Şu çiçekçi dükkanının önünde koşarken durmamın tek nedeni,
vitrinde duran bir demet kırmızı zambaktı, kırmızıdan yedi kat daha kırmızı
böylesi zambakları o güne değin hiç görmemiştim, ve vitrinin önünde Yusuf vardı…
Onun numarasını çevirebildiğimden bu yana hayatım nihayet
akışını durduruyor, artık çarkın dişlileri arasına sıkışmıyorum, çaresiz
güçlüklerle karşılaşmıyorum, artık ne ilerliyorum, ne de yoldan çıkıyorum;
çünkü nefesimi tutuyorum, zamanı durduruyorum, telefon ediyorum ve bekliyorum.
Yusuf bana asla soru
sormadığından, kuşkuyla bakmadığından ve beni
asla suçlamadığından, benim de kuşkularım yitip gidiyordu. Yusuf
çenemdeki iki dikbaşlı tüye bakmadığından, gözlerimin altındaki ilk iki kırışık
üzerinde durmadığından, ilk sigaradan sonra öksürmemden rahatsız olmadığından,
üstelik düşünmeden bir şey söylemek istediğimde
eliyle ağzımı kapadığından, henüz söylemediğim
ne varsa, bir başka dilde ve tüm benliğimle ona söylüyorum.
Bir insanın bağışıklık kazanması için gereksindiğinden çok
daha fazla koruyucu madde biriktirdim; kuşku, umursamazlık, büyük bir korkunun
ardından gelen korkusuzluk gibi; ve Yusuf'ın bütün bunlara karşı, bunca
dirence, bu bunalımlara şerbetli hüzne, saniyesi saniyesine uykusuzluğa
ayarlanmış gecelere, sürekli gerginliğe, her şeyden inatla feragat edişe karşı
nasıl bir saldırıya geçtiğini bilmiyorum; ama daha ilk saatte, Yusuf 'un tabii
ki gökten inmediği, ama gülen gözlerle, kocaman ve ve hafif eğilmiş olarak
L.H'de önümde durduğu o ilk saatte hepsi
yıkılıp gidivermişti, ve sırf bu yüzden Yusuf'a en büyük nişanları vermem
gerekirdi; en büyüğünü ise beni yeniden bulduğu, bir zamanlarki beni, en eski
kesitlerimi, üstü örtülmüş olan ben'i ortaya çıkardığı için hak etmişti…
Pek
çok şeyi oluruna bıraktık. Yine bu yüzden, hiçbir anlam taşımayan ilk küçük
cümlelerin ötesine geçmemiz epey zaman aldı. Bugün artık başka insanlar gibi
birbirimizle konuşabildiğimiz, sohbet edebildiğimiz söylenebilir mi, bunu bile
bilmiyorum. Ama acelemiz yok. Önümüzde daha bütün bir hayat var diyor Yusuf.
Şimdi diyorum ki, raslantılar bir kez, ama yalnızca bir kez Yusuf'la
kentte karşılaşmamızı sağlamalıydı, onun yanında birileri, benim yanımda
birileri, hiç olmasa o zaman Yusuf , benim başka türlü de görünebileceğimi,
giyinmesini bildiğimi (bundan emin değil), konuşkan olduğumu (bundan daha da
emin değil) anlardı. Çünkü Yusuf'un yanında sessizleşiyorum, çünkü
küçük sözcükler, evet, hemen, öyle, ve, ama, sonra, ah! gibi sözcükler bile dopdolu
benden çıktığında, Yusuf için yüzlerce anlam taşıyor. Çünkü Yusuf için hiçbir
gösterişim yok, görünmek için bir şey yapmıyorum.
Yusuf, başka erkeklerden farklı olarak, özellikle bir
telefon beklememden, onun için zaman ayırmamdan, kendimi onun boş saatlerine
göre ayarlamamdan asla hoşlanmaz, onun için bunları gizli yaparım, ona uyarım
ve onun derslerini düşünürüm, çünkü ilk derslerimin çoğunu Yusuf'dan aldım. Ama
bugün çok geç artık, Yusuf'a postanenin önünde on beş yıl önce rastlamam
gerekirdi. Öğrenmek için geç sayılmaz, ama öğrendiğimi kullanabileceğim zaman
parçası kısalmış olacak. Öte yandan…o zamanlar dersleri bütün kapsamıyla anlayabilecek
yetenekte olmadığımı düşünüyorum.
Yusuf'u düşünüyorum.
Aşkı
düşünüyorum.
Damardan verilen gerçeği.
Ve bunun etkisinin ne kadar kısa sürdüğünü.
Bir sonraki, daha yüksek dozu.
Sessizliğin içinde düşünüyorum.
Cümle öbeklerinden yana eksiğimiz epey, duygular üzerine
henüz tek cümlemiz bile yok, çünkü Yusuf bu konuda hiç cümle söylemiyor, çünkü
ben bu türden ilk cümleyi yapmaya cesaret edemiyorum.
Biz de, dünyanın varlığı onaylanabilir bir bölümüyüz, ağır
yada acele adımlarla kaldırımda yürüyen, yaya geçidine ayak basan iki kişi, ve
hiçbir şey söylemesek, birbirimizle doğrudan iletişim kurmasak bile, Yusuf beni
tam zamanında kolumdan yakalayıp, bir arabanın ya da tramvayın altında
kalmayayım diye, sımsıkı tutacak. Onun ardından hep biraz koşar gibi yürüyorum,
çünkü benden çok daha yapılı ve benim iki adım atmak zorunda olduğum yerde onun yalnızca
bir adımı yetiyor, ama ben, dünyayla olan ilişkim yüzünden, çok geride
kalmamak, Yusuf'la gitmek istiyorum, ve bir işimiz olduğunda böylece B.'ye,
M.'ye ya da S.'ye varıyoruz. Birimiz ötekini yitirme
tehlikesiyle karşılaşsa, son dakikada bunun farkında varırız, çünkü başkaları gibi
birbirimizi kışkırtmak, ayrı yollara
gitmek, inatçılık yapmak, birbirimizi itmek ya da yadsımak asla elimizden
gelmezdi.
Ve Yusuf bugün bana, üstüne bir şeyler sürülmüş ekmek yemekten
bıktığı, yemek pişirmekten ne kadar anladığımı artık bilmek istediğini telefonda söylemeyi unuttuğunu anlatıyor, ve
ben şimdi tek bir akşamdan, gelecek
yılın getirebileceklerinden daha çoğunu
bekliyorum. Çünkü eğer Yusuf yemek
yapmamı istiyorsa, bunun mutlaka bir anlamı olmalı,
Çünkü Yusuf'u yalnız kendimle elde tutmayı başaramıyorum…
insan birini ancak bazı şeyleri saklı tutarak, küçük geri çekilmelerle,
taktiklerle, Yusuf'ın oyun diye adlandırdığıyla elinde tutabilir.
******************
Lütfen yukarıdaki metinde Yusuf gördüğünüz yere Ivan
koyunuz ve yeniden okuyunuz.
******
Malina için bir başyapıt demişler. Benim için o kadar olmasa
da güzel bir roman. Özellikle kadın karakterin rüyaları ve sfumato gibi
ilerleyen anlatım… Bir kadının ruhu, yaralanmış yerleri… Kahramanı bir çok
noktada duydum, bir ilk olarak…Ve insan ırkının acımasızlığı…
Kitaptaki iki erkek karakter için (Ivan ve Malina)
Bachmann'ın hayatındaki iki erkeğe karşılık geliyorlar diyenler de olmuş: Paul
Celan ve Maks Frisch. Malina'yı,
anlatıcımız kadın karakterin ikinci bir kişiliği gibi düşündüm ben daha çok;
zamanla onu ele geçiren, öldüren bir başka kişilik. Onun erkek tarafı demişler
bunun için de.Yahut ilişkide kadını
boğan ve hakimiyeti altına alarak benliğini yok eden erkek sevgili de.
Bahcmann'ı listemde 4 yıldır bekletmekteydim. Buna ceza
olarak birkaç alıntı yazısı daha olsun burada…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)