İSTANBUL YOLCUSU KALMASIN


İstanbul İstanbul dedim
Sana geldim
Geldim de ne buldum
Anam ayırmazdı benden gözünü
Söylemişti dinlemedim sözünü (Ezginin Günlüğü,İstanbul)
….

İnsan daha gelmeden, gezip görmeden bir şehirden soğur mu? Hele geçenlerde haberlerde gösterilen gökdelenlerden sonra...Ne ki bu şehirde akrabalarım ve yakından tanımak istediğim insanlar var. Geçen yıl gerçekleşemeyen buluşmalar inşallah  bu kez gerçekleşir, bazı blog arkadaşları ve Kırkıncı Kapı ahalisinden gelebilenlerle. Yalnız bizim valide sultanla işim zor, kendisi aşağıdaki karikatüre pek takmış vaziyette :)

Neyse. 27 Nisandan itibaren, on gün kadar İstanbul'dayım inş. Yalnız ufak tefek aksilikler başladı bile. Haydi hayırlısı.


içeri giren’e*

                                                                         



kapılarda bıraktılar her şeyleri her şeyleri
ey üzünç yalnız bir seni mi aldılar içeri

saatler bir açık deniz gibi kimseden yana değil
her zaman süslü püslü her zaman oldukça geri


beni bir su başına götürün bir su başına





* Divan'dan

KESİK HAVA


"İkindi güneşi altında cadde birden yellendi, bulutlar hızlandı, yağmur serpelemeye başladı. Sessiz, kimseyi rahatsız etmeden kıyı bucak yağıp geçecekken niyeti bozdu, şiddetlendi, insafsızca, hıncını çıkarırcasına tepindi yerde. (…)

Güneş mi yağdı, yağmur mu?
Limon gibi sıkıldı gök.
Göğün zırvalaması, başka bir şey değil. Zaten kimse aldırmadı, havasını bozmadı.(…)"

Züccaciye mağazasına, iki yıldır çalıştığım dükkana,işimin başına döndüm.
Raflarda Sessizlik ve İtina, dizili.(…)

Denizin ufka doğru ağaran sırtı ürperiyor. Gölge benekli kaldırımların üstündeki dallara yuva kurmuş güneş, dallardan süzülmekten usanmış, düşünceli kuşlar gibi, kanatlarını gere gere karanlığı bekliyor." (Ecel Teri adlı öyküden)

***

Yeni kalemler okumalı artık dediğim dönemde aldığım (kasım 2012) okuması bu aya kalan bir kitap oldu Kesik Hava.

{CAMİ} / ( CAMİ )



Bu blogda belki bazen ukalaca ama hevesli ve samimi bir okur olarak yazdım kitap değerlendirmelerimi. O yüzden uzun uzadıya, derinlemesine edebî çözümlemeler, saptamalar, karşılaştırmalar, kritikler filan yapmıyorum. Bu konuda kendimi ehil bulmadığım gibi sabırsız bir karakter oluşum  da yapabileceklerimi sınırlıyor, daha yazmadan sıkılıp bunalıyorum. Yine de bu yazıda sınırlarımı zorlayacağımı beyan ederek uzun bir yazı olduğunu duyumsatayım.


Uzun bir okumayı göze alamayanlar içinse şunu söyleyeyim: Okuması, çoğu okur için kolay olmayacaksa da bu yazımın amacı ve son isteği mutlaka bu kitabın/kalemin okunmasıdır.

İşbu yazı uzun bir sürede tamamlandığı için kitaba zaman zaman geri dönmem gerektiğini belirtmek istiyorum. Hassaten böyle "ağır bir konu içeren" ve dili de düz olmayan bir metne geri dönmem, hatta tekrar okumam için uygun manevi bir dönemde olmayışıma karşın bu yazının daha fazla gecikmemesi gerekiyordu.

Neden bu kadar uzuyor bu giriş, bilmiyorum. Bu metinlerde hem sevdiğim, hem de beni rahatsız eden  şeyler var.Şurada 2011'in en iyi 100 romanı içinde yer almış bu kitapta bunların ne olduklarını belki bu yazıyı yazarak çözebilirim…

ÜMRAN,BEN VE DİĞERLERİ*


Bir ilk kitap Ümran, Ben ve Diğerleri. Yazarının edebiyat öğretmeni olmasından dolayı en azından Türkçe açısından beklentimi bir üst seviyede tutmuştum. Oysa bütünüyle güzel birçok kısa öykü karşıladı beni : Ağrılıklarından kurtulmuş, Türkçesi güzel, nasıl'ı gibi ne'si de olan, kısa öykünün zorluğunun bilincinde olan öyküler.

Kitaptaki öyküler 3 temaya ayrılmış:
Kadınlık öyküleri
İnsanlık öyküleri
Çaresizlik öyküleri

Kendi adıma ikinci gruptaki öyküleri daha çok sevdim.


Bilindik,rahat giden ama birden yön değiştirerek bambaşka bir sonuca çıkan öyküleri severim ben. Böyle bir hikâye olan Leyla (Kadınlık Öyküleri) çok hoşuma gitti.

TAHRİBİYYAT

*

                                                           

Öğretilen çok şeyi olduğu gibi kabul etmekten çıkıyor sorunlar, sormuyor,düşünmüyorum…

Günümüzde kapitalizmden,tüketim toplumu olmaktan hemen her vicdanlı insan şikâyetçi…

Problem daha en başta, iktisat tanımında başlıyor. Nedir bana üniversitede derslerde öğretilen iktisat tanımı: İnsanın sınırsız ihtiyaçlarının, sınırlı dünya kaynaklarıyla karşılanması için yapılan faaliyetler…

Karşımdaki adam, şöyle değil mi işin aslı diye soruyor:

Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, arzularıdır.

Ve bundan belki de bin yıl kadar önce yaşamış bir Endülüslü'den alıntılıyor:

Su içmek : ihtiyaç

Suyu bir bardak ya da tasla içmek : tedbiliyat

Suyu, bir liralık süslü bir bardakla içmek : tahsiniyyat

Suyu, bin liralık bir bardakla içmek : tahribiyyat


Gerçekten de gereksiz yere tüketerek ne kadar çok tahrip ediyoruz: zamanımızı, bedenimizi, tabiatı, başka insanların hakkını, emeğini…






*Germain Krull, via by süprüntü.tumblr

ÂŞIK OKURDAN SEVGİLERLE...*


Yüzüm Kitap diyor ki
“Okumak Tekil Bir Edimdir, Çoğul Bir Eylem İster!..

Birbirinin benzeri bir Ankara gününde vakit geçirmek için katıldığım sıradan bir etkinlikti, Çiğdem y Mirol’un Yüzüm Kitap performansı… Ya da ben öyle sanmıştım. Çünkü bir okur olarak kafamda yıllarca oluşmuş sıkıcı ve samimi olmayan bir imge vardı yazarlı kitaplı etkinliklere dair: Bir yazar, güzel ahşap bir masada oturur,  masasına özenle sıra sıra dizilmiş kitapları, gelen okuyuculara imzalar güzel kalemiyle diye düşünürdüm. Ha bir de su şişesiyle bardak olurdu masada bir yerde, olur da yazar okuyucularla uzun soluklu bir sohbete girerse, kuruyan ağzını ıslatsın diye… Lakin o gün, hiçbir şey böyle olmadı.

8. İTİRAF , İTİRAF : BİLMEDİĞİM BİR ŞEY SÖYLEYİN



                Bir hareketlenme olunca avluda küçük bir kalabalığın oluştuğunu ancak anlayabildim. Ya da bu kalabalık sadece Selim İleri ve diğer yazar-çizer takımının öz kalabalığıydı. Program saatini geçeli tam yarım saat olmuştu. Hiç şaşmaz; en az yarım saat. Kalabalığın içini seçemeden salona sürüklendik. Aslında ilk panel için buradaydım, gerçekleri söyleyecekler miydi? Edebiyat ve Medya. Programda belirtilen katılımcılardan biri yoktu, yerine iki kişi gelmişti. Medyada, kitap ekleri de dahil, işin reklam karşılığı tanıtımdan öte bir şey olmadığını söylediler.

1. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER CADDESİ



                Yola koyulduğumda, içimde günlerdir kıpırdayan canlı istek, rahimde ölüvermiş bir cenin olmuştu. Buna alışmıştım  çünkü ben böyleydim: Hedefime ulaşma yolunda ilk ya da en zor* adımı atmışsam, o artık benim için bir hedef - amaç değildir; çoktan ulaşılmış bir hedeftir ve bıkmışımdır bile. Artık yeni bir heyecan gerektir.

11 FASILDA 11. İZMİR ÖYKÜ GÜNLERİ


İĞRENÇSİN SELİM BEY!

Şimdi titriyorum ve sendeliyorum ya, evden çıkamıyorum, okumak filan da istemiyorum, dolayısıyla elimde kumanda aptal kutusunun karşısında az daha aptallaşarak oturuyorum. Ev yenileme programlarından birine rastlıyorum. Yalan yok, çok severim dekorasyon ve tasarımı. Dur bakiim neyi nasıl yapcaklar dedim, hay demez olaydım, mutfağı yenilenen kadın öyle içten, hançereden haykırıyor ki  tasarımcı mimara "Ay, hariiiiiikaaaaasınızzzzzz Selim Bey!Şöylesiniz, böylesiniz, böyle de muhteeeeeşemmmmmm olmuş!" diye, sanırsın ki tecavüzcünün elinden kurtarmış kadını, ya da yerli otomobil yapmış eline vermiş. Böyle deyince yapılan işi küçümsemiş gibi oluyorum galiba, asıl diyeceğim bu ne yalakalık yahu! Tamam, bu bir TV şovu, beğenmesen de beğendim diyeceksin bir şekilde, ama bu kadar abartmayı nasıl insanlıklarına yediriyorlar anlayamıyorum ya. Teşekkür etmenin, şükran sunmanın söyleyişi bile zarifken bu yalakalık yazarken bile mide kaldırıyor vesselam. Üstelik her yerde, her konuda almış başını gidiyor. 

TANRI OLMAK İSTEYEN OTOBÜS ŞOFÖRÜ



Etgar Keret'i merak ettiğimi bilen Vladimir, kitabı hediye ettiğinde çok sevinmiştim. Geçen hafta okudum.

1967 doğumlu, İsrailli bir yazar Keret. Kısa film,animasyon,bağımsız sinema gibi dallarda çalışmaları varmış. (Hikâyelerini okuyunca buna şaşmadım zaten.)

10 ½ BÖLÜMDE DÜNYA TARİHİ


1946 doğumlu bir İngiliz Julian Barnes. Birçok ödülü var edebiyat alanında. Elimdeki kitabı ise ilk basımı 1986'da yapılmış olan 10 ½ Bölümde Dünya Tarihi. Bu yazarın  Flaubert'in Papağanı adlı eserini duymuştum ama kimin yazdığı aklımda kalmamıştı. Bu kitapla da kendisiyle tanışmış olduk. Barnes 2011'de Man Booker ödülünü - nihayet- almış. (Nihayet, çünkü İngiltere'de sevmeyenleri de çokmuş. Fransız kültürüne duyduğu hayranlık onu ülkesi okurlarından uzaklaştırırken Fransızlardan ödüller almış. Filan… )

Elimdeki Afa yayınlarının 1997'deki baskısı. Çeviren Armağan Anar. Geçen ay okuduğum bir kitap.