Romantica



Masanın üzerindeki yaseminler güzel kokularını en nazlısından salıyorlar bana doğru aralıklarla. Masanın masam olup olmadığını bilmiyorum… ama yaseminler benim olmalı…


“duvardaki saat,
6:23’ü söylüyor
Geçmiş susamış
Şimdi ise adımsız bir koşucu
ve şimdi 6:43
ve geçip giden cesedi dakikanın
söylüyor bana yaşam şimdi, burası, beğensen de beğenmesen de
ve nostalji kurmakta evini kafamın içinde
ve işte 6:50
sana kim söyledi senin bir kere düşlediğini benim de düşlediğimi
kim söyledi sana geleceğimi yanlış yöne çevirdiğini
işte şimdi 7:16
…”

BEŞİ BİR YERDE


Sanki buraya kaydetmesem bu kitapları okuduğuma inanmayacağım. Böyle bir alışkanlık oldu işte…

Geçen aylar içinde okuduğum 5 kitabın bendeki akislerini kısaca anlatayım.

Borges, Alçaklığın Evrensel Tarihi, Celal Üster’in çevirisiyle İletişim Yay.,2011 baskısı:

Borges’i çok seviyorum, Alef’ten bu yana. Tüm eserlerini okumayı planladım. Alçaklığın Evrensel Tarihi, daha 30’lu yaşlarının başındayken yazdığı,ilk dönem diyebileceğimiz ve büyülü gerçekçilikle ilgisi olmayan öyküleri. Kimini kitaplarda okuduğu, kimini gazete haberlerinde duyduğu olaylardan  yola çıkarak (Billy The Kid bile var),duru, sade ama “hissiz” ama elbetteki yanlı bir üslupla anlatmış. Okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Yine kitaptaki Vesaire bölümünde, yazarın daha o zamanlardan ilgi duyduğunu gördüğümüz müslüman-doğu hikâyelerinden yaptığı çeviriler var. Diğer Borges kitabı kitaplıkta göz kırpıyor ama tatlıyı sonra yemek gibi onu okumayı erteleyeceğim sanırım.

Truman Capote, Gümüş Damacana,Püren Özgören’in çevirisiyle, Sel Yay., 2010 baskısı:

GECE UÇUŞU


Burada görüp  hatırlayınca, sevgili pilotumla bir kere daha gece uçuşuna çıkmak istedim…Fabien’le fırtınada savruldum bir kez daha, okyanusun ve Patagonya dağlarının birbirine karıştığı fırtınada…

Düşündüm de; görev için her şeyi (sıradan bir görev değil bu, en azından onun için) – merhameti bile, adil davranmayı bile- arkaya iten müdür Riviére, ithaftaki Didier Daurat ise pilot Fabien de Exupery  olmalıydı. Öyleyse, kendi sonunu da –o garipsediğimiz, filmlere yakıştırdığımız tecellilerden biriydi işte-  yazıyordu Exupery.

Exupery'i okurken, sonunda bir karara varmış çelişkisini görmemek mümkün değil. Ama sonuçta, onun hümanizmi, bütün bir insanlık için hümanizmde karar kılıyor: Birileri bunu yapmalı, değil mi? İlk önsözcünün* deyimiyle “kahramanca bir hümanizmadan insanca bir hümanizmaya geçtiği, başkalarına hizmet, kardeşlik ve ilerleme ve kalabalığın mutluluğu düşüncelerini üstün insanın hareket noktaları haline getiren daha yalın bir hümanizmaya vardığı görülür.”

“ Exupery’nin düşünce dünyasının ilk ifadesi, insandan daha sürekli eser yaratma uğrundaki çalışmadır.” Bu yüzden Riviére’i anlatırken, adeta koruma zırhına almıştır Exupery: “Riviére’in sert ahlakı bu ilke adına savunuluyor.”

İkinci önsözcü Andre Gide,  “Edebî olarak tat aldığım kadar tarihî bir belge de bu” demiş. Evet, Exupery’inin kendi deneyimlerini aktardığı, Avrupa’nın sivil havacılık tarihine ait bir belge:

Gece uçuşları yapılmalı ve devam ettirilmeliydi. O halde ansızın çıkan bir fırtınada dönmek yerine ilerlemenin yolları araştırılmalıydı, talihsiz bir kaza/kaybolma olayı bu rutine engel olmamalıydı. Bir kayıp yüzünden diğer uçuşlar iptal edilmemeli, Avrupa postası aynı saatinde kalkmalıydı. Yas tutarak vakit kaybedilemezdi. Bir tek seferin iptali bu programın başarısızlığı olarak görülebilir ve yıllarca emek verilen bu projeyi sonlandırabilirdi…Kayıplar, başarıya giden yolda, her zaman olacaktı...

“ Zafermiş…bozgunmuş…anlamı yok bu sözlerin. Hayat, bu sembollerin altındadır ve daha şimdiden yeni semboller hazırlamaktadır. Bir zafer bir halkı zayıflatır. Bir bozgun bir başka halkı uyandırır. Riviére’in uğradığı bozgun da, belki gerçek zaferi yaklaştırıcı bir işaret, bir taahhüttür. Önemli olan, yalnız hareket halindeki olaylardır.”

Kitabın adı: Gece Uçuşu
Yazarı :A. de Saint-Exupery
Yayınevi: MEB
Basım yılı: 1999
Çeviri: Mukadder Sezgin- Fuat Pekin
*Pierre-Henri Simon

KASIRGANIN GÖZÜ

Bir balkondan, kimi uzunca, bilinçlice,kimi kısaca  baktığım(ız) zamanlar…

Yalnızlık itelediğinde, bir sıkıntıyı, sıkıntı veren bir düşünceyi savuşturmak istediğimizde, kimseyle konuşamayacağımızı bildiğimizde, kimsemizin olmadığını bildiğimizde, bir evimiz varsa, bir evimizin balkonu varsa; seyretmek balkondan görünenleri, seyretmek pencereden görünenleri, sokağı, başka pencereleri, sokaktakileri, sokaktaki oluşları, sokağın, sokaktakilerin çağırdıklarını…

Zamanın ettiğine boyun eğmek, geri dönüp bakmak –ve- belki de yolun bir arpa boyu olup olmadığını sorgulamak;

Gelinen noktanın bu seyir an’ı olup olmadığını düşünürken…”Eski”nin yara izlerinin derinliğini yoklarken…

Günün,güncelin akla attığı çizikleri… kayda geçirirken…

-Belki de- bir saatlik “bakış”tan 66 sayfalık bir “roman” çıkarmak… 



Antrparantez ya da ikaz: İlle de roman olsun,ama yeri yurdu, sınırı, şekli şemali belli olan, o hep bildiğimiz klasik olay örgüsü, kişileri, yan kişileri, esas oğlanı/kızı belli olan, şenlikli, uzun mu uzun romanlardan da olmasın diyorsanız, bizden bir şeyleri çok olsun içinde diyorsanız, tam size göre bu “roman”.
……………
 Ne yalan söyleyeyim haberim olmayan bir yazardı kendisi, bana kuvvetle önerilene kadar. Kitabı bitirdikten sonra ben de düşündüm: "Bu bir roman mı?"

FİLMLERLE



Metropolis, 1927,yönetmen Fritz Lang. Kitapta yazdığı gibi kesinlikle kült bir film. Sanayileşmenin ve kapitalizmin köleleştiriciliğini bu kadar net gösteren -hem de yolun başında- bir film...İzlediğim kopya Arjantin'in bilmem neresinde bulunup tadil edilmişmiş...




Apartment, 1960,yönetmen Billy Wilder, Amerikan üsulu, neşeli filmlerin yönetmeni Wilder.Girişteki sahne ile aşağıdakiler tesadüfen ne kadar benzeştiler...

1984, yönetmen Michael Radford, G.Orwell'ın 1984'ünün geçtiği aynı mevsim ve yılda çekmiş Radford filmi.

Brazil,1985,yönetmen Terry Gilliam. Bürokrasiden kafayı yemek üzeredir Gilliam, bu filmi de ona ithaf eder zaten:) Film bitene kadar sette adı "1984 buçuk"tur. 1984'ün kara mizah yorumu denebilir. Ki birçok sahne 1984'ün benzeri. Brazil adı baştaki şarkıdan gelmekte. Kendine has üslubuyla tanıdığımız Gilliam'a göre bir iş. De Niro da sürpriz oyuncu gibi bu filmde.