VIVA LA MUERTE-1


Alev Alatlı adını duymam 2000li yılların başına denk geliyor. Mezuniyetimden hemen öncesine… İlk etkilendiğim makalesi ise 7 Mayıs 2004’te yayınlanmış, kesip sakladığım Gâvur adlı yazısı. Kupürlerin arasından aradım buldum ve tekrar okudum. Müthiş tespitlerle dolu,bazı konularda kendime acı özeleştiriler yaptığım bir makaleydi. 

Yakınlarda, TRT  Haber’de haftalık bir programı vardı ama artık TV seyretmediğim için hâlâ yayınlanıyor mu bilmiyorum. 628 sayfalık bu kitabı okumakla iktifa ediyorum. An itibariyle ilk 100 sayfayı bitirdim. Her 100 sayfada bir “Altı Çizili Satırlarım” girdisi yapmayı planlamaktayım ey ahali. Bu hesaba göre daha en az 5 post varJ Ve alıntılar uzun olacağa benzer, vaktiniz yoksa, geniş zamanlarda mutlaka göz atmanızı öneririm.

Şimdilik bir özet geçersem Türkiyeli olan ve öyle kalmak isteyen herkesin,hatta börtü böceğin bile okuması gereken bir “roman”. Bilenler bilir, bu kitap roman adı altında Türkiye’nin panaromasıdır aslında. İsim vermekten kaçınmadan hem de. Ve 1992 gibi, bana göre, çok erken bir dönemde böyle tespitlerin yapılmış olması,Alev Hanımın gözümdeki yerini bayağı büyüttü. Yine daha ilk yüz sayfada bile bahsettiği yazar –düşünür  ve kitaplarını merak ettim,araştırdım: Gramsci,Tagger gibi…

Bir de, romanımızın kahramanı Günay Rodoplu’nun aşık olduğu ama ihanetine uğradığı Şiran için yazdığı roman taslaklarının olduğu duygusal bölümler de Alev Hanımın birçok romancıya taş çıkaracak edebi güce sahip olduğu izlenimi uyandırdı daha şimdiden. BakiciizJ)

(Ha,bir de Menemen doğumluymuş Alev Hanım, tıpkı Attila İlhan gibi.)

KUYU

Epeyce bir yıldır, açılışlar ve sanat etkinlikleri gibi, cenazeler de insanların ideolojik birlikteliklerini,birbirlerine teyit, ‘ötekilere’ ilan gibi, fazladan bir işlev üstlenmişlerdi. (s:1)

*
Yüzünde artık o çok iyi tanıdığım ifade vardı. Dünyanın kötüye gittiğini gören ama gidişatı durduramayan insanların hüzünlü ifadesiydi bu. Ama tevekkülün uzlaşması yoktu bu yüzde. Bir yolunu bulsa müdahale etmekten kaçınmayacağını hemen hissettiriyordu. (s:2)

*
Sinema sanatına vurgun tüm akranlarım gibi Protestan cenaze adabını pek iyi bilirdim doğrusu! (s:2)

*
Bana öyle geldi ki,camiyi dolduran o poturlu kalabalık – cumaydı ya, Şişli’de ne kadar hamburgerci, dönerci ya da kapıcı varsa hepsi oradaydı- ‘ne haliniz varsa görün’ deyiverecek olsa, cenazenin ortada kalması işten bile değildi. Biliyor musun,bir an öyle olmasını, cenazenin ortada kalmasını diledim! (s:3)

*
Bana öyle geliyor ki egemen sınıflar ve öz uzman aydınları kendilerine yeni bir din arıyorlar! (s:5)

*
“Sevmez miydin?”
“Şiirini mi? Hayır,dedi. Sıradan bir şairdi. Şiir de sıradanlıkla nasıl uzlaşacaksa! Ama umut vaat eden bir gençti, dokunaklı bir duyarlılığı, hoş tamlamaları vardı. Sonra haramilerin arasına düştü,iliğini kemiğini sömürdüler. Pohpohldılar, ödüller verdiler,barlarda yanlarına oturttular. Babası yaşındaki adamlara ilk isimleriyle hitap eder oldu.”


Bazen ne kadar tutucu olabiliyordu! Arkadaşlarının çocuklarının kendisine ismiyle hitap etmesinden hiç hazzetmez, teyze ya da abla demelerini isterdi.

“Tutuculuk değil,sadece akılcı otoritenin kaybını önleme gayreti.” Akılcı,rasyonel otorite diye zaman içinde kendini kaybeden otoriteye diyordu: “ Öğretmenin öğrenci, ustanın çırağı, burada da usta şairlerin acemiler üzerindeki otoritesi. Boynuz kulağı geçtiği zaman rasyonel otorite ortadan kalkar. Amaçladığı da budur zaten.” (…) “ Her şey öyle kolaydı ki”,diye sürdürdü, “ cevapların hepsini buldum sandı, hayatı karşılamayı unuttu. Böyle çok katliam vardır Babıâli’de. Genç şairler,öykü yazarları, son zamanlarda genç çizerler. Sana bir şey söyleyeyim mi, kısa yoldan dönülemeyecek bir köşe varsa, o da şiir köşesidir.” (s:5-6)

*
Geç kalmayı hiç beceremediğini, bu yüzden hep çk hevesliymiş izlenimi verdiğini, buna da canının sıkıldığını söylediğini hatırladım. (J S:10)

*
"Yassıada civarında ısrarla dönen bir çatana hayal ediyorum," diye fısıldadı, "Küpeştede, ak saçları, kara cüppeleri rüzgârda dalgalanan, başta Velidedeoğlu, 'Ölüm cezasına hayır!
Hayır! Bin defa hayır!' haykırışları ile yeri göğü inleten, onurlu hukuk profesörleri!"(…) "Hiç inandırıcı değilsiniz, Profesör, hiç!" dedi, yüksek sesle,"Ne askerleri yererken, ne faşizme söverken. Hiç ama hiç!"

*
Türkiye’nin gündemini saptayan bu insanların, ülkede yaşanan kaosun düzeninin öz uzman aydınları olarak bizzat kendilerinin dayattığı görecelikçi, relativistik ahlak sisteminden kaynaklanan bir “ahlak kaosu” olduğunun farkında değilmiş gibi yaptıklarını tespit etmişti. (s:12)

*
"Daha da korkuncu bu ülkede her anlatımın yaşanılanın niteliğini değiştiriyor olması," dedi, "Kötülükler saptırılıyor, sıradan vakalara indirgeniyor. Yokmuş gibi, hiç olmamış gibi oluyor. Nereye dönsem aynı şey!" Uzandı, çantasından o haftanın Gırgır'ını aldı, kapağını işaret etti, "Şuna bak."Alışılmış biçimde bir Gırgır karikatürüydü. Ne çizildiği anlaşılsındiye sol üst köşede bir cep açılmış, "kullanma talimatı"(Günay'ın lafı!) yazılmıştı: "Doğu'da vatandaşa cop sokuluyor.Bayrampaşa Cezaevi'nde tutuklu aileleri tekme tokat dövülüyor.Nevşehir Cezaevi'nde kitap isteyen tutuklular hücre cezasıyla korkutuluyor. Fişlemeler sürüyor. Pasaportlar verilmiyor. Şarkılar yasaklanıyor, çocuklar komünist diye hapsediliyor.Bütün bunların ANAP'ın işi olduğu da biliniyor. Ama aynı ülkede adının sosyal demokrat ve halkçı olduğunu öne süren bir de muhalefet partisi var. (Var mı acaba? Varsa nerede?)"

Günay'a döndüm,"İşte, bu kadar" dedi, "Çizerler dünyanın en çok satan üçüncü dergisi olarak muhalefet görevlerini yerine getirmiş olmanın huzuru içinde evlerine gidebilirler... Dehşete kapılmıyor musun? Tüyler ürpertmesi gereken bir feryat nasıl da can sıkıcı bir vızıltıya dönüştürülüyor! Çığlıkların havı dökülüyor.Yaşamsal talepler, arsız yakarmalara indirgeniyor. Bu, müthiş bir beceri arkadaşım. Lanet olası bir beceri!"

Böyle dile getirildiğinde, facianın boyutları okuyucuyu yaralamayacak ebatlara indiriliyordu gerçekten. Derginin kapağına tekrar baktım. Kılımın kıpırdamamış olduğunu teslim etmek zorundaydım.
"Yabancılaşma diye buna diyorlar," dedi, Günay. (s:14)

*
"Ne ki, 'günah' son tahlilde, kişinin kendi varlığına kayıtsız kalmasıdır," dedi, "Olgun ve bütünlüklü kişilik, ben-feragatı değil, ben-seviciliği hiç değil, ama ben-muhabbeti, ben-dostluğu üzerine kuruluyor. Kişinin 'varlık'ını inkâr değil, 'kabul' etmesini gerektiriyor. (…) (s:15)

*
Ne düşündüğünü yüzünden okuyabiliyordum. 'İtaliklerle konuşmak,' diyorduk biz buna. Karşısındakine, kırmak istemediği ya da anlamayacağını düşündüğü ya da abes bulduğu için dillendirmediği düşüncelerine 'italik nutuklar' derdik. Çok sevdiği bir dostunu, Yafalı Tagger'i, andığını tahmin edebiliyordum."Dünyanın şu durumunda 'sanat' akıl almaz bir lükstür!"derdi, ihtiyar Yahudi, "Söyler misin, ne işe yarar sanat? Hangi görevi üstlenir? Sorumluluğu nedir? Hiç. Oysa, bir görevi olmalı, bir misyon yüklenmeli. Değilse, sanat lükstür. Bak, birkaç gün önce ufacık bir bebeğin karaciğerini değiştirdiler.Milyonda bir ihtimal için, milyonlarca dolar harcama, binlerce insan, bir o kadar işgücü. Sonra yine aynı hastanede, hemşireler ve doktorlar greve gitti. Düşün bir doktor, iyileşeceği kesin bir hastaya bakmak, beş-on çocuğa aşı yapmak dururken, neden karaciğer transplantasyonu gibi afaki bir işe zaman ayırsın? Neden bu işe o kadar para ayrılsın da, hemşireler parasızlıktan greve gitsin? Neden? Çünkü moda, çünkü işlevsel olsun olmasın, ün kazandırır. Sanat gibi. Başlarını sokacak dam bulamayanlara,yoksullara, ne yararı var benim sanatımın? Hayır,genç dostum. En mükemmel sanat eseri, bir kadının tek bir gözyaşına değmez. Sanatçı da pekâlâ herkes gibi gidip toprak kazabilir, duvar örebilir. Sanat insanlara üstünlük taslamak demek değildir. Sanat, ibadet gibi, dua gibi, doğruya biat etmek olmalıdır. Ama günümüz sanatı insanoğlunun masumiyetini sömürür. Günümüz sanatçıları istismarcıdırlar, spekülasyon yaparlar. Kütle üretimi başladığında, üreticiler robotlaşır. Bu otomobil üretiminde de böyledir, resim üretiminde de.Ressamlar, müzisyenler, hatta romancılar, kendi kavramlarını üretmek yerine, üretilen kavramları illüstratörleri olur, başkalarının ürettikleri kavramları resimlerler. Topluma yararı olmayacaksa,sanat olması daha iyi. Topluma yararı olmayacaksa, hiçbir şey yapmamak daha iyi. Şimdi... Benimle bulgur çorbası içer misin, canım?" (s:17)

*
Saygındı,çünkü düzeni alenen protesto ediyordu. (s:24)

*'Malumat'ı, 'bilgi'den ayırırdı, Günay Rodoplu. 'Bilgi' esasa,öze dönük, hayatın bütünüyle çakışan, hayata asılan, hayatı açıklayan, yorumlayan, aydınlatan 'ışık'; 'malumat' ise öğretilmiş,belleğe stok edilmiş, ama hayata iğreti duran kazanımlar bütünüydü. 'Malumat' sahibi olmak erdem değildi. Tersine, amaçsız 'malumat' insanların zihni ve ahlâki masumiyetlerini kaybetmelerine neden olurdu. 'Malumatçı'lar, asla kullanılmayan eşyalarla tıklım tıklım dolu bir odada, her an bir şeye çarpıp devirmek
korkusuyla hareket edemeyen, iğdiş edilmiş istifçilerdi, bakınız, Enis Batur.(…) (s:29)

6 yorum:

  1. Atilla İlhan Menemen değil Karşıyaka doğumludur. Çabbuk düzelt o bilgi hatasını. kardeşi Cengiz İlhan İzmir'in ilk avukatlarından olup bu sene vefat etti. Kızkardeşi ile birlikte bizim lisede okudular ( Karşıyaka Lisesi) Özbeöz Karşıyaka evlatlarını Menemenli ilan etmeye kalkışmayın lütfen!.

    YanıtlaSil
  2. Ailesi Menemenli bi kere.
    Yani okudun okudun bi bu yorumu mu yaptın Usta? Hıh :)

    YanıtlaSil
  3. Ailesi de Karşıyakalı adam da Karşıyaka doğumlu aa deli etme insanı.Yahu İzmirli olup da kökleri civar ilçe ve köylere dayanmayan kaç aile var? İlenin kuruluşu 1850 ile başlıyor. Aile köklerinden mibahsediyorum ben. Adam doğmabüyüme Karşıyakalı.:)
    Bi şey yazmamışsın ki Alatlı'dan alıntı yapmışsın, üstelik 100 sayfa okumuşsun. O yazdıklarını ben okudum eleştirisini elbet yaparız ama ohoo daha ..muerte bitecek, diğerleri okunacak,genel kritik çıkarılacak. İşin çok senin. Dörtkitabın dördü de okunmadan dörtbaşı mamur kritik olmaz. Edebi açıdan "ehh işte" bir kitap. Gün Zileli Viva La Muerte üzerine bir yazısında, Kemal Tahir'e dayandırmış bu tarz roman anlayışını ama ben Alatlı'nın Ayn Rand'in yaptığını ve kullandığı silahı kullandığını düşünüyorum. Ayn Rand'in "anti-tez"i gibi durur, Alatlı. Hele son yıllarda Sinan Çetin ve Serdar Erener'in başı çektiği Randcilerin çabalarına bakınca bir tür dini akım gibi davranışlarına 1990 ların başında direnişe geçen ilk aydındır. Sen şimdi önce bu dört cildi bitir arkadan Ayn Rand'in Atlas Silkindi (3 cilttir o da) ve Founhead'ini oku, karşılaştırmalı bi yazı yaz bence.:P (Allah cezanı verdi kızım, daldığın yerden muhtemelen bi sene sonra ancak çıkarsın.:D Dört romanın arkasından bi de iki ciltlik Rüya ve Kabus var onları oku; amann amann.:D)

    YanıtlaSil
  4. Sen bi'işiler yazma,memleketin gençlerine faidemiz olsun deme tabi:))Bi' de Karşıyakalıyım de :)

    YanıtlaSil
  5. Nardacığım bu güzel paylaşımın için teşekkür ederim, önemli bir kitap demek ki, araştıracağım, sağ ol:)

    YanıtlaSil
  6. Rica ederim, bitirmedim ama şimdiden şiddetle öneriyorum:)

    YanıtlaSil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)