1. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER CADDESİ



                Yola koyulduğumda, içimde günlerdir kıpırdayan canlı istek, rahimde ölüvermiş bir cenin olmuştu. Buna alışmıştım  çünkü ben böyleydim: Hedefime ulaşma yolunda ilk ya da en zor* adımı atmışsam, o artık benim için bir hedef - amaç değildir; çoktan ulaşılmış bir hedeftir ve bıkmışımdır bile. Artık yeni bir heyecan gerektir.


                Geç kalacak olsam, inadınaymış gibi kağnıya bağlayacak otobüs, rüzgâr gibi yol aldı ve tasarladığımdan çok önce getirdi beni. Haliyle salona almadılar. Oturma yerleri sadece dışarıdaki küçürek bir avluda. Hava güneşli ama rüzgâr da var. Hastalığımın şiddetlenmesinden endişeleniyorum. Bankın birine oturdum. İki giriş var, diğeri evlendirme dairesinin. Avlunun iki kenarında fotoğraflar sıralanmış. Portreler. Ortalıkta ise iki kokteyl masası. Birisinde kalantor bir adam; uzun boylu, kumral, omuzlara dökülen kıvırcık gibi dalgalı saçlar, deri bir trençkot, galiba bir fular ya da atkı, masanın üzerinde bir kahve.  Bana bakışından anında rahatsız oldum. Daha yarım saat var. [Gelmeden önce tam 5 kişiyi aradım: A.'nın hastaları var, diğer A.'nın kendisi hasta, S.'nin önceden verilmiş bir sözü var. Son anda hatırladığım M.'nin telefonu kapalı, N.'nin ise kursu daha bitmemiş. İçeriye de almıyorlar. Tanrı bilir program her Türk organizasyonunda olduğu gibi geç başlayacak!] Mesele değil, uzun zamandır merak ettiğim ama bir türlü yolumun düşmediği, benim de  o yolu bir türlü düşürmediğim  mavi çinili Osmanlı camiini keşfe çıkabilirdim. Osmanlı olmalı, çünkü minarenin işlemeleri, mavi çiniler ve kubbeler bunu gösteriyor.

                Banktan kalktım. Yokuş aşağı inen caddeye döndüm. Cami az ilerde. Ortalık resmen ıssız, gün ortasında. Şehrin bir göbeğinden böyle ıssız bir yere anında geçiş, ne kadar ürkütücü olabiliyordu? Bu kadar. Yokuş aşağı giden bu caddeye bağlanan ara sokaklar, kötü köy yolları gibiydi. Bir çıkmaz sokak tabelası. Çıkmaz sokaklar hep böyle yoksul sokaklar mıdır? Tatar börekçisinin önündeki yoldan evrak çantalı iki erkek ve bir kadın çıktılar. Muhasebeciler. Karşıda, caminin olduğu kolda ise roman bir aile, çoluk çocuk, sarı-kahverengi, çıngırak sesli, allı-harlı. Elleri naylon poşetli, bembeyaz saçlı bir kısa adam: lisedeki bir öğretmenime benzemiyor mu? Otobüsler daracık caddede heybetleniyorlar. İndikçe deniz görünmeye başladı. Bir denize, yukarıdan bakmak güzel, derken çığlık atan bir korna yüreğimi hoplattı: bir takanın içinde iki serseri, bana bakıp ağızlarını kıpırdatıyorlar, çıldırmış müziğin sesinden bir şey duyulmuyor. "Orospu çocukları!" diye söylendim yüksek sesle. Tek başına yürüyen bir erkek olsaydı ona korna çalmazdınız değil mi!..

                Dönerken caddenin tabelasını görüyorum. Büyük harflerle yazılmış: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER CADDESİ 

4 yorum:

  1. İhtiyacın olduğunda kimse olmaz ya ortada, deli olur insan..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üzüldüm biraz... böyle yerlere yalnız gitmek istemiyor insan. Neyse,orada tanıdıklar vardı en azından:)

      Sil
  2. Birileriyle gitmek isteyince hiç bir yere gidemediğimi öğrendiğim için hemen her yere yalnız gidiyorum, alıştım buna hatta sevdim bile ama sen sevme:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı backround bende de var:) Kimi zamanında gelmez, kimi geleceğini unutur ya da son anda bi şey olur....:)Bazen de sevgilinle gitmek istersin, sevgilin olmaz:)

      Sil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)