POSTÖYKÜ

Bir dergi yazısıyla daha başbaşasınız arkadaşlar, kaçasınız diye söylemedim, oturun okuyun, o kadar yazmışım işte :p

Yalnız 168 sayfa arkadaş! Neyse, iki aylık bir dergi bu. Benim gibi iki oturuşta değil, nefeslene nefeslene beş altı okuyuşta okuyun :)

Taşımızı atmadan başlamayalım: Ben internetten siparişimi verdikten sonra  Yakın Kitabevine gelmiş PostÖykü, hem de üçer beşer. Neyse, bir dahaki sefere tuttururlar herhalde.:) Yalnız o kadar çok sordum ki, görevli beyefendi sonunda numaramı istedi, haber verelim diye. Tabii dergiyi bahane de etmiş olabilirdi numaramı istemek için, o da bir ihtimal, hah ha:)

Gelelim yollarını gözlediğimiz dergiye.


Açılış Aykut Ertuğrul'un öykü-masalıyla.  Elbet bu ne bir öykü, ne bir masal aslında:
"Yerin, göğün ve bütün hikâyelerin sahibi, Zehra'nın sözlerinin, Zehra'nın nefesinin Şam'ın ücra köylerinden birinde, bir su kuyusunun dibinde unutulup gitmesine izin vermedi."

Şu "dağların yürü(tül)mesi" beni, her okuduğumda çok etkilemiştir bu arada. Dikkatim cımbızla çekildi o cümleye...

"Ben çağrılmadan gelmeyenim."
...

Sayın Elif Merveeeeee, ben de merakla bekliyorum yeni öykülerinizi.

***
Necip Tosun'un günlükleri kaçmaz, kaçırılmamalı. Günlük diyorum arkadaş, edebiyatçı günlüğü!

**
 Turgut Uyar'ın Akçaburgaz'lı Yekta'sı, benim Büyük Saatler'de en çok kulağını kıvırdığımdır. Benim için şiir değil öyküdür. Ali Emre yazmış işte Akçaburgazlı Yekta'yı, iyi etmiş, sağolsun. Tabii sadece Uyar değil, 2. Yeni de var haliyle bu yazıda.

**
Ertuğrul Emin Akgün'ün Hız ve Hızlanma: 19 başlıklı yazısı... Kıvırdık kulağını. Hem de çekiştire çekiştire:)

" İzafiyet teorisi ile her şeyin belirlenebileceğine olan inanç sakatlanmıştı batı dünyasında. ... İyi bir öykücünün iyi bir fizikçi kadar sezgilerinin açık olması gerektiğine inanıyorum."

***
Hüseyin Su ile yapılmış bir röportaj: 

Bugün konuşup yazdığımız sözcüklerin neredeyse üçte ikisi çağrışımsız ve delaletini yitirmiş durumda. Bir kısmı da zaten yapıları itibariyle çağrışımsız sözcükler.  Hatta sessiz, musikisiz sözcükler. Siz de zaten geriye, "dileyenin dilediği anlamları yükleyebildiği" bir dilin kaldığını söylüyorsunuz.
Röportajda aktardığı bir anekdot var Su'nun. Bir öğretmen arkadaş, derste çocukların minder kelimesini bilmediğini görünce donakalmış. Ben de 15 yaşındaki kuzenimin "azık" kelimesini bilmediğini duyunca benzer bir "donma" yaşamıştım :)

Dilimizin kesik damarları hâlâ sımsıcak kanıyor.

Özelde bir ülke edebiyatını, genel olarak da dünya edebiyatını siyasal görüşleri ve inançların başlığı altında adlandırmayı, tanımlamayı ve değerlendirmeyi doğru bulmam. Bu tür çabalar bir edebiyat yaklaşımı değil bana göre.

Sanata ve yazıya rağmen bir siyasal dile yaslanmanın, hatta sanatı ve yazıyı araç olarak  görmenin bağlanma değil, bir tür bağlamsızlık olduğu kanaatindeyim.

***
50 Karakter Öykü Atölyesi diye bir bölüm var dergide. Bir karakter veriliyor ve bunun öyküsünün yazılması isteniyor anladığım kadarıyla:)

Buradaki öyküler derginin adına yakışır nitelikte. Dergi zaten adından anlaşılacağı gibi postmodern üzerine kafa yoruyor, öyküler de postmodern.

Bu bölümde iki öykü ayrıca dikkatimi çekti. Sedat Demir'in ve Hasibe Çerko'nun öyküleri.

S. Demir'in Bir  Patlayıcı Madde Olarak Selüloz Bağlamında İnsan Bedeni ve Ruhu isimli makalesi pardon öyküsü beni sık sık gülümsetti. Dipnotlar bir tarafa kaynakçayı ayrı sevdim:)

".. Ben tercih etmek zorunda değilim, ikiye ayrılırım ve mermer bloğu geçtikten sonra nasıl olsa bahçede buluşurum."

Dokuz gitarda dünya tarihini beğendiğimiz gibi Eflatun Bey'i de sayarız, severiz bu arada:)

Tabii düz ovadaki çizgi gibi yazmak isterdim ama beceremedim bu kez de, şeklindeki bıyık altından gülümsemeyi de görmedik değil:)

Hasibe Çerko'nun -okuduğum- öykülerinde bana hep şu oldu: Başlarken, evet, işte uzun, ince bir yoldayım. Ama ilerledikçe, kıvrımlı, gizemli ve şenlikli bir  yol, yollar çıkıyor... şaşırıyorum. :)


Abdullah Başaran'ın Post Modern Kahramanın Trajik Yolculuğu'nun kulağını da kıvırdık.

Hasan Şentürk'ün Dikey Rahmi Efendi öyküsü ise tam anlamıyla "benlik" bir öyküydü. Şıkır şıkırdı ayol :)

Ertan Örgen'in öykünün hacmiyle ilgili kısa yazısında güzel cümleler vardı. Sanırım devamı gelecek.

İsmail Özen'in, öykünün öyküsünü anlattığı Karda Derin İzler'i Nasıl Yazdım'ı, telefonda susmayan "köy imamı olarak doğmuş" köy imamı ile gülümsetti beni. Onun dışında yazı başlı başına "bir yazarlık öyküsü" .

Dergideki ilginç bir bölüm de başka dergilerde çıkan öyküleri eleştiren bölümdü. Son zamanlarda dergilerde sık görmeye başladığımız ve aslında bir ihtiyaca cevap veren bir bölüm bu. Benim son zamanlarda yayınlanmış bir öyküm olmadığından gönül rahatlığıyla okudum burayı :p

Bir dürtük de mini röportajı yapılmış arkadaşımız Doğukan İşler'e atalım ve yazıyı Aydın havasında bırakalım.

Öykülerindeki en teknik alet CD olabilir Doğukan İşler, ama öykülerine en post-modern eleştiriyi - fotoğraflı- ben yaptım ona göre :p


 Son olarak,sayfa üstlerini ya da altlarını süsleyen şenlikli mottolarıyla da, renkli illğstrasyonları ve ebatıyla da içeriğiyle de hiç fena olmamış  henüz üçüncü sayısındaki Postöykü. 







...




17 yorum:

  1. Görevli beyefendi haber verelim bahanesini uydurmuş olabilir tabi de, benim asıl merak ettiğim, sen numaranı alsınlar / istesinler diye mi o kadar çok sordun acaba :)))) Şimdilik sorum bu kadar, çünkü devamını sonra okuyacağım Nardacııımmm :)

    YanıtlaSil
  2. vazgeçtim dergi almaktan , hakkını vererek okuyamadığımı düşünüyorum , :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaten iyi icerikli dergi cok yok:) arada bir al yine sen canım:)

      Sil
  3. Yani öyle bir anlatmışsın ki Narda, ben de dedim ki kendime "dergi okudum diye söyleme kimselere"
    Baktım, D&R da varmış bu dergi (yani öyle de merak ettirdin ) :-))
    Allah'ım bir ıssız adaya düşsem de 6 ay sadece okusam diyeceğim kadar çok birikti okumak istediklerim
    Ama bunu atlayamam..bakmam lazım , çok merak ettirdin :-))

    Sevgilerimle

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok canım:)
      Ben de de birikti hangisinden başlasam bilmiyorum.
      alın tabii fena dergi olmamış:)

      Sil
  4. öykü kitapları, edebiyat dergileri ile aramız pek yok. çok mesafeli duruyoruz. dost olamadık bi türlü .. :))
    K dergisini severek okurdum. o da artık yayınlanmıyor. bi de milattan önceki yıllarımda varlık dergisi vardı onu da okuduğumu hatırlıyorum. o kadar..
    şimdi bu anlattığın dergiyi alsam mı almasam mı bilemedim. :) ya beni sarıp sarmalamaz sa? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hımmm. Bu kadar kuşku varsa aşk olmaz alma bence:))))

      Sil
    2. Evet evet kuşkularımız giderilsin, giderilmeli. Yoksa okumayız :))

      Sil
    3. Benim hikayemi yayinlamadilar daha. Okumayin o zamana kadar zaten:)

      Sil
  5. Tamamdır! :)

    İnternet siparişleri işe yarıyor! :)

    Ben de beklerim Kafa'ya... Sevgiler... :)

    YanıtlaSil
  6. Arada bir dergi almak lazım. Kitap derginin yerini tutmuyor. Hoş bir çeşni dergiler. Bir Kahve'ye beklerim... Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. arada alınmalı, evet. Yalnız blog linkinize tıklayınca hata veriyor...

      Sil
    2. Aa!?? Link şu: http://www.kahveyanikitap.blogspot.com

      Sil
  7. Bu nasıl bir okuma hoşluğudur. Ben de böyle olayım Allah'ım.Amin :) :):)

    YanıtlaSil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)