ÖYKÜ İKİNCİ SINIF BİR TÜR MÜ ?

Öykü hakkında hiçbir tartışmaya girmedim, girmiyorum. Bunun iki sebebi var, tartışmalar beni ilgilendirmiyor, önemli olan yaptığım işi iyi yapabiliyor muyum, öyküyse öykü, romansa roman... Diğeri de bir konuda tartışabilmek ve başkasını ikna edebilmek için o konuya  tüm yönleriyle vakıf olmam gerekir  ki bunu hiç iddia etmiyorum....

"Gündelik hayatın kokuşmuşluğundan sıkılan bir insan soluğu edebiyatta alır. Ancak, geldiği yeri "geçmiş" olarak sırtında taşıyan insan o kokuşmuşluğu üzerinden atamazsa, yani mayasında edebiyatın kökü "edeb" yoksa, o kişi edebiyat dünyasına alınmaz. Fakat bir defa adım attıktan sonra, dışarıda da çıkarmaz. Tam da edebiyatı üretemediği bu aşamada, üzerindeki kokuşmuşlukta kendini tüketmeye başlar. İşte tam da burası, edebiyat olanın konuşmaya başladığı yerdir.
Bir yazar, jüriden rahatsızsa, "özgür" bir insan olarak, bu yarışmaya katılmayabilir. Kimse onu zorlamaz.. Doğan Hızlan ismi yarışmanın başında açıklanan jüri listesinde var, sonunda da. Sürpriz değil...

Bir okur; yarışmalardan rahatsızsa, "özgür" iradesiyle, yarışma ve ödüllü yazar/kitap takip etmeyebilir. Zaten nitelikli "özgür" bir okur; kendi okuma programında kendi yazarını ve eserini kendi seçer, onu takip eder.
Ama tabi hem okurun hem de yazarın bu tercihleri yapabilmesi için; cidden özgür olması; "Kendinden başkasıyla ilgilenmemesi" gerekir.
Bunların hepsi iyi okur olamamakla birlikte, iyi eser okumamakatan da kaynaklanıyor. Ömrümde 3 tane nitelikli yazar, metin tanımış olan bir insan paçavralarını ortaya saçıp, ben yazarım diye ortalarda dolaşmaz, az biraz utanma duygusu varsa; böyle bir dünyada yazdıklarıyla ortada ben yazarım diye gezmekten utanır.
Ömrü boyunca Sait Faik, Leyla Erbil ve Bilge Karasu'nun vasatlığından kafasını dışarı çıkarıp, dünyayı gözlemlememiş, Sait Faik evini boş boş dolaşmayı "Hacı" olmak sanmış insanlardan fazlasını da beklememek gerekir belki de..
Dün çok sevdiğim bir yazar dostum ile konuşurken
"Bir roman yazmıyorsun ki; yazsan bunlara kalmaz edebiyat dünyası" dedim ve karşılığında bana
" Ee sen yazsana, benden iyi yazıyorsun" dedi.
Sayenizde seviye öyle bir düştü ki, şu an, içinde bulunduğum 35 yaşım; Dante'nin yarı yaşı, tüm eserlerini 35 yaşından sonra veren Tanpınar'ın tam 35 yaşında günlüğüne düştüğü
"Herkes yazmamı istiyor, 35 yaşımdan sonra ne yazacağım, yazsam da, yazdıklarımdan kim ne anlayacak" dediği serzenişlerle dolu.
Dünya edebiyat literatüründe ismi dahi geçmeyen, herhangi bir toplumsal dönüşüm, yoğunluk, bilinç alanı yaratmayan öykünün ülkemizde bu kadar konuşuluyor olması ve öykücülerin bu kadar söz sahibi olması aslında, romanın ciddi edebiyatın olmadığı alanın, günümüz "Genç" öykücüleri tarafından tamamen bu kokuşmuşlukları, çürümüşlükleri ve , "vasatın altını" ile dıldurduklarının en bariz ifadesidir."


**************Yukarıdaki paragraf  değerli bir facebook arkadaşımın paylaşımı. (Kopyala yapıştır yaptım.) Her cümlesine katılıyorum şu hariç:

Etrafı kötü öyküler ve öykücüler kapladı diye öyküyü ikinci sınıf saymak ( ciddi olmayan edebiyat iması) bana doğru gelmiyor şu anda. 

Romanın yeri başka, öykününki başkadır. Romanın toplumda dönüşüm ve bilinç alanı yaratması belki öyküden daha çoktur fakat bu romanın ciddi- iyi edebiyat olduğunun bir alameti değil bence. 

Kendisine de benzer şu yorumu yazdım: 

Gökyüzü mavi, güneş sarı,aşkım baki... deyip 50 beğeni alan herkesin kendini şair bellemesi gibi öykücülükte de bir enflasyon olduğu kesin. Fakat tarafınızca, romanın ciddi edebiyat sayılıp öykünün gayriciddi olarak ima edilmesini de kabullenemiyorum efem smile ifade simgesi Kötü öyküler ve öykücüler meydanı doldurdu diye öyküyü ikinci sınıf ilan etmesek iyiydi :)) Hani öykü yazmaya soyunduğumdan da değil, cahil cesaretiyle yazdığı ilk romanını büyük bir yayınevi çalıp ikiye bölüp iki farklı kitap olarak basmış biriyim, romanın da farkındayım yani az çok :ppp


Siz ne dersiniz bilmem ama kendisiyle uzlaştık elbet, zira ikimiz de "edep"e önem veren insanlarız :)
Böyle kış romantizmi yaşamak istiyorum bugünlerde. Kış olmayınca İzmir'de :)

4 yorum:

  1. Öykünün romana göre 2. sınıf olduğunu asla kabul edemem. Söylemişsin zaten yerleri ayrı...hatta öykü yazmak özellikle kısa öykü yazmak roman yazmaktan daha zor diye biliyorum. Bu arada romanının çalındığını söylemişsin çok kötü bir şey bu!!! Dava açtın mı? Ne oldu sonuç? Bildiğin hırsızlık....:(

    YanıtlaSil
  2. bence de iyi bir öykü yazmak romandan daha zor, çünkü hatalar daha çabuk göze batar,romanda sarkan yerler, bütünü, atmosferi iyiyse daha çabuk göz ardı edilir mesela...

    Hırsızlık hakkında " Belirlenmiş Hırsız Bir Yayınvi Hakkında" diye sayfa eklemiştim bloga, orada anlatmıştım... Hatırlamak bile istemiyorum gerçi ama hatırlanıyor yeri geldikçe.

    YanıtlaSil
  3. "mayasında edebiyatın kökü "edep" yoksa yoksa, o kişi edebiyat dünyasına alınmaz" cümlesi gülümsetti beni.

    Edebiyat Dünyası hele hele öykü "ideolojik körlerin" hegomanyası altında. Onlara biat etmezseniz sizi görmezden, tanımazdan gelir, içlerine de almazlar. Bu körler edebiyat halayının başında hep kendileri olsun, diğerleri onun ardına sıralansın isterler. En küçük bir eleştiriye tahammülleri yoktur. Eleştiriyi olmayan kişiliklerine hakaretle eşdeğer tutarlar. Dışarıdan bakıldığında görünüşleri ağır abi, ağır abla havası verir. Ama çoğu özünde narsistiktir. Çeteci, hatta mafyavari gruplaşmaların içindedirler. Bu özellikleriyle edebiyat dünyasının başköşelerini ele geçirmişlerdir. Bunları derdi edeb ya da edebiyat değildir aslında. Bunlar edebsizliğin yegane kaynağıdır aslında ve bunların halayından ne pahasına olursa olsun uzak durulmalıdır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Söylediklerinize katılmamak elde değil. Maalesef hep bununla karşılaşıyoruz....

      Sil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)