DİNLE NEYDEN




Başında sikkesi ile bir Mevlevi / semazen  dönüyor da dönüyor. Derken, kocaman taş duvarlar arasından giden yola, demir parmaklıklı küçücük pencerelerden bakıyoruz. Kar da yağmakta. Kardan ziyade, yün kumaşların kalınlığına bakıp  üşüyoruz. Derviş dede ile birkaç can ardı sıra yürüyorlar.

  
Mevlevilikle, geleneksel Türk  sanatları ile, Osmanlı, Selçuklu tarihi ile – özellikle savaşlar ve mucitler başta gelecekti- alakalı filmlerin, çizgi filmlerin yapılması gerektiğini ama bunların kesinkez didaktik ve şovenist olMAMAsı gerektiğini ta lisenin son yıllarında düşünür dururdum. Sırf bu fikirlerle dolu olarak radyo-televizyon,senaristlik, animasyon gibi bölümler okumayı hayal ederdim. 

Sahneye dönelim yani filme. Kostümler, mekanlar,oyunculuk...hepsi göz dolduruyordu. Ah bir de daha uzun olsaydı. Daha çok  “acaba böyle yapsak nasıl olur?” filmi gibiydi. İyi olmuştu evet ama bir “kesit” olmuştu. Klasik giriş- gelişme -sonuç olan bir filmden de (yine  özgün bir şekilde) alnının akıyla çıkardı film ekibi bence. Bunda senaristlerin (Ayşe Saşa ve Sadık Y.Uçanlar) tasavvuf konusundaki samimi ve derin araştırmalarının katkısı göz ardı edilemeyecektir elbette.


Filmi TRT2'de  izleyeli epey bir oluyor. Ama yakında da izlemiş olsaydım, huyum kurusun, detaylı bir yazı yazamayacaktım. 

(28 Kasım 2o1o)


*Enis Beyin sorusu üzerine hatırlanıp taslaklardan alınmış ve yayınlanmıştır :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)