Malina, Bachmann'ın
öykülerinin çoğunda dile getirmiş olduğu bir temel tutumun yeni bir
yansımasıdır. Ona göre, ikinci dünya savaşını izlemiş olan savaş sonrası
dönemi, belki ilkinden de korkunç olan bir savaşın yaşandığı dönemdir. Bu savaş artık cephelerde, dış dünyada değil,
insanların iç dünyasındadır; en büyük hedef, insanları iç dünyalarından
yıkmaktır. Bu yıkım ve cinayetler, artık tarihin belli dönemlerinde değil, günlük yaşamımızda yer alır. Ona göre
insanın insanı manevi açıdan, sevgisizliklerle, türlü yaralamalarla öldürüşü,
gerçek cinayetleri oluşturur; boyutları daha geniş olan sonraki tüm
cinayetlerin, büyük kıyımların temeli, bu günlük cinayetlerde aranmalıdır.
*
Malina, düşünceli, beni izliyor, sonra konuşuyor: çok şey
soruyorsun bana, ve çok erken soruyorsun.
Tek bir cümle, artık kendisine olan olmuş insana güvence
vermeye yeter mi ki? Bu dünyadan olmayan bir güvence gerek.
… her gün bir sonraki gün için sipariş veriliyor, sorunlar
bulunup tedavüle çıkartılıyor, belli sorunlar yok aslında, sorunlar üstüne
konuşulduğu duyuluyor ve bu yüzden de sorunlar üstüne konuşuluyor.
Bana bir portakal suyu hazırlayacak ve kahve yapacak. Bütün
bir yaşamın varlığı, şart değil. Bütün yaşam, bu.
İnsanın manevi varlıklarına el konulması diye bir şey
olabiliyor mu acaba? … o durumda değer mi hâlâ bu güçlüklere katlanmaya?
*
Ben o zamanlar ezildim, çok önemli bir ritmi yitirdim. Bunu insan
sonradan bir daha kazanamıyor.
*
Çünkü kişi hep birini düşünmek zorunda kalırsa, o insan için
sürekli duygular üretmek zorunda kalırsa, o zaman gerçekten mutsuz olur.
*
Bir
ölüm olayında ve bir mezarlıkta nasıl davranılacağını bilen kimse kalmadı
artık.
*
Malina: "Doğal olarak hiçbir şey öğrenemedin. Ama zaten içinde var olanı, zaten bildiğini işledin. Sence az mıdır bu?"
Dedim ya güzel roman Malina. Okuyun, okutun.