Adı: Taras Bulba
Yazarı: Gogol
Basım yılı: 2002
Yayın evi: Bordo -Siyah
Çeviren: Nur Nirven
9 yıl önce ilk okuduğumda da sevmemiştim. Savaşmaktan gaddarlaşmış, dediğim dedik bir babanın ve insanlarının hikayesi çünkü. Ama işlenen her konu, kaba tabirle çiçek- böcek; lay lay lom olacak değil tabii , o ayrı bir şey.
Gogol’a lafım yok; dupduru bir üslupla boğmadan,kıvrakça anlatmış.
Yalnız bazı yerlerde elimdeki kitap kısaltılmış mı diye de düşündüm doğrusu, Andrey’in kıza olan hislerinin, kuşatma esnasında taraf değiştirmesindeki aniliğin irdelenmemesi gibi sebeplerden. Bir dönem bazı yayınevleri (tabii ki kendine yer edinmiş köklü yayınevleri değil) çok kesinti yapmışlardı bazı klasiklerde. Bu da onlardan mı, yoksa konusunu aldığı Kazakların duygusuz,anlık yaşamlarının anlatımını güçlendirmek için mi Gogol böyle yazmış?
Kitapta Gogol bariz taraf tutmuş: Bu savaş romanında Kazaklardan yana hep (ki onlar has güneyli Ruslardır) Lehlerden, Tatarlardan ya da Türklerden yana değil :)
(Can yayınlarından çıkanın arka kapağında da yazıyormuş zaten, Ukrayna ve Kazak kültürüne bağlılığının simgesi filan…canım zekiyim işte,okuduğumu anlarım!)
Kazakları da Türk boyu bilirdim ya neyse. Gerçi davranışları ve kel başlarındaki uzun perçemleri ile Moğolları daha çok andırıyorlar. Hoş, romanda geçen atamanlar olsun, savaşa anında hazırlanışları, atlara düşkünlükleri vb. olsun Türk kültürünü hatırlatıyor ama kitaptaki bu Ortodoks Kazaklar Gogol tarafından sürekli Rus olarak anılmış; Rus İmparatorluğuna bağlı olmaları sebebiyle mi öyle yazdı bilemem...Çok da mühim değil, komşu coğrafyalarda yaşayanların kültürleri de komşu olacaktır zaten:)
Şu ki annem övgü tonu minnacık, yergi tonu kocaman olarak “Kazak erkeği” derdi, gerektiğinde, herhangi bir adam için. Maço lafını bilmezdik biz yani:) Ben de anneciğime katılıyorum: Kendi evladını gözünü kırpmadan ama vatan- millet –din uğruna,ama şan şeref uğruna öldüren şanlı bir komutan… bu bana soğuk geldi, ki romanı okuduğumuzda Kazakların gerçek manada bir şeref, vatan aşkıyla değil, içlerinden gelen bir “dürtü” ile savaştıklarını, bunu yaşama biçimi haline getirdiklerini görüyorsunuz. Daha ortada bir savaş yokken Taras’ın gurbetten gelen oğullarını analarıyla bir gün bırakmadan alıp “sözde” kışla Zaporojye’ye götürmesi, benim gibi bir hanım kedisini elbette ki buz etmiştir:)
Dikkatim çeken bir şey de - Ölü Canlar’da da vardı bu - Yahudilerin tasvirleri. Yan karakterlerden Yahudi Yankel’de de bu dönemin Yahudi tasvirini görüyoruz.
E, şimdi bakıyorum da, tanıtımlarda destansı bir dille anlattığı romandır, uzun öyküdür filan…denmiş bu roman için. Edebi olarak iyi bir roman elbette, Ölü Canlar’daki muzip dil ve karakterler olmasa da çabuk okuduğum bir kitaptı. [Yazımın devamında altını çizdiğim ve kitabın üslubu hakkında fikir veren yerler, birazcık bir özet ve hatta intihal ile ilgili bir link bile verdim, bakabilirsiniz isterseniz]