerinden, kitap-yazar seçimine (klasikler daha ne olsun), sararmış sayfalarından sade kapaklarına kadar her şeyiyle seviyorum. Bu serilerden elime ilk geçen, ortaokul yıllarımda, bir komşumuzun gelip almamı istediği kitaplar olmuştu: Şekspir'in Yanlışlıklar Komedyası (1959), P. Merimee'nin Fırsat'ı (1963) ve Plautus'un Buğday Kurdu (1964). Üçü de tiyatro oyunu. Üçü de Eskişehir Halkevinden aşırma. Belki de ilk oyun okumalarımdı o kitaplar. Bu ilk olma hali, kitapların basım tarihinin bana o yaşımda dinazorlar devrini anımsatması  ve de kitapların bana geçiş sebebindeki hüzünle birlikte bu kitapların hikâyeleri çoğalmıştır. Uzun mevzu, belki bir ara anlatırım.

SÜRÜNDÜRDÜKLERİM

Furuğ Ferruhzad, Yaralarım Aşktandır : Kasım 2012'den beri sürünüyor. Aykırı olduğu için ünlendiriyorum kontenjanından bu hatun kişi.  Son dönem şiirleri işe yarar görünüyor ama geçemedim bir türlü başına.

Alev Alatlı, Viva La Muerte: kayboldu geri geldi, Şubat 2012'den beri bekliyor

Ece Temelkuran, Düğümlere Üfleyen Kadınlar: yazın okurum belki dedim ama, özellikle mi yapıldığı belli olmayan üslubu sarmadı hiç, sürünüyor, en kısa sürede sahibine iade. (Tuğla gibi len, bu sıcakta hem de!)

Atilla Atalay, Ağlama Dolabı: Ocak 2012'den beri sürünüyor, sondaki hikâyeler için alınmıştı, baştakiler okunmadı.

ANLAŞILMAYI BEKLEMEK



Yazıyı okuduğumda çok da iyi anlamamışım. Bunu hiç tanımadığım biri ile havadan sudan konuşurken fark ettim. Söz nasıl geldiyse geldi oraya. Aldı verdi,aldı verdi. 

Dışarıdan topa tutmak ne kadar kolay diye düşündüm.


Ve ne yazık ki aynı hatayı uzaktaki başkaları, başka düşünceler için ben de yapıyorum bazen. 





BİLESİN

Adım anılmış
Çörekler, tatlılar yemişsin bensiz
Üstelik perhizini bozup
Şeker atmışsın çayına
"Güzel olmuş,eline sağlık" demişsin ona

Kıskandım, bilesin.









YEŞİLÇAM ÇOCUĞUYUZ, N'İDELİM


Yönetmen: Atıf Yılmaz

Senaryo: Hamdi Değirmencioğlu
Yıl: 1972

Neden her rastladığımda izliyorum bu filmi? Benim gibi ortaya karışık bir film ondan herhalde: Dram da var, klişe de, duygusallık da, komedi de, kuvvetli espriler de, iyi sahneler de, sıradan Türk filmi sahneleri de…Sonra Sadri Alışık kısacık da olsa ne güzel söyler:

"Seni ben unutmak için sevmedim
Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim…"*

DİNLE NEYDEN




Başında sikkesi ile bir Mevlevi / semazen  dönüyor da dönüyor. Derken, kocaman taş duvarlar arasından giden yola, demir parmaklıklı küçücük pencerelerden bakıyoruz. Kar da yağmakta. Kardan ziyade, yün kumaşların kalınlığına bakıp  üşüyoruz. Derviş dede ile birkaç can ardı sıra yürüyorlar.

  
Mevlevilikle, geleneksel Türk  sanatları ile, Osmanlı, Selçuklu tarihi ile – özellikle savaşlar ve mucitler başta gelecekti- alakalı filmlerin, çizgi filmlerin yapılması gerektiğini ama bunların kesinkez didaktik ve şovenist olMAMAsı gerektiğini ta lisenin son yıllarında düşünür dururdum. Sırf bu fikirlerle dolu olarak radyo-televizyon,senaristlik, animasyon gibi bölümler okumayı hayal ederdim. 

Sahneye dönelim yani filme. Kostümler, mekanlar,oyunculuk...hepsi göz dolduruyordu. Ah bir de daha uzun olsaydı. Daha çok  “acaba böyle yapsak nasıl olur?” filmi gibiydi. İyi olmuştu evet ama bir “kesit” olmuştu. Klasik giriş- gelişme -sonuç olan bir filmden de (yine  özgün bir şekilde) alnının akıyla çıkardı film ekibi bence. Bunda senaristlerin (Ayşe Saşa ve Sadık Y.Uçanlar) tasavvuf konusundaki samimi ve derin araştırmalarının katkısı göz ardı edilemeyecektir elbette.


Filmi TRT2'de  izleyeli epey bir oluyor. Ama yakında da izlemiş olsaydım, huyum kurusun, detaylı bir yazı yazamayacaktım. 

(28 Kasım 2o1o)


*Enis Beyin sorusu üzerine hatırlanıp taslaklardan alınmış ve yayınlanmıştır :)