Bir sıcak söz, bir demlik çay...
İşte sevmek bu kadar kolay.
Bastığımız toprak, gökyüzünde ay,
Al tut elimi bu kadar kolay*
Dolmuştan indiğimde bacağım hâlâ sızlıyordu.
Asıl sızlayanın ne olduğunu aslında herkes tahmin edebilir.
Anladınız hemen değil mi? "Beni bir daha arama!"
dediği andan bu yana, yani... nerdeyse dört saattir sızlayan şey kalbimdi.
Durup durup aklıma geldikçe damlalar göz yuvarlağımı kaplıyor, balkondan
sarktığını karşıdan görüp de bir şey yapamadığınız komşu çocuğuna bakarkenki gibi,
ha düştü ha düşecek tetikliğinde duruyordu.
Burnumun direğine ne demeli? Benim o profil düşmanı
burnum, sızlamak konusunda kalbimden aşağı kalır değildi. Bacağımı sıkıyordum
burnumun direği sızladıkça. Of, çok ağrıyor diyordum çevremdekilere, yarım ağız
duyurarak. Yoksa terk filan edilmedim ben. Yenilmedim. Ne münasebet! Sadece bir
yanlış anlama var...
Hişt çocuk! Düşeceksin! Ay aman! Annesi nerede bunun!
Ağlamanın yararı vardır. Yenilgiden dönerken dalgalanan
masum bir sancaktır gözyaşı. Kırılan gurur kalesi tahkim edilmeden önce dip temizliği yapar.
Ağlamıştım. Birdenbire kelimesi hiç bu kadar birdenbire
olmamıştı! Hangi kazanlarda, hangi baharatlarla kaç taşım kaynatılıyor bu
olanlar bilmiyorum ama birdenbire kepçeyle kaynar kaynar önümüze döküveriyorsun
kıymetli Tanrım! Haşlıyorsun. Neden canımızın yanması gerekiyor?
İşte böyle, başıma kaynar kaynar döküldü birdenbire sözleri.
Yani yazdıkları. Neden konuşmayıp da yazar insan? Saçmalık bu, sesini duyurmak,
düpedüz konuşmak imkânı varken işaretlere, dolaylara sarılmak? Sahte bir cesaret. Cesaretin klonu. Yok yok,
düpedüz korkaklık.
Sık sık hatırlıyordum son sözlerini, hatırlar hatırlamaz da
gözlerim doluyordu: Beni bir daha arama! Markete girerken aklımdaydı, çıkarken
unutmuştum, merdivenleri çıkarken hatırlamıştım, elimi yüzümü yıkarken hâlâ
ağlıyordum. İnsan bedenindeki belki enönemli ve hassas organın dışsal bir sebep
olmadan - onu dışsal bir sebep olarak kabul edebilir miydim? Hayır canım, dış
ne demek, dışsal ne demek! Aramızdaki "Pardon, kartınızı düşürdünüz" cümlesinden
ibaret olsaydı dahi, bir bağ kurmuştuk. Merhabaya kıymet verenlerden değil
miydik...
Ne diyordum, dışsal bir sebep olmadan (Toz kaçtı, çıban
çıktı, yahut yumruk yedim) yanıp kavrulması gözlerin.
İşte
bilim adamlarını da böyle konular çıldırtıyor. "Sevgilimiz bize beni bir
daha arama dediğinde hangi renk hormonlar -hem hangi hakla!- dürtüyor beynimizi
de salya sümük ağlıyoruz?" Hah ha... Gülebiliyorum. Sakinleştim galiba. O
halde hikâyenin başına dönebiliriz.
Sevmek kolay dediğimde bana meydan okudular. Savunmaya
zorladılar beni, hatta, örnek ver, örnek ver diye tutturdular.
Kitaplara başvuramazdım, hepsinin tersini söylediğini
biliyordum çünkü.
Kendime de başvuramıyordum, çünkü
a. Sevmem zordu.
b. Sevmek aslında zordu.
c. Sevmekten korkuyordum.
ç. Sevilmeyi seviyordum ama sevemiyordum.
d. Sevecek kimse yoktu.
e. Vb.
Aman Allahım, elimde sadece Türkçe bir şarkı vardı delil
olarak! Diğer dillerden getirebileceğim kanıtlar, yabancı dil seviyem yüzünden
yeterli olmayacaktı. Oysa dipnotları atıflarla dolu bir makale fazlasıyla
inandırıcı olurdu.
Sevmek kolay dedim, tıpkı şarkıdaki gibi. Başladım
şarkıyı söylemeye. Hemen araya girdiler ilk nakarattan sonra; ama'lar,
aslında'lar, tabii ki'ler, yine de'ler... Ben de hepsini tasdik ettim. İşte bu,
diye parlattım gözlerimi, bunlar yüzünden kolay olanı zorlaştırıyorsunuz.
Hayat, tabiat çok basit... ama bu kafalar bilmece çözmeye öyle meraklı ki
sevgiyi de dikenli çalı yığınlarına çeviriyoruz.
Dedim. Kitabî olduğumun farkındaydım. Onlar da
farkındaydı. Sev de görelim o halde diye meydan okudular, mesela, mesela...... hah
işte şu köşede oturanı.
Yuh artık dedim ünlemle. Güldüler. İnsan deneyleri çok
tehlikeli dedim. Konuyu kapattık.
Sonra karşıma o çıktı. Ben de onun karşısına çıkmış
olmalıyım tabii. Durup dururken bana "Beni sever misin?" diye sordu
sandalyesinden öne doğru eğilerek. Ben de "evet" dedim, "Sevmek
kolaydır ve seni sevebileceğime inanıyorum." İlk işi bana kırmızı bir gül
getirmek oldu. Gülüyordu. Ne yalan söyleyeyim, gülünce çok güzel oluyordu.
"Güzel bir ismin var. Öğrendim anlamını" dedi. "Beni
sevecek misin?" diye ekledi telaşla.
Ah dedim içimden, ben de sevmek istiyorum, bunu anlamış
olmalıydı, niye sorup duruyor?
Yemek yapılacak, çamaşırlar kirli sepetini taşırmışlar, yeni
müşterilerle toplantı ve başka bir sürü şey arasında... O da sabahları erkenden
kalkıp hep tıraş olmalıydı mesela, arada küfürler ederek. Kolay değildi eve ekmek
getirmek filan. Başka nelerden konuştuk o ilk günler acaba? İnsanlar konuşunca
dörtte üçü boş konuşma oluyormuş. Muhtemelen hep boş konuştuk onca süre
zarfında.
- Hep beni düşün, ekmek alırken, yemek yaparken, çamaşır
yıkarken, okurken, gezmeye gittiğinde. Hep düşün çünkü ben seni hep
düşünüyorum. Bir an bile çıkmıyorsun aklımdan. Seni çok seviyorum. Ya sen?
- Hayır. Ben seni henüz çok sevmiyorum. Tanışalı sadece üç
gün oldu.
- Haklısın. Henüz erken.
Biraz sonra:
- Neden beni sevmiyorsun?
Sevmek kolaydı. O bunu biliyordu galiba, bense şüpheleri
olan bir mümindim.
*Bir Ezginin Günlüğü şarkısı
İlginç ama çok naif geldi bana bu hikaye, okurken çok sevdim.
YanıtlaSilOkuyan gözlerine sağlık:))))
Sil"Şüpheleri olan mümindim " kadar sevecen bir anlatım nedir...bayıldım.Gerçekten bunu çok sevdim.
YanıtlaSilGülmekten acıyamıyor insan böylesi ayrılık acısına :-) Aramızdaki muhabbet kartını düşürmüşsüznden ibaret de olsa var bişiler kısmı da çok hoş :) Ne çok karmaşa ne çok evetlihayır barındıran bir ruh hali. Öykü de olsa acaip kendimi gördüm ahsghjagsha
Sevgiler
:) Valla yazarin burda vermek istedigi mesaji yazar da pek bilmiyor:) ama Sevin gitsin işte:p
SilÖykülerini özlemişim :) En çok şu cümleyi sevdim: bu kafalar bilmece çözmeye o kadar meraklı ki, sevgiyi de dikanli çalı yığınlarına çeviriyoruz..
YanıtlaSilHakikaten öyle yapıyoruz değil mi :)
Öyle yapıyoruz. En azından ben yapmıştım:p Ezginin Günlüğü'nden iyi mi bilcez, sevmek kolay :) Tesekkürler öykülerim hakkındaki cümlen için de.
SilÇok sevdim hikayeyi, aşırı güzel:))) Kalemine sağlık:)))
YanıtlaSil''Neden konuşmayıp da yazar insan?'' Bu cümlede kendimi buldum:)))
Gerçi ben az konuşmuyorum ama yazmak çok başka:)))
Okuyan gözlerine sağlık. Yazmanın yeri ayrı, ben de daha çok yazarak anlasırdim. Simdi tak diye yüzüne:))))))
Silçok güzel :) sevmek bazen ağır gelebiliyor..
YanıtlaSilEş zamanlılık da önemli:) Selamlar.
Sil