TASAVVUFA GİRİŞ(İM)

Bilindiği gibi tasavvuf, İslamî toplumlar üzerinde asırlar boyunca biçimlendirici bir rol oynamıştır. (…) Bu yüzden İslam Medeniyeti bir “fıkıh ve metedoloji” medeniyeti olduğu kadar bir "tasavvuf, mânâ ve irfan” medeniyetidir de.

Bu geniş etkisiyle İslam sufizmi bize İslamî tevhid inancı ve anlayışının zihnî, fikrî ve sosyal realitelerin ötesinde, İslamî dünya görüşünün uzandığı metafizik (fizikötesi) sınırları da gösterir.

İslam sufizmi ve dünya görüşü, Batılı politeist (her türlü çoğulcu anlayış) dünya görüşünün aksine her alanda “tevhid” i  (Allah’ın birliği gerçeğini) esas alır. Allah’ın aşkın iradesi,ilim ve kudreti; hem her çeşit bilgi hiyerarşisini (epistemoloji) hem de her tür insanî eylemi kuşatır.(…)

Batılı pek çok araştırmacı İslamî düşüncede mündemiç (içkin) olan bu tevhid anlayışını hakkıyla kavrayamadığı için, İslam tasavvufunun üzerinde birleşilmiş bir resminin olmadığını iddia etmişlerdir. (…) Çünkü normal bir Batılı düşünür, insana,tarihe,toplum ve kültüre çoğulcu bir diyalektik açısından bakar.(…) Fikirler,ekoller, kavga ve farklılıkların diyalektiği içerisinde Batı tarihi tam bir “çatışma tarihidir”.

(…) Evet, farklı ruhî ve irfanî (gnostik) tecrübeler, farklı sufî okulları üretmiştir. Her okul tarih içinde giderek kendi usûl, âdâb,erkân ve merasimlerini de oluşturarark tarikatlar biçiminde de yapılanmıştır. Ama buna rağmen İslam tasavvufu ve irfanı, hiçbir zaman İslamî geleneğin tevhidçi ruhuna ve yapısına zarar vermemiş; daha genel olarak da İslam medeniyetinin tevhidçi yapısının en derunî ve coşkulu tecrübelerinden birisini oluşturmuştur. Batılı bazı araştırmacılar bu gerçeği göz ardı edercesine adeta, İslam sufizmini bir din olan İslam’dan neredeyse ayrı mütalaa etmişlerdir. İslam dünyasındaki selefçi ve modernist yaklaşımların da bu kanaatin oluşumunda katkıları olmuştur şüphesiz. Bu tür yaklaşımlarda İslam sufizmi neredeyse müstakil spiritüalist, yogo,zen ya da meditasyonel tecrübelere indirgenecek kadar İslam medeniyetinin genel tezahüründen tecrid edilebilmiştir.

İslam dininin, kültürünün,medeniyet ve geleneğinin 3 farklı tezahürü ve boyutu üzerinde durmak istiyorum: Zira bir anlamda bu üç İslamî boyut anlaşılmadan, Müslümanların dinlerini nasıl uyguladıkları,imanlarını ve eşyaya ilişkin anlayışlarını nasıl ifade ettiklerini ve Allah’a yakın olma çabalarını nasıl dile getirdikleri (gösterdikleri) de anlaşılmaz.

NE İYİ ETTİN ...

Şu dağları delmeli
Külünü elemeli
İçerim kan ağlıyor
Yarimi görmeyeli

Uyu demeye geldim
Yari görmeye geldim
Yavrum yaren nerende
Merhem olmaya geldim...

FAX, TAXI & SEX

“Bir kitapta din, cinsellik ve siyaset varsa o kitabın “çok satanlar” listesinde yer almaması mucizedir. Peki bir yazının başlığında “sex”in kullanılması o yazının okunması için sağlam bir yem sayılır mı? Eh, bir parça…”

Diyor yazarımız kitabın ilerleyen bölümlerinde. Ben de aynı yemi kullanıyorum şu an.

Bu yazının konusu olan kitabımız, sayın yazarının jestiyle (jest: (fr.) Beklenmedik iyi davranış; bkz. TDK online) elime geçti. Kendisine bir kez daha, bu kez Türkçemiz adına attığı bu çığlıktan ötürü teşekkür ediyorum.

“Etkili ve yetkililerin Türkçe’nin korunup kollanması, geliştirilmesi konusunda sus pus haline ek olarak,şîrâzesinden çıkmış berbat bir argonun dilimizi ele geçirmesine seyirci kalmak,Türkçe’nin “internet ve cep telefonu Türkçesi” marifetiyle canına okunmasına popülist bir hoşgörü göstererek; işte,gelecek buradaki yüksek “fırlama” enerjiden doğacaktır,tezinde dillendirilen görüşlerle günümüzün “dezenformasyon” mağduru gençlerini pohpohlayanların “korkunç” sorumsuzluklarına bir Türkçe sevdalısı, bir Türkçe tutkunu ve dahi fakir bir “redaktrö” daha ne kadar dayanabilirdi ki?”

Kitap, yazarımızın da içinde bulunduğu “reklam sektörü” özelinde, tüm medya mensupları ve halk olarak bizim Türkçe’yi kullanırkenki hoyratlığımıza bir “dur ve düşün” haykırışı. Ki okurken Feyza Hepçilingirler’in Türkçe “Off” kitabı hemen aklıma geldi. Üslup ve örneklerin kaynağı açısından (yazılı ve görsel medya) aynı kaynaklardan beslenilmiş. Yalnız Adnan Bey’in üslubunun daha samimi, neşeli-eğlenceli ve “teenager” olduğunu (iğneleyici sıfatını unutmuş değilim:) ) belirtelim. Zira satır aralarında okuduğumuz gibi ilk önce “yeniyetme” reklamcı meslektaşlarına seslenmekte kendisi.

Kitabı okurken yazarın derin merak ve zengin çeşitte bilgilerini (Türkçe başta olmak üzere kökenbilim, edebiyat,şiir,müzik…) aktarışı da hoş doğrusu; serbest çağrışım yöntemini pek kullanmış. Bir-iki bölümde “ne alâka” dediysem de çoğunluğu yerli yerindeydi.

Kitap hacimli görünse de sol sayfaların boş bırakılması hem biçimi hoşlaştırmış,hem de okunacak sayfa sayısını yarıya düşürmüş; gözünüz korkmasın.

Dilimizin içinde bulunduğu içler acısı duruma samimiyetle dikkat çektiği için çok önemli buldum bu kitabı. Kaldı ki özelde reklam işiyle ilgili olanlar için de çok değerli ipuçları barındırıyor. Yine bir “redaktrö”nün sektördeki ahvalini de anlatmakta yazar, şahsî tecrübelerini katarak.

Üslubundaki canlılık ve akıcılık ise didaktik olmaktan çıkarıyor eseri. Kolaylıkla okunuyor. Çok “keyif veren” bir okuma oldu doğrusu. Ve dahi bu ve bunun gibi kitaplar mutlaka okunmalı. Sık sık okunmalı.

HER TÜNELİN SONUNDA AMA HER TÜNELİN,BİR IŞIK OLUR MU? OLUR, DEĞİL Mİ?

“Ey kalbim” diyordum, “Ey kalbim, yorgun ve yoksun, benden habersiz niye ışıklı mışıklı kıldın gözlerimi, üstelik hiç yoktan; ben de o gibi, dünyanın sonu gelmiş sanırken aşkla…”
                                                                 
Konuşamıyorum şimdi,konuşula konuşula eskimiş,akmış,pelteleşip çürümüş k’lar çıkmıyor ağzımdan,ç’ler de,kendiliğinden sökün edip misinaya dizilen boncuklar gibi dudaklarıma yerleşen u’lar, ö’ler,sonra yan yana gelip anlamlanarak dudaklarımdan boşalan,eşsiz bir uyumla tınlayan t’ler,u’lar çıkmıyor artık;

O âna kadar hiç yoktum sanki ve birden o ışığın patlamasıyla var oldum,doğdum. O âna kadar hiçbir şey – tanrı da- yoktu ve patlayarak doğan ışık kamaşarak görülmez olmuş, sonra da tanrı kılığına girerek – önce kendini yaratarak –gürleyip yağmaya başlamış ve ben, renksiz,görünmez ışıktan yağan tanrının sarsıntılarıyla uyanmıştım.

söylemeye utanırım dediği sevgisini anlatıyor sanki bu keder, söylemeyip söylemeyip işte tam bugün, tam bu anda dile getirmeye çalıştığı sevgisi olamaz mı diyorum gözlerindeki bu yaşlar? Ben ne zaman sorsam ona ya da ne zaman istesem söylemesini, ince dudaklarını daha incelten alaylı gülümsemesi yerine görmek istediğim bu ciddiyeti, biraz tuhaf kaçacak, ama bu ciddiyeti beni hiç olmadığım kadar mutlu ediyor şimdi;sevgi ancak ciddiyetle dile getirilir,diyorum,

Hayır, demişti Ekrem’in karısı, biz söyleriz de erkekler söyleyemez, korunaksız,çıplak sayarlar kendilerini.

CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKAYESİ

Filme gitmemiş ama hakkında bir-iki eleştiri görmüştüm. İzlerim derken arada kaynamıştı. Sağolsun arkadaşım De Profundis sayesinde dün akşam izledim. Buradan kendisine bir teşekkür daha.

Filmin yönetmeni Onur Ünlü’nün başka hiçbir filmini izlemediğimi dolayısıyla önceki işleriyle bir karşılaştırma yapamayacağımı da baştan söyleyeyim.

Filmi genelde beğendiysem de önemli bir şeyin eksikliğini hissettim. Bunu takıldığım  birkaç noktaya bağladım ama N.Hazar’ın eleştirisini tekrar okuyunca onun kelimelerini daha uygun buldum. Bir de Vladimir yazmıştı geçen gün. Önceden okuduğum ve beğendiğim (eleştiri yazısı olarak) bir eleştiriyi ise maalesef hatırlayamadım şu anda.Yalnız N. Hazar’ın bu eleştirisinde, sayın yönetmene biraz fazla torpil geçtiğini düşünmeden de edemedim. Yaptığı göndermeleri derin ve nitelikli bulmuş zira. Ben ise biraz sırıtmış buldum bu gönderme ve “mottoları”. Ki sanırım Hazar, bu benim sırıtmış dememe “absürdlük” niteliği olarak bakmış.

VIVA LA MUERTE-1


Alev Alatlı adını duymam 2000li yılların başına denk geliyor. Mezuniyetimden hemen öncesine… İlk etkilendiğim makalesi ise 7 Mayıs 2004’te yayınlanmış, kesip sakladığım Gâvur adlı yazısı. Kupürlerin arasından aradım buldum ve tekrar okudum. Müthiş tespitlerle dolu,bazı konularda kendime acı özeleştiriler yaptığım bir makaleydi. 

Yakınlarda, TRT  Haber’de haftalık bir programı vardı ama artık TV seyretmediğim için hâlâ yayınlanıyor mu bilmiyorum. 628 sayfalık bu kitabı okumakla iktifa ediyorum. An itibariyle ilk 100 sayfayı bitirdim. Her 100 sayfada bir “Altı Çizili Satırlarım” girdisi yapmayı planlamaktayım ey ahali. Bu hesaba göre daha en az 5 post varJ Ve alıntılar uzun olacağa benzer, vaktiniz yoksa, geniş zamanlarda mutlaka göz atmanızı öneririm.

Şimdilik bir özet geçersem Türkiyeli olan ve öyle kalmak isteyen herkesin,hatta börtü böceğin bile okuması gereken bir “roman”. Bilenler bilir, bu kitap roman adı altında Türkiye’nin panaromasıdır aslında. İsim vermekten kaçınmadan hem de. Ve 1992 gibi, bana göre, çok erken bir dönemde böyle tespitlerin yapılmış olması,Alev Hanımın gözümdeki yerini bayağı büyüttü. Yine daha ilk yüz sayfada bile bahsettiği yazar –düşünür  ve kitaplarını merak ettim,araştırdım: Gramsci,Tagger gibi…

Bir de, romanımızın kahramanı Günay Rodoplu’nun aşık olduğu ama ihanetine uğradığı Şiran için yazdığı roman taslaklarının olduğu duygusal bölümler de Alev Hanımın birçok romancıya taş çıkaracak edebi güce sahip olduğu izlenimi uyandırdı daha şimdiden. BakiciizJ)

(Ha,bir de Menemen doğumluymuş Alev Hanım, tıpkı Attila İlhan gibi.)

KUYU

Epeyce bir yıldır, açılışlar ve sanat etkinlikleri gibi, cenazeler de insanların ideolojik birlikteliklerini,birbirlerine teyit, ‘ötekilere’ ilan gibi, fazladan bir işlev üstlenmişlerdi. (s:1)

*
Yüzünde artık o çok iyi tanıdığım ifade vardı. Dünyanın kötüye gittiğini gören ama gidişatı durduramayan insanların hüzünlü ifadesiydi bu. Ama tevekkülün uzlaşması yoktu bu yüzde. Bir yolunu bulsa müdahale etmekten kaçınmayacağını hemen hissettiriyordu. (s:2)

*
Sinema sanatına vurgun tüm akranlarım gibi Protestan cenaze adabını pek iyi bilirdim doğrusu! (s:2)

*
Bana öyle geldi ki,camiyi dolduran o poturlu kalabalık – cumaydı ya, Şişli’de ne kadar hamburgerci, dönerci ya da kapıcı varsa hepsi oradaydı- ‘ne haliniz varsa görün’ deyiverecek olsa, cenazenin ortada kalması işten bile değildi. Biliyor musun,bir an öyle olmasını, cenazenin ortada kalmasını diledim! (s:3)

*
Bana öyle geliyor ki egemen sınıflar ve öz uzman aydınları kendilerine yeni bir din arıyorlar! (s:5)

*
“Sevmez miydin?”
“Şiirini mi? Hayır,dedi. Sıradan bir şairdi. Şiir de sıradanlıkla nasıl uzlaşacaksa! Ama umut vaat eden bir gençti, dokunaklı bir duyarlılığı, hoş tamlamaları vardı. Sonra haramilerin arasına düştü,iliğini kemiğini sömürdüler. Pohpohldılar, ödüller verdiler,barlarda yanlarına oturttular. Babası yaşındaki adamlara ilk isimleriyle hitap eder oldu.”

PASTACI KREMASI VE NECATİGİL

He, ben yaptım,inanmıyor musun? En alttaki resimlere bak inanmıyorsan. Tarifi de şuradan aldım: Senem’in Yemekleri. Valla, zor değilmiş, rahatlıkla deneyebilirsin sen de J Püf noktası şu ki kremayı gayet kısık ateşte,üşenmeden (20 dakikayı geçti benimki) sürekli karıştıracaksın. Yoksa topaklanır,haberin olsunJ

Yalnız hatır için pasta da yaptım ya, ölecek miyim ne? (İşin garip bir başka yönü var: Rüyamda da çikolatalı pasta ısmarlıyordum birilerine. Bilinçaltı diyeceğim,ama pastayı canı isteyen ben değilim.)

Burası asıl kısım: Öğleden sonra göndermeye çalışıp beceremediğim kısım yani.

Külebi ve Necatigil, çok sonraları okuduğum şairlerden. Ki Necatigil’in aşağıya alıntıladığım şiirleri içinde ilk Evin Halleri şiiri ile tanışıp sevmiştim Necatigil'i. Sonra da Sevgilerde şiiri.  



BALBAL

Kaç yaş yaşadı umutlar
Uçup gittiğinde
Girdiğim yas törenleri
Sahiden girdim mi?

Yüzdeye vurunca
Kaçta kaç sevinç
Acılar içinde
Sahiden sevdim mi?

Görür gözüm görmezden
Bilir usum bilmez gibi
Aldanıp al kumaşları
Sahiden giydim mi?

Mızrak batımı kar
Mutsuzluk ovalarında
Aradım, savaştım
Sahiden buldum mu?

Yere dikili gözler
Baktım bir yerde yukarı
Yukarda - -
Sahiden gördüm mü?


EVİN HALLERİ

Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev.

Evin -i hali, sabah,
Geciktiniz haydi!
Uykuların tatlandığı sularda
Bıracaksınız evi.

Evin -e hali, gün boyu,
Ha gayret emektar deve!
Sırtınızda yılların yorgunluğu
Akşam erkenden eve.

Evin -de hali, saadet,
Isınmak ocaktaki alevde
Sönmüş yıldızlara karşı
Işıklar varsa evde.

Evin -den hali, uzaksınız,
Hattâ içinde yaşarken
Aşkların, ölümlerin omzunda
Ayrılmak varken evden.

Ara katta pastacı kreması. Tarifte beyaz çikolata vardı,bende  ise damla çikolata. Böyle daha leziz,temin ederim seni:)

Tamam,süslemede başarılı değilim, ama eldeki malzemeler hepsi,yeminle bak!