EPİGRAF (2)


5.*
…..simgenin karanlık anlamıyla yüklüydü o, gecede eğleşen, düşlerde eğleşen, düşlerde eğleşen herkes gibi de tehlikeli. Düşleri, her biri birs imge olan kişiler, hayvanlar,bitkiler, nesneler şeneltir. Her biri güçlüdür bunların; bunları üreten kişi, kendini simgenin yerine koyduğunda da bu gizemli güçten yararlanır. İmin gücü, düşün gücüdür…..

                                                                       Jean Genet, Miracle de la Rose

6.*
Et ignotas animum dimittit en artes.
                                                                       Ovid, Metamorphoss, 8,18 
7.*
Ve bu kitap benim vücudum,
Ve bu söz benim ruhum.
                                                                       Grigor Narekatsi, Acılar Kitabı


8.*
İçine dert olmasın
Acı gizemi aşkın
Bak, Fergus arabasını
Sürmekte dolu dizgin.
                                                                         J.Joyce, Ulysses

9.*
Boşluğun üzerine kuzeyi yayar
Ve hiçliğin üzerine dünyayı asar.                        (Eyüb 26:7)

Ey parlak yıldız, seherin oğlu, göklerden nasıl düştün! Sen ki, milletleri devirdin, nasıl yere yıkıldın! Ve kendi yüreğinde derdin: Göklere çıkacağım, tahtımı Allah'ın yıldızları üzerinde yükselteceğim ve ta kuzeyde cemaat dağında oturacağım: Bulutların yüksek yerleri üzerine çıkacağım, kendimi Yüce Allah gibi edeceğim. 

                                                                          ( İşaya 14:12)


5* : Bilge Karasu, Gece    ( Metis Yay.)
6* :  J.Joyce, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi ( İletişim yay.)
7* : Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel (Ötüken Yay.)
8.*: Suzan Nur Başarslan, Belâ  (TB Yayıncılık)
9.*: İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası (İletişim )

RANDOM (YENİ YAZAR,YENİ KİTAP) = HALİL GÖKHAN, UMUTSUZ ROMANTİK BİR ADAMIN GÜNLÜK ACILARI

                                      


Evet, geçenlerde dedim ki kızım Narda, hep klasik, hep bildik, yorumları çok yapılmış kitaplarla haşır neşirsin. Rast gele, dedim, nette dolanmaya çıktım. Nerelerden nerelere geçtiğimi hatırlamıyorum, en son aklımda kalan, İzmirli yeni yazarlar diye kafamda bir düşünce olduğuydu. Sonunda Halil Gökhan ismini kitap listeme kaydederken buldum kendimi.(Bu arada H.Gökhan'ın  İzmirli olmadığını da öğrendim. Daha doğrusu,iç kapakta Tarsus doğumlu olduğu yazıyor. )

Her zamanki kitapçıma yazarın adını,yayınevini ve istediğim kitabın adını verdim: Konuşan Kadın. Bir yandan da içimden dua ediyorum: "Ne olur Allah'ım, sadece son kitabı var demesinler!"  Zira isim tam ortalama Türk okur profiline uygun cazibede ve ben yazarın nasıl yazdığı hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Göz göre göre klişelerin içine düşmeyelim yeni yazarlardan okuyacağız diye. J (Kimse alınmasın lütfen bu son söylediklerim için, bir kısım yazarları ya da okurlarını küçük görme filan asla değil, sadece okuma zevkinin farklılaşmasıyla alakalı bir şey)

Maalesef,  tezgahtar kızcağız Allahın duamı kabul etmediğini bildirdi; son kitabı varmış. Sonra kendime kızdım: hem yeni yazar diyorsun, hem de karşına çıkacak şeyi tartmaya çalışıyorsun! Benden maceracı olmaz sanırsam J

Birkaç gün sonra geldi kitabım…

Şimdi…nerden başlasam,nasıl anlatsam…

Günlük şeklinde yazılmış, bir erkeğin, orta yaş bunalımına tekabül eden-edebilecek düşünce ve sarsıntılarının anlatıldığı, kısa bir anlatı bu. Aralık ayının 16'sında tutulmaya başlayan günlük,  29'una kadar gidiyor ve kesiliyor,22 martta tekrar başlıyor. Bu aradaki sürede kahramanımızın bir sanatoryumda kaldığını öğreniyoruz. Sonrasında ise birkaç gün var. Yani uzun bir anlatı değil.

Günlük, alıştığımız gibi birinci şahıs ağzından yazılmamış, sayfalardan birinde de dendiği gibi, iç ses ya da  günlüğün sesi diyebileceğimiz biri tarafından anlatılıyor; sen diyerek kahramanımızı muhatap alıyor.

YOĞUN İSTEK ÜZERİNE : ) HOŞLANIYORUM- CHAPTER 2



* Ahududu reçelinden

* Söğüt gölgesinden

* Utangaç kadınların hâlâ olduğu fikrinden (bkz: kendinden bilmek :p)

* Has şiir okumaktan (şiirsiz olmuyor be abiJ)

* Çehov öykülerinden

* Yeğenlerimle köpükten balon yapıp balkondan savurmaktan (tersleyen oldu mu suç doğru çocukların üstüne J)

* İki gönül bir olursa samanlık seyran olur lafından

* Eklektik çağrışımdan (patenti bana ait, kimse kullanmasın bu tamlamayı :p)

*"Lan oğlum, gevrek satarak nereye kadar?" diyen arkadaşlarına, şivesiyle " Size ne oğlum, ben ekmeğimi kazanıyorum, helalinden" diyen Kürt çocuğundan

* Başlarım modasına deyip hâlâ ayakkabı-çanta uyumunu gözeten hemcinslerimden

* Saçları omuzuna dökülen erkekten

* Market kuyruğunda "Sizin malzemeler iki taneymiş, öne geçin,buyrun" diyenlerden

* Kedilerden

* Köpeklerden (Alman pointer  yavrusu olan va mı, Kangal da olu J )

*Yerine göre, ezberinden dörtlük, öykü, mâni, şiir, şarkı sözü, beste notası, roman sayfası, atasözü, anasözü,deyim ve benzerlerini şak diye söyleyenlerden  (amma hafıza be bunlarınki, depo depo :p )

* Boşver felsefeyi, gel şurda bi' çay içelim diyenden

* Papatyalardan taç yapmaktan (bahçeye dalmış keçi gibi kuruturum bütün kırı :p )

* Mum ışığından

* Her hafta çanta dükkanlarını dolaşmaktan

KIRILMADAN NASIL MÜHRÜ BOZULABİLİR KALBİMİN...


Cibran'ın şiir gibi vecizelerini Cahit Koytak'ın çevirisiyle sunmuş yayınevi.

Beğendim ben.. Yine bazı alıntılar: (Özellikle birisini düşünerek yazdım bazılarını, umarım okuyorsundur :))


Şair sarayının külleri üzerinde oturan, tahttan indirilmiş bir kraldır; küllerden bir biçim, bir resim, bir söz bulutu, toz bulutu tasarlamaya çalışan.

**
İlham her zaman şarkı söylemek olacak, açıklamak değil.

**
Sözcüklerimizin hepsi aklın şöleninden önümüze dökülen krıntılardan başka nedir ki?

**
Hiçbir zaman tam olarak uyum içinde olamadım öteki benliğimle. Madde gerçeği dikildi engel olarak hep, sanırım, aramızda.

**
Öteki benliğiniz üzüntü içindedir sizin için her zaman; fakat ancak üzüntü içinde gelişebilir o. Endişeye mahal yok demek ki.

ÖZGÜR MÜYÜM?



Sınırsız gibi görünen bir alanın karşısındayım.

"Gibi" burada bir sıfat kısıtlayıcıdır. Resmî olarak benzerlik edatı dense de adına. Çünkü ben "sınırsız"ı bilmiyorum. Bilmediğim gibi "havsalam" da almıyor. Ama sorun değil,

 " sınırsız gibi" benim için yeterlidir.

Şimdiye kadarki "kısıtlar"ım, yasaklarım,

hepsini tek seferde yok edebilir, her şeyimi ters yüz edebilirim.


 Bu "açık alan"ın varlığı - artık önüme serilmiş oluşu yahut önüme serili olduğunu fark edişim- beni tuhaf bir duygu kesifliği içinde bırakıyor. (Hem duygularım,hem duygularımın tuhaflığı kesif bu arada.)

Bu özgürlük hissi  "yol"dan çıkarıcı bir şey, bu da önsezilerimden.

"Yol"dan memnun muyum, çıkarsam üzülür müyüm?  


haziran.

resim:Beautiful nightmare...by vacuumslayer

KUM VE KÖPÜK


Daha dün kendimi,
Uyumsuz titreşimlerle hayatın göğsünde dolaşan
Bir toz zerresi olarak görüyordum;
Bugün ve işte şimdi biliyorum ki,
gök benim, ben kendim;
ve uyumlu toz zerreleri halinde
bu, içimde dolaşıp duran da
hayatın kendisi

***
Kendi uyanışları içinde diyorlar ki,
"Sen ve içinde yaşadığın dünya
Bir kum tanesinden başka bir şey değilsiniz
Uçsuz bucaksız bir denizin
Uçsuz bucaksız sahilinde."

Ben de benim rüyamın içinde
Diyorum ki onlara,
"O uçsuz bucaksız deniz benim
Ve bildiğiniz bütün âlemler de
Kum tanelerinden ibaret
Benim uçsuz bucaksız sahilimde."

***
Yalnız bir kere dilsiz kaldım,
Biri bana "Kimsin sen?"
diye sorduğunda.

ÖĞRENMENİN YAŞI YOK



Bazı kadınların, acıtacağını bildiği halde, gidip gidip "aynı tip" adamları bulduklarına inanıyorum artık. Belâyı çekmek gibi diyorlar ya…Aynısı erkekler için de söz konusu olabilir…

*

Bazı genç kadınların, kızların neden kendilerinden oldukça yaşlı erkeklere âşık olduklarını da anlayabiliyorum.


YEDİNCİ MÜHÜR


(...) Papaz evinde büyüyen bir çocuk, sahnelerin gerisindeki yaşam ve ölümle erkenden  tanışıklık kurar. Babam, cenaze,evlenme, vaftiz törenlerini yönetir, öğütler verir, vaazlar hazırlardı. Şeytan ilk tanışlardandı, çocuğun kişiliğinde ise onu kişileştirme zorunluluğu vardı. Büyülü fenerim işte bu sıra araya girdi. (…)


Bugün bile, çocuksu bir coşkuyla, gerçekte bir büyücü olduğumu hatırlatırım kendime; öyle ya, sinema insan gözünün aldanışı üstüne kurulmuştur. Hesabıma göre, bir saat film seyrettiğimde, yirmi yedi dakika tam bir karanlık içinde oturmuş oluyorum; yani çerçeveler arasındaki boşluklar. Ben bir film gösterdiğimde aldatma suçunu işlemiş oluyorum. İnsanın belli bir eksikliğinden yararlanmak üzere yapılmış bir aygıt kullanıyorum ben, seyircileri pek heyecanlı bir yoldan etkim altına almaya yarayacak bir aygıt: Onları güldürmemi, korkudan çığlık attırmamı, gülümsetmemi, peri masallarına inandırmamı, kızdırmamı, sarsmamı, büyülememi, derinden etkilememi ya da sıkıntıdan esnetmemi sağlayacak bir aygıt. Bu yüzden ben ya bir dolandırıcının biriyim, ya da, seyirci aldanmaya hazırsa, büyücüyüm. (…)

Benim için bir film, belirsiz bir şeyle başlar. Rastgele bir söz, ya da kısacık bir söyleşi, hiçbir özel durumla ilgisi olmayan dumanlı ama hoş bir olay(…) Bu gerçek bir öykü değil, bir ruh durumudur. (…)

Karmaşık bir doğum süreci olan film, benzerlerime, insanlara söylemek istediğim şeyleri söyleme yöntemimdir. Filmciyim ben, yazar değil.  (…)

***
Ingmar Bergman'ın kendi kaleminden bir önsözle açılıyor Yedinci Mühür. Bu iki kısmın ikisi de birbirinden güzel…Bilenler biliyordur da, bilmeyenler için filmin (senaryodan hareketle) felsefi, varoluşsal irdelemeleri çok hoş. Bir kere ölümle satranç oynayan şövalye bile başlı başına katmanlı bir seçim...

Senaryoyu okuduk, darısı filmini ve filmlerini izlemeye.

Kitabın adı: Yedinci Mühür ( Aynı adlı filmin senaryosu)
Yazarı: Ingmar Bergman
Yayınevi: İz yay.
Basım yılı: 2010
Çeviren: Turan Oflazoğlu

 

EPİGRAF



1.*
Erkek ava çıkar ve dövüşür.
Kadın şeytanlık düşünür ve hayal kurar;
Fantezinin tanrılarının anasıdır.
Altıncı duyuya sahiptir,
Ve kanatları vardır,
Arzunun ve hayalin sonsuzluğuna uçmak için…
Tanrılar erkekler gibidirler;
Bir kadının göğsünde doğar ve ölürler.
                                                                       Jules Michelet


2.*
Ne dersen de, görünmüyor bir iz,
Şaşırdık yolumuzu, ne yapsak ki?
Kırda güden bizi şeytan olsa gerek,
Oraya buraya savurup duran.
Niçin böylesine çoklar,nereye sürüyorlar onları,
Niçin acıklı böyle şarkıları?
Kötü ruhu mu gömüyorlar,
Kocaya mı veriyorlar cadıyı?
                                                                       A. Puşkin

3.*
Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki: Toprağa düşen bir buğday tanesi yok olmazsa,sadece bir buğday tanesi olarak kalır; fakat yok olursa, o zaman bereketli ürün doğurur.
                                                                       Yohanna İncil, 12. bab, 24

4.*
Her kadın zehir kaynağıdır ama, onun iyi olduğu iki saat vardır, biri yatakta, öbürü ölümünde.
                                                                       Palladas


.......................

1* : Carlos Fuentes, Aura hikâyesine (Körlerin Şarkısı, Can yay. )
2* : Dostoyevski, Ecinniler ( Ecinniler, Can yay.)
3* : Dostoyevski, Karamazov Kardeşler (K.Kardeşler, Antik yay.)
4* : Prosper Merimee, Carmen ( Carmen ve Colomba, Altın kitaplar)

HOŞLANIYORUM

*Çocuğuyla konuşacağı/ öğüt vereceği zaman, çömelip fizikî olarak da onun seviyesine inen annelerden/ babalardan

*Şu anda, eğer gerçekten istersem, dünyanın herhangi bir yerine gidip gezebileceğim gerçeğinden-imkânından

*Birdenbire elimi tutuşundan

*Birlikte yürürken, benim minik ve hantal adımlarımla uyum içinde olmaya çalışmasından

* Sait Faik'i yanımda düşlemekten

* Bak bu çok güzel bir şarkı dinlesene, diyerek çocukça bir safiyetle "kendini" paylaşanlardan

* Kızını balığa götüren babadan

* Johnny Deep'ten; forever Johnny! :p

*Kalk ya, tembelliğinden, pısırıklığından bi' tarafın yapıştı sandalyeye, yürü gidiyoruz, diyen arkadaştan ve diyebildiğim arkadaştan

*Beni görmeye gelirken  ufak da olsa bir hediye getirenden ( herhangi biri olabilir: çiçek, kitap veya takı  :pp)

*Yazılarıma yorum yapandan (x3  kez :p)

* Meyveli yoğurdu ve klimayı icat edenlerden (Allah ne muratları varsa versin:p)

* "Ay görmeyeli zayıfladın mı sen" diyenden

*Esprilerimi ve aradaki ikinci cümleyi/yargıyı atlayarak sonuçtaki cümleye gelişimi anlayacak kadar hızlı ve zeki olandan

* Dağ bayır yürümekten

* Karadenizden

*Koç burcuna ithaf edilen özelliklerden

*Güzel fıkra anlatandan


- devam etme ihtimali yüksek :p-



BAHÇE -M. DURAS


Duras'dan okuduğum ikinci ve son kitap Bahçe oldu. C. Denizcisi'nden daha çok sevdiğimi söyleyebilirim, yine de o Fransız nezaketi öldürdü beni, ne cümleler, ne cümleler. Bundan kelli hoşsohbet ve "teklifsiz" Türk insanı klişesini göğsümde büyük bir gurur ve gerçeklik madalyası olarak taşıyacağımdır :p

Arka kapağı, copy-paste için ararken, bulduğumun,bu basımda içteki yazı olduğunu fark ettim, arka kapak değil:

Paris'in tren istasyonlarına dökülen bu binlerce Bretange'lı kadın her işe koşulan türden hizmetçilerdi; bir de ayak işlerinde çalışan, kırlık yerlerin pazarlarında işportacılık yapan, iğne iplik gibi şeyler satan kimseler ve daha birçokları. Ölüm kimliğinden başka şeyleri olmayan milyonlarca insan. Tek düşündükleri yaşayabilmek: Açlıktan ölmemek, geceleri bir dam altında uyuyabilmek; hepsi bu. Bir de ara sıra bir iki laf edecek birilerini bulmak, ortak bahtsızlıklarından, kişisel zorluklarından söz etmek, konuşmak. Yazları, sokak aralarındaki küçük parklarda, çocuk bahçelerinde, trende, pazar yerlerinin kalabalık, müzikli kahvelerinde olabilecek bir şey. Bu da olmasa, diyorlardı, içinde bulundukları ölümcül yalnızlıktan kurtulmaları olanaksızdı.

-Marguerite Duras, Kış 1989- (netkitap.com'dan yürüttüm)

Bu basımdaki arka kapak ise şu cümlelerle başlıyor:
"M. Duras, bu eserinde, yolları bir bahçede kesişen iki yalnız insanın, iki yabancının, kendilerine bile itiraf etmekten çekindikleri gerçeklerle yüzleşmelerini anlatır…"

Konuyu ise şöyle anlatayım:

Matmazel, henüz yirmisinde, ama on altısından bu yana en ağırından hizmetçilik yapmakta, mösyö ise tahminen 3o'lu yaşlarını bitiren bir gezgin satıcı….Matmazel, "bu hayattan ancak biriyle evlenerek" kurtulabileceğine inanmaktadır. Mösyö de tek başına ve karın tokluğuna gezip durmanın kendisini hiç gocundurmadığına…İşte başlıyorlar hayattan, işten-güçten,yoksulluktan,umuttan…konuşmaya, ta ki akşama kadar.


Kitabın adı: Bahçe
Yazarı: M. Duras
Yayınevi: Can
Çeviri: Müntekim Ökmen
Basım yılı: 2011

CEBELİTARIK DENİZCİSİ YA DA DEMEK Kİ NEYMİŞ, ERKEKLERİN HER DEDUĞUNİ YAPMAYACASUN DA!


Bu romanda bana işleyen tek şey şu oldu: Anna'nın, adam bir limanda yattan inip de saatler sonra döndüğünde, adamın onun yüzünde gördüğü o korku. Anna'nın korkusu, adamı sevdiğinin göstergesi olan o korku ve apaçık tek cümle: "Ben korktum."

Onun dışında bir şey vermedi bu roman bana. Bir arayış hikâyesi bu. Mistik ya da mecazi olarak okuyabilmemiz mümkün, en azından kimi sayfalarda öyle bir yönlendirme hissettim ben.

Fransızcadan mıdır, çevirmenden midir, kimi yerleri pütürlüydü romanın. Eksik, yanlış yazımlar mevcuttu. Ayyy, hiç hazzetmem o ufak-tefek de olsa hatalardan.Bi' bakmışın eksik tamlama takısını eklemişim, bi' bakmışın virgül koymuşum, bi bakmışın abuk öztürkçe kelimenin üzerini çizip "gericilik alâmeti" eskisini yazmışım, sonra da bi bakmışın sayfa kurşunkalemin tecavüzüne uğramış:p

Neyse efem, arka kapak biraz saçma,daha doğrusu fazla eksik geldi bana. Nette hazır bi özet, bi  yazı, bişicik de bulamadım. O yüzden iş başa düştü Valiente kızım dedim, yazdım kendi özetimi. Buyurabilirsiniz:

KİTAPLAR VE FAHİŞELER


"Okurun sorusu: Sanırım, bu hayattan ancak kendi isteğiyle vazgeçebileceğini biliyordu Benjamin, başkalarının kaderini belirlemesine tahammülü yoktu. Yoksa o yazıyı yazması kaderin bir cilvesi miydi?.."

" Yayıncının bu yazıya eşlik  önerisi: AğustosYağmuru"

***
ERKEKLER

İkna etmek kısırdır.

MEMLEKET SAAT AYARI

Büyükler için, bitmiş eserlerden çok, ömürleri boyunca  çalışmalarının izini taşıyan fragmanlar ağırlık taşır. Çünkü ancak daha zayıf, daha dağınık olan kimse bir şeyi bitirmekten kıyas kabul etmez bir sevinç duyar, hayat yeniden kendine bağışlanmışçasına. Dâhiye her çeşit kesinti, ister kaderin ağır darbeleri, ister masum bir uyku, atölyesinin durmak bilmeyen çalışması içinde kendiliğinden gelir. Ve bu atölyeyi koruyan sınırları fragmanında çizer. " Deha çalışkanlıktır."


BU YEŞİL SAHANIN HALKIMIZCA KORUNMASI RİCA OLUNUR

Nedir, "çözülen"? Ömrün bütün soruları manzaramızı kapatan bir ağaçlık gibi kalmaz mı geride? Ağaçları köklemek ya da hiç değilse seyreltmek aklımıza bile gelmez, pek. Yürümeye devam ederiz, geride kalır ağaçlık; uzaktan bakıldığında gerçi topluca görülebilir haldedir, ama bulanıklaşmış, gölgelenmiş ve o ölçüde de esrarengiz bir yığına dönüşmüştür.

(…)

Ve geçip gidenlerden hiçbiri hayranın aşk ateşinin tam da buralarda, kusurlu köşelerde, kınanacak yerlerde yuvalandığının farkına bile varmaz.

PANAROMA