SAVAŞ VE BARIŞ: TOLSTOY OKUMAK

 

                                               SAVAŞ VE BARIŞ'I OKUMAK

                                                         (588 sözcükten oluşuyor, sandığım kadar uzun bir yazı olmamış.)

İşten ayrılıp okumaya hız verdiğim o dönemlerde Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi Rus ustaları okumamak söz konusu bile olamazdı.

Cilt cilt kitaplar içinde en çabuk sevdiğim, kısacık ama kendi eflatun semasında pırıl pırıl parıldayan öyküleriyle elbet Çehov oldu:)

Sonra Dostoyevski. Sevenlerinin yere göğe sığdıramadığı Dosto. Onu da sevdim, ama bazen lafı çok uzatıyordu sanki Dostoyevski.

Tolstoy içlerinde en ısınamadığım Rus olmuştu. Sanırım bunda yanlış kitaplarla yanlış zamanda başlamam etkendi.

Meşhur Savaş ve Barış ile başlamam gerek diye düşünmüştüm, Anna Karenina çok "popülerdi", Kroyçer Sonat kısaydı, ondan da başlayabilirdim vs.


Kroyçer Sonatı hiç beğenmediğimi hatırlıyorum, sanırım kadına dair fikirleri yüzünden. 10 yıl olmuştur, tekrar okuyabilirim.

Savaş ve Barış'ı sahaftan alırken tek büyük bir cilt almıştım. Okurken kopukluk hissettiğimi, sıkıldığımı ve Tolstoy'a anlam veremediğimi hatırlıyorum.

Galiba geçen sene Sanat Nedir'den seçmeleri okumuştum, orada biraz ısınmıştım Tolstoy'a.

Evdeki beyfendinin kitaplığında iki cilt halinde görüp de "Haaa, aslında kısaltılmışını okumuşum ben ya" dediğim Savaş ve Barış'ı bütünüyle okudum geçen Aralık ve Ocak'ta.

Beni tebrik edin, yıllarca kısa yazmak ve okumaktan konuşması bile anlaşılmaz olan ben 1800  sayfayı okudum. Tabii, özellikle ikinci ciltteki savaş bölümlerini çokça atladığımı bildireyim.

Açıkçası yarıda elimden bırakacağımdan korkuyordum. Hiç de öyle olmadı, Prens Andrey, Nataşa, Nikolay, Piyer ve diğer karakterleri merakla okudum,  şevkle çevirdim sayfaları.

Nabokov Tolstoy hakkında, "Şimdi bunu nasıl yaptığını anlıyorum derken aslında hiçbir şey anlamamışımdır, sadece yapıvermiştir işte" der.

Ben de şunu diyorum, Tolstoy'un eserlerinde bir vals çalıyor sanki, Savaş ve Barış'ta Şoştokoviç'in 2. Valsi mesela...


Savaş ve Barış'tan daha ayrıntılı bahsetmek gerekirse:

Tolstoy  gerçek bir savaş, Austerlitz Savaşı hakkında yazmış. Sonrasında da Moskova'nın Fransızlarca işgal edildiği 2. savaşı. Bu arada, Puşkin'in Erzurum Yolculuğu'nu yazmıştım bu blogda, işte bu Erzurum'un Ruslarca işgal edildiği Osmanlı - Rus savaşı da bu iki savaş arasına denk geliyor. Haliyle romanda Türklerden sıkça bahsediliyor, Türklerle barış imzalayan general Kutuzov, Fransızlarla olan savaşlarda da başkomutandır.

Babası Kont Tolstoy da bu savaşa katılmış.  O zamanlar soylular, savaş çıkınca, ellerindeki topraklardan asker toplamak ve Çarın ordusuna katılmakla yükümlüymüşler.

Tolstoy, Fransa ile müttefikleri ve Rusya ile müttefikleri arsındaki bu savaşı, birçok karakterle birlikte anlatıyor. Fransanın başında Napolyon, Rusya'nın ise Çar Aleksandr var. Kısaca tarihi gerçeklerin içinde kurgulanmış bir roman bu.

Roman, ilk önce tefrika olarak bir gazetede yayımlanmış. Önsözünde Tolstoy, bu yayınlar sırasında aldığı eleştirilere cevap veriyor.

Tolstoy'un bu iki savaşa yerleştirdiği, savaşı yaşayan askerler, komutanlar, onların aileleri, saraylardan izleyen asiller ve bizatihi halkla beraber savaşın içinde koşturup gidiyoruz. Zaman zaman Tolstoy'un savaş muhabiri şeklinde "bizim askerlerimiz şu hatta şöyle yapmışlardı" gibi ifadelerini saymazsak. Fakat o kadar milliyetçilik kadı kızında da olur:) Yine tarih yazımıyla ilgili anlattıkları biraz konu dışı gibi gelebilir ama romanın büyüklüğünü bozmuyor bence.

Savaşın, cephelerin anlatımı elbet geniş yer kaplıyor ama yukarıda dediğim gibi bu kısımları sadece ikinci ciltte atladım, çünkü açıkçası karakterlere neler olacağını merak ediyordum daha çok.

Eco, iyi bir romanda, yazarın, okurun okumayacağını bile bile  uzun uzun yazdığı yerlerin olduğunu ve bunun ritmle ilgili olduğunu söyler kabaca. Ben de burada Eco gibi düşünmeyi tercih edeceğim.

1800 sayfadan alıntı yapmam söz konusu değil burada, tüm bir olay örgüsünü anlatmam, özetlemem de. Aytuğ Akdoğan diye biri varmış, geçenlerde gördüm, bir videosunda ".... mesela Savaş ve Barış'taki onca savaş, balo vesaireyi mi okuyacağız" diye bir şey söyledi, geçmiş gitmiş zaman bağlamındaydı galiba. Evet, günümüz hız çağı, okuma zevkleri de değişkendir, ama

Atlayarak da olsa Savaş ve Barış'ı okumalıdır insan, Tolstoy'u okumalıdır, klasikleri okumalıdır,

Zamanın  o incecik süzgecinden geçip üstte kalmayı başarmış, halen raflarda duran o klasikleri okumalıdır.

Görecektir ki insan denen varlık hiçbir zaman değişmemiş ve değişmeyecek, yollar yürünmüştür, aynı yolların başında biz de yürümek için bekliyoruzdur...


Au revoir canlarım, görüşürüz:)

8 yorum:

  1. Rus klasiklerini okumak keyiflidir, insanı içine alır götürür. İzlenimlerinizi siz de güzel özetlemişsiniz:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten öyle.
      Teşekkürler yorumunuz için.

      Sil
  2. Çok güzel yazmışsınız okuyasım geldi. Tolstoy’u şimdilik doğru seçimlerle okumuş olabilirim seviyorum :)

    YanıtlaSil
  3. Çehov severim ben de. Atlayarak okuma konusunda hep vicdan azabı çekerim, o yüzden atlayamam ben, onun yerine söz konusu kısımlarda hızlı okuma yapıyorum. Eskiden onu da yapmazdım, vallahi bazen işkence gibi oluyor upuzun betimlemeleri falan okumak 🤗. Çok selamlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önceleri ben de hiç atlamadan, elime geçen her kitabı, işkence etse de okurdum. Romalılar sanat uzun hayat kısa demişler, bu yüzden kitap sarmszsa bırakıyorum artık, okunacaklar listesi upuzun, üstelik yenileri ekleniyor hep:(
      Benden de selamlar:)

      Sil
  4. Savaş ve Barış'ı okumak hayallerim arasında :)

    YanıtlaSil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)