*
Burada olma
ihtimalin vardı. Dünya küçüktü ve bu ülke de. Dolayısıyla bu şehir de. Şimdi
hangi ülkede olduğunu bile bilmiyordum gerçi. Bu, burada olma ihtimalini yok
etmiyordu şüphesiz.
Kafamı kaldırıp baktım. Kararmış, çürümüş
pervazlar, kapılar, içeride gezinen ruhlar varmış klişesini gayet güzel
taşıyorlardı. Aklıma uzun, sarı, kıvırcık saçların geldi. Sonra, bir an, iğri
büğrü, kırık kırpık taşlarla döşeli yolda, topuğum takılıp da düşecekken,
elimden tutuverecekmişsin hissine kapıldım. Gamzende bir yarı alayla. Ne çok
beğenmezdin beni. Kıvırcık saçların olmasaydı.
Badire Yokuşu'nu çıkarken, iğri
büğrü, kırık kırpık taşlarla döşeli bu yoldan çıkarken, nasıl olup da sevdiğime
kendimi sevdiremediğimi bir kez daha düşündüm. Sevgim samimi ve özveriliyken
karşılık bulmamışsa bu işte bir terslik yok muydu? Küçük hırsızın çantama
asılıp sapını koparmasına mâl oldu bu dalgınlığım. O lüle lüle saçların
olmasaydı.
Koluna yapışıp bir çimdik atabildim
ancak. Çanta gitti gider. Kalabalık çarşıda bir polis bulmam mümkün değildi.
Sora sora bir karakola vardım. Epey bir para, kimlik kartlarım… yine de zırh
giymiş bir savaşçı gibi, dışımdaydı bu sıkıntı. İfademi imzalamak için masaya
eğilince açık kapıdan gördüm. Evrak çantan dizlerinin arasında, saçların
ensende bağlı. Oysa okulda ihtimal hesaplarında hep başarısızdım.
* Emilian Chirila
bence bu posta;
YanıtlaSil"yerle gök arasında
bir yerdee
...
ah bu ben, kendimi
nelere koşsam
saklansam bir yerlerde, gizlice ağlasam"
bu şarkı gider.
fotoğraflardan değil de şarkılardan hikaye mi yazsam bundan sonra o zaman ;)
Sil