Dosya konusu
"İnsanlar Tüket/il/irken Yazmak"...
Yani, ben de son seneler hep bunu düşünmüyor muyum? Daha
iyi, daha güzel yazmak için çabala, uğraş dur. Yırt at yazdıklarını, çiz
üzerini cümlelerin, kelimelerin, noktalama işaretlerinin... Bir şeye yarasınlar
da hem, hani biraz "bir şey" olsunlar, okunduktan sonra,
"iyi" olsun, "edebiyat" olsun, insanın içinden gelen bu
garip (ilk dört öyküm yayınlandıktan sonra
hep garipsedim) isteğin, başka insanlar için de bir anlamı olsun... Bir yazınca
bir adım attığımı hissedeyim, okuyan için de bir mesafe alış olsun...
Ama ya şu girdabına kapılmak üzere olduğumuz çok "satan- beğenilen-alkışlanan-üreten(edebiyat
ürünleşmesi!)- görünen..." yazar-şair olma çabaları, bu çabaların
normalleşmesi, hatta kutsanması filan...
Daha ilk makale bitmeden not aldım yukarıdakileri günlüğüme.
VE Celal Fedai
ile Prof. Bilal Sambur'un yazıları
bu anlamda farkındalığıma farkındalık kattı demeliyim. Ya da kaybettiğimiz
mihenk taşlarını tekrar işaret ettiklerini...
Yığınlaşan Kitleler
ve Edebiyat başlığı altındaki Melamet konuşmaları da aynı katkıyı sundu diyebilirim.
Özellikle sosyolog Bengül Güngörmez'in
tersten bakışları...
Sen, ben, biz, onlar ayrımı yapmadan herkese gelen bu eleştiri iğne ve çuvaldızlarını önemli
buluyorum. Hergün yayınlanan onca yeni kitap ve dergi bolluğuna rağmen
niteliksizleşen edebiyat dünyamıza bir çeki düzen verilmesi gerektiği korkmadan
söylenmeli artık. Önce kendimize elbet.
C. Fedai'nin, Hem Katil Hem Maktül: Medya Saldırısı
Altında Günümüz Kitle İnsanı adlı yazısı, Baudrillard, Le Bon, Gasset,
Adorno, Garaudy ve İzzebegoviç ışığında ilerliyor.
Kitle- Kütle- Kültür Endüstrisi- Kapitalizm- İnsanın
nesneleşmesi.... bir zincirin halkaları..
B. Sambur ise
" Kitle Miti, İnsanın Gerçekliği, Yazının Gerekliliği" adlı
yazısında kısa, öz, tanımsal, motto
gibi cümlelerle kitle'nin
ruhsuzluğunu, bir vehimden başka bir şey olmadığını çok güzel anlatıyor.
***
....Demokratik bireycilik, eşitlenme ile birlikte farklılığı
değil, aynılaşmayı, benzeşmeyi getirir. Demokrasilerde büyük sanatçılar,
filozoflar ya da yazarlar çıkmaz. Çünkü demokrasi eşitlenme ve benzeştirme
idealiyle sürekli birbirine benzer bireyler üretir. ..... B. Güngörmez.
***
Şiir özelinde ayrıca irdelenmiş dosya konusu. Şiir dışında
öyküler de yayınlanıyor dergide.
Bunlardan M. F. Göksu'nun Fırınlanmış Ekmek Fırını,
ironisiyle sevdiğim bir öykü oldu.
Dergideki yazılar bahsettiklerimle sınırlı değil elbet.
Ayrıca Metin Erol,
Selma Türköz ve Emine Batar gibi tanıdık isimlere rastlamak da hoş oldu.
B. Güngörmez |
H. Toraman |
H. Toraman |
B. Güngörmez |
H. Toraman |
S. Ertaş |
C. Fedai |
B. Sambur |
M. Saldıray |
S. Ertaş |
"Demokrasilerde büyük filozof, şair çıkmaz" :)) demiş ya yazar, her şeyin yasaklandığı, baskı, diktatörlük rejimlerinde insanlar daha mı yaratıcı oluyorlar acaba? Ama bir de şu var sanatçı özgür ortamda olmadan yaşayamaz, baskı ortamında sanatını özgürce sunamaz çünkü...kararsız kaldım:)
YanıtlaSilBu arada best seller diyorlar ama kaç kez hayal kırıklığına uğradım...
Teşekkürler :)
Evet, çelişkili bir önerme gibi duruyor fakat söyleşinin tamamı okununca daha anlaşılır oluyor mesele:) Güngörmez daha çok, Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile alt üst olan rejimler ve geleneksel düzenle birlikte, hiyerarşinin ve kadim kuralların ortadan kalakarak bir nevi mihenk taşlarının da yok olmasından yola çıkıyor anladığım kadarıyla...:)
Silhiç bir zaman doğru edebiyatın,doğru,daha iyi yazmanın ne olduğunu anlayamayacağım.bence iyi yazmanın bir kuralı yoktur.romanlar mesela matemetik hesabı yapar gibi yazılmamalı.yürekten , içinde ağdasız bir samimiyetle yazılırsa noktalama işaretlerini çöpe atabiliriz.yani mankenler dünyanın en iyi kitabını yazabilirler bence.bunun ötesi yok bende.
YanıtlaSilBurada bahsedilen iyi yazma ya da yazma kurallarından çok mihenk taşlarının yokluğu, yoklaştırılması. Günümüz modern ötesi ortamında, mesela "Ali topu at" satırı bir "öykü" olarak lanse edilip bineallerde "satışa" bile sunuluyorsa bir şeyler bir yerlerde kopmuş demektir bence de.
YanıtlaSilBahsettiğiniz samimiyet yazmanın ilk kuralıdır zaten. Samimi olmayan metinleri okur anında hafızasının çöp tenekesine atar... Noktalama işaretlerini, ya da belirli gramer kurallarını çöpe atabilmek içinse, yazarın-şairin bunları çok iyi bilmesi, okurunun da bunların eksikliğini metni okurkenyadırgamayacağı hatta farkına bile varmayacağı bir dil,üslup, atmosfer... her neyse işte kurabilecek bir yetkinlikte olması gerekir.
Dosyanın tümünü okursanız daha iyi anlaşılıacaktır sanırım mevzu...
Mankenlere gelince:)
Alıntıda mankenler iyi kitap yazamaz denmiyor, bir şairin kitabına önsöz vesaireyi, hiç değilse bu konuda yetkin biri yazmalı diyor, yine mihenk taşlarına vurgu yapılarak. Değerlendirme yapabilecek yetkinlikte bir isim olmalı bu... Ve allasen Türkiye'deki mankenlere bi' bak alıcı gözüynen, daha Türkçe'den, başları ile p.nın yerlerinden haberleri yok be:)
Aslında tüm metni okumadım.genel görüşümü yazdım.ben aslında öyle çok şeye karşıyım ki,bazen kendime dahi karşıyım:) bizim ülkemizde kim hakettiği yerdedir ki.instagram diye birşey çıktı da,gençler kitap okumaya başladı.kürk mantolu madonna nasıl bir kahve yanına konu mankeni yapıldı.biliyorum çok farklı yere çekiyorum konuyu.ama işte biz bu tavdayken neyi ,nasıl savunacağız.
Sil:)
YanıtlaSilBir yerden başlamalı. ..
Bengül Güngörmez'e katılmıyorum. Büyük fikirlerin çıkmamasının demokrasinin bir sonucu olduğunu tek tip insan yetiştirme ülküsüne bağlayamayız. Çok farklı sebepleri olabilir. Bir müddet önce bir arkadşım 17-18 yy da Macaristan'da ne oldu da bu kadar büyük matematikçi arka arkaya yetişti diye sordu? Alman idealist felsefesine baktığımızda bu devasa felsefenin hep Jena üniversitesi çevresine odaklandığını görürüz. 20 yy. Fransız felsefesinin öncüleri ise hep École Normale Supérieure çevresinden çıkar. Kimler yok ki; Sartre, Foucault, Derrida, Althusser hepsi aynı çevreden. Benim şahsi kanaatim kariyerist bir eğitimden ziyade, eleştirel düşünceyi canlı tutabilen bir bilim adamı cemaatinin büyük fikirlerin doğmasına yol açtığı yönünde. Tabii burda hareketi başlatan bir büyük fikir adamına ihityaç var. Socrates olmasaydı Platon ve Aristo çıkmayabilirdi. Ya da Kant olmasa Alman İdealizmi olmayabilirdi. Ama başlangıçtan ziyade gelişmeyi ve derinleşmeyi yaratacak bir çok insanın peşi sıra gelebilmesini sağlayacak ortamın oluşturulabilmesi daha önemli. Bunun da yönetimlerin idealinden ziyade eğitim, kültür politikaları; insan kalitesi; hakikate olan tutkunun canlı tutulabilmesi gibi pek çok föktörle etkili olabilir.
YanıtlaSilBen de önceliği eğitim ve kültür politikalarına veriyorum :)
SilBu güzel yorumun için de çok teşekkürler ayrıca:)
SilCelal Fedai, G. Le Bon'dan bahsetmeye girizgah yaparken niye birine çatma gereksinimi duyuyor? Bu tarz uslubu anlamakta zorlanıyorum. Onu neden Bourdieu'dan daha ilginç bulduğunu anlatsa daha iyi imiş. Bu tarz girişler yazıya olan ilgiyi baştan öldürüyor.
YanıtlaSil:) Derginin çıkış amacına bakarsak ve -dediklerine göre- önceki sayılara; çatışma ortamındalar :))
Sil