Kısıtlamalar ne zaman kalkacak, tatile gidebilecek miyiz diye meraklanıp durduğum zamanlar daha dün gibi.
Oysa yarın 1 Aralık.
Zamanın böyle hızla geçişi yaş almakla mı ilgili, zamanı boş geçirmekle mi yoksa
çağımızın harele gürele yaşam stili yüzünden mi?Çocukken hayat ağır mı akardı? Belki, sorumluluklar ve hayatın diğer yüzü yokken belki öyleydi. Sanırım en doğrusu, zamanın geri gelmeyen ve en sakınımlı harcanması gereken bir hazine olduğunu bilmeyişten...
İnsanı insanî özünden koparan bir çağda yaşıyor olmamız da zaman-hayat algımızı bozdu bence. Hız çağında olmak, her an bir yere yetişmek zorunda olmak, tek seferde bir sürü iş becermenin alkışlanması, ruhumuza ve zihnimize iyi gelecek şeylerin ötelenmesi ya da yalapşap yapılması, bir bankta biraz serçe ötüşü dinlemek için beş dakika oturmak ya da bir kitaba zaman ayırmak ya da sırf kendin için durağanlaşmak , belki mayısta kuzey yarıkürede, güneşin sadece 3 dakikada battığını görmek vs...
Acele ettikçe zaman kısalıyor gibi geliyor bana. Ya da zamanı durdurabilmenin yolu biraz yavaşlamak.
Şu linki bırakayım istedim. Belki ilginç bulursun: https://www.arte.tv/en/videos/096282-000-A/multitasking/
YanıtlaSilBu video bulunduğunuz konumdan izlenemiyor diyor.
SilKoştur koştur bütün gün bir sürü yere yetişen insanlara hayran oluyorum,superhuman gibi geliyorlar bana:)
acele etmeye başlıyorsun bir yerden sonra gerçekten, nedenini çok ta bilmeden... Nereye yetişeceksek...Gidilecek yeri değiştirebilme gücü yok oysa elimizde, istikamet belli...
YanıtlaSilÇocukluğumdan beri "hızlı yaşayan" insanlara hayranım nedense. Ama bana ters:))
SilSonuç belli zaten, yaşamanın sonu.