Caminin önünde oturuyorsunuz. Tahta banklarda.
Kuruyemişçi,
kasap, "gross" market, balık "evi"... ip gibi dizilmişler karşınızda.Arabalar vızır vızır.
Bir an, kimi filmlerdeki gibi, sahneyi gürültülerden, tüm seslerden arındırıp sadece görüntülere bakmayı tasarladın kafanda:
Bir anda durağanlaşıyorsun.
Bilincin açık ama zihnin yavaş. Ya da tam tersi...
Sen durağanlaştıkça Dünya da durağanlaşıyor:
Akasyaların yeşili gözüne batıyor.
Akasyanın, daha doğrusu akasya yeşilinin kokusu. Tadı. Sesi. Olmayan tüm özellikleri varmış gibi, sen, bir tek sen bunları duyuyormuşsun gibi geliyor.
Caminin bomboş dış avlusundaki tahta banklardan birinde, (neyi?) hatırlayan ihtiyarlar gibi oturup durmasaydın göyle hissedebilirbmiydin? ( Yanında, düşmesin diye elini tuttuğun baban. Onun durgunluğunda ne düşüncesi var kim bilir? Ağlama, baban için ağlama.)
Birkaç dakğikalığına da olsa bu "kopuşlar" ruh karışıklığına iyi geliyor. (Ağlamalarını durduruyor.)
Dünyaya yetişemediğin, bunun için kendini çok beceriksiz, yetersiz ve değersiz hissedişlerine karşı Jan Dark'lık ediyor.
Jan Dark kazanmış mıydı?
(Babama özlemle...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)