Arka balkonlara, plastik
damacanalara doldurulmuş suları, çamaşır sepetlerini, mandal sepetlerini, küçük
tüpleri, kurutulmuş biber ve patlıcanları, yedek ya da ikâme olabilecek her
şeyi koymalarını seviyorum.
Arka balkonların o kiler halini,
orta sınıfa özgü karmaşa ve kirliliğini, kendini sakla(ya)mayışını seviyorum.
Boya ya da salça kutularına dikilmiş
soğanlarını, biberlerini,fesleğenlerini seviyorum.
Eskimiş bir çeyiz sandığı ya da âlet
çantası, çamaşır kurutmalığı, köylerden yadigâr üzerlikleri, koca koca
nazarlıkları, kiminde deve çanlarını, memleketten gelen patates,soğan,ceviz
çuvallarını…atılmaya kıyılamamış bakır leğenlerini,helkelerini… evin çocuğunun
bisikletini…Balkon kapısının önünde çıkarılan naylon terlikleri…
Bazen de, güneşi daha iyi gördüğü
yahut görmediği için bu arka balkona konmuş çiçekleri…
*
İzmir, bir
yerde balkon kültürü ile de ayrılırdı diğer şehirlerden. Şimdilerde balkonlar
ikindiyi yaşıyor. Tozlanmış, ıssız… Bir akşam çayı için bile çıkılmayan
balkonlar var.
Balkonuna
bakarak o evde yaşayanları tahmin bile edebilirsiniz: Tozlanmış, bir akşam çayı
için bile çıkılmayan, çamaşır asılmayan balkonlar, çalışan bir çifti gösterir,
çocukları yoktur, varsa da kreştedir ve steril bir hayat yaşıyordur
anne-babasının "modern- pimpirikli" eğitim modeline göre. Yorgun
argın eve gelinen bir iş gününün sonunda herkes bilgisayar ya da tv'nin başında
oyalanıyordur. Çay yerine makine kahveleri içiliyordur,çamaşırlar makinede
kurutuluyordur…
Panjurlu ve camekanlı
bakonları ise siz tahmin edin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)