Her zamanki Türk ticaret zekasıyla, bu kitabın başlığını "Mutlu Olma Sanatı" olarak çevirmiş Say yayınları. Oysa orijinali çok daha güzel:
Mutluluğun Fethi.
1930'da, 58 yaşında yazmış Russel bu kitabı. Ve başlarken mutsuz
olmak için ciddi dış nedenleri olmayanları hedef aldığını ve kendi
yaşamından öğrendiklerini söyleyerek çok
bildimci ve ahkamcı olmaktan çıkmış.
Modernizmin(?)
başımıza musallat ettiği "can
sıkıntısı"na iyi nokta atışları yapmış matematikçimiz Russel. Dolayısıyla kitabı okuduğuma pişman olmadım.
Modernleşe modernleşe bi' hal olduğumuza göre Türk toplumu
olarak bu tip gavurun toplumsal
psikolojik sorunlara bulduğu çözümleri
içeren kitapları okuyup feyz alabiliriz artık. Bu yüzden; yani konu hâlâ geçerli olduğu için sadece son üç yılda 3 baskı yapmış
kitap. Gerçi insan her yerde insan. Temelde aynıyız.
Bir de Russel'ın da ta çocukluktan aldığı katı Katolik
eğitiminin tabuculuğunu da tekrar görüyorum burada. Reform hareketlerine
şaşmamalı.
Batı düşüncesi- tarihi temelli okumaların ardından doğu
kaynaklı okumaları da yapmak istiyorum ama hangi kitaplardan başlayacağım
hakkında net bir fikrim yok. Neyse.
Kitabı okuyalı bir aydan fazla oldu gerçi ama not aldığım yerlerden sizin için kimi alıntılar yaptım yine,
üşenmeyin okuyun,
yoksa karışmam, borç istersiniz vermem, küserim konuşmam, bloguna yorum yapmam,
kitabımı imzalamam, bla bla, bir şeyler yaparım işte:)
***
Herhangi bir ruh hali tartışılamaz; ruh, herhangi bir olayla
ya da beden yapısındaki bir değişiklikle, bir halden öbür hale geçebilir, ama
tartışmayla değiştirilemez. Ben de birçok kez, her şeyin boş olduğunu
düşündüğüm ruh halinde olmuşumdur; bundan, herhangi bir felsefenin yardımıyla
değil, mutlaka yapılması gereken bir şeyi yaparak kurtuldum.
***
Homo Sapiens zenginlik sayesinde, çaba harcamadan tüm
heveslerini yerine getirebildiği zaman, yaşantımdaki bu çaba eksikliği, mutluluk
için gerekli bir öğenin ortadan kalkmasıdır. Aşırı olmayan bir istek duyduğu
şeylere kolayca kavuşabilen birisi, "isteğin karşılanması mutluluk
getirmez" hükmüne varır. Eğer bu kişi filozof yaradılışlıysa: İnsan her
istediğini elde ettiği halde mutlu olamadığına göre, "insan yaşamı aslında
sefildir" sonucuna varabilir. Ancak şunu unutmaktadır ki, istediklerimizin
bazılarını elde edememek mutluluğun ayrılmaz
bir koşuludur.
***
Eğer ruh hali mantığa bağlıysa, umutsuzluk için olduğu kadar
sevinç için de neden var demektir.
***
Bugün, birçok kişinin yeni değer
ölçüleri bulmadan eskilerini bir yana attığı karışık bir dönem
geçirmekteyiz. Bu durum, bu kişilerin çeşitli tedirginlikler yaşamalarına neden
olmakta ve genelde bilinçaltlarında eski değer ölçüleri bulunduğu için, bu
tedirginlikleri umutsuzluğa düşmelerine, vicdan azabı çekmelerine ve insanları
hor görmelerine yol açmaktadır. Ama çok sayıda insanın bu duruma düştüğünü
sanmıyorum. Şuna inanıyorum ki, eğer günümüzün varlıklı gençleriyle Viktorya çağı
gençlerinin ortalaması alınsa, aşkla gelen mutluluğun ve aşka beslenen inancın,
bugün altmış yıl öncekinden daha fazla olduğu görülecektir.
***
Aşka niçin değer verildiğini açıklayabilmek güçtür; ama ne
olursa olsun bir deneyeceğim. Aşk, en başta, kendiliğinden bir haz kaynağı
olduğu için değerlidir. (Bu, aşkın en büyük değeri değildir, ama diğer değerleri
için çok gereklidir.)
***
Amerika'da herhangi birisine ya
da İngiltere'de herhangi bir işverene, hayattan zevk almasına en fazla neyin
engel olduğunu sorarsanız, "Yaşamak için mücadele," cevabını
alırsınız.
Bunu, tam bir içtenlikle ve böyle
olduğuna inanarak söyleyecektir.
Bir bakıma doğrudur, ne var ki
önemli bir bakımdan da yanlıştır. Elbette yaşamak için mücadele
edilmektedir............... Bu söz, aslında önemsiz olan bir şeye değer
kazandırmak için bulunmuş yanlış bir deyimdir.
Bu iş adamına sorun, acaba temsil
ettiği toplumda kaç kişi acından ölmüştür. İflâs eden arkadaşlarına sonrasında
ne olduğunu sorun. Herkesçe bilinmektedir ki, iflas eden birisi, maddî
rahatlıklar bakımından, ömründe iflas edebilecek kadar varlıklı olmamış bir adamdan
daha iyi durumdadır. Şu halde, yaşamak için mücadele diyenlerin gerçekte
belirtmek istedikleri, başarı için mücadeledir. Bu mücadeleyi yapanların korktukları
şey ise, sabah kahvaltısını bulamamak değil, servetlerini artıramama
olasılığıdır.
***
Endişe psikolojisi, hiçbir
bakımdan basit değildir.
***
Aslında bütün bunlar, daha önceki
bölümde sözünü ettiğimiz, yeryüzüyle bağlantılarını yitirmiş olmanın bir
cezasıdır. Ne var ki modern şehir halkının bu bağlantılan devam ettirebilmesi
hiç de kolay değildir. Üstelik bu konu da toplumun büyük sorunlarından biridir
ki, onu bu kitapta ele almayı düşünmüyorum.
***
Hiç
kimse mantıklı olursam yaşantım tatsızlaşır diye korkmasın. Tam aksine,
mantıklı olmak, manevi bakımdan dengeli olmaktır;
mantıklı olan, iç çatışmaları ile uğraşandan daha özgür bir bakışa sahiptir ve
enerjisini dış amaçlara yöneltme olanağı vardır. İçe kapanmaktan daha sıkıcı, dikkati
ve enerjiyi dışa yöneltmekten daha neşelendirici hiçbir şey yoktur.
Geleneksel
ahlakımız, gereğinden fazla içe kapanmaya yol açar; dikkatin böyle yanlış bir
biçimde kendimizde toplanmasında, günah anlayışının da payı vardır. Bu hatalı
ahlak anlayışının neden olduğu öznel ruh durumlarına düşmemiş olanlar için
mantık gereksiz olabilir. Ama hastalığa tutulmuş olanların, iyileşmek için
muhakeme güçlerini kullanmaları şarttır. Belki de hastalık, zihinsel gelişmenin
aşılması gerekli olan bir evresidir. Bana kalırsa, muhakeme gücünü kullanarak hastalığı
geride bırakan birisi, hiç hastalık ya da tedavi görmemiş olandan üstündür.
****
Uygar
kişinin hayatının her anında içgüdü kısıntıları bulunur: Caddede giderken
sevinçliyse hoplayıp sıçrayamaz, şarkı söyleyemez, üzgünse kaldırıma oturup
ağlayamaz, çünkü yaya trafiğine engel olmaktan çekinir. Özgürlüğü, gençken
okulda, büyüyünce de işyerinde kısıtlanmıştır. Bütün bunlar, hevesin ve
hoşnutluğun sürdürülmesini güçleştirir, çünkü sürekli olarak kendini tutmak
bıkkınlığa ve can sıkıntısına yol açar. Ne var ki, içgüdüler kısıtlanmadan da
uygar bir toplum oluşamaz.
****
Kadınlarda
keyif alma, ağırbaşlılığın yanlış yorumlanması nedeniyle, eskisi kadar olmasa
bile, yine de büyük ölçüde engellenmektedir. Kadınların erkeklere açıkça ilgi
göstermesi ya da herkesin içinde fazla hareketli olması doğru bulunmaz. Oysa
erkeklere ilgi duymamayı öğrenirken hiçbir şeye ilgi duymamayı, yalnızca doğru
sayılan bazı belirli tutum ve davranışlara önem vermeyi öğrenirler.
***
İlginçmiş gerçekten, sadece mutsuzluktan gurur duyulması tuhaf geldi bana, mutsuz olmakla gurur duyan var mıymış sahiden?:)
YanıtlaSilEvet, mutsuzluktan kaçış olmadığını düşünenler bunu normalleştirmek için yapıyorlar. Ya da kimi entelektüeller anlaşılmaz ve mutsuz olmayı şiar edindikleri için gurur duyuyorlar bundan. Edebiyat çevresinde bunlardan çok var :))
Silİzmir'de yayımlanan fanzin de denilebilecek bir dergi vardı. "Denizsuyukâsesi" Uluer Aydoğdu çıkarırdı dergiyi. Notlarınız derginin 39.sayısında Cavit Işık Yavuz imzasıyla yayımlanan "Mutsuzluk Defteri" başlıklı şiiri anımsattı bana. Şöyle başlıyordu şiir:
YanıtlaSil"biliyorum her şey mutsuzluktan
adım mutsuzluktan
gözlerim
kendimi iğreti bir sevinç gibi
yapma süslerden giydirdiğim
baştan başa tenim
mutsuzluktan"
Ne güzel oldu bu çağrışım, sohbet eder gibi:)
SilAlıntıları keyifle okudum. Tanıdığım bir çok insan ya da hayatımın değişik dönemlerindeki ben geldi aklıma her okuduğum satırda. Güzel tespitler, doğru anlatımlar,ilginç konular bunlar.
YanıtlaSilteşekkürler paylaşımın için.
Mutluluklarımı ve mutsuzluklarımı bidaha düşünecem :-)
Rica ederim.
SilDüşünelim bir daha evet.
sözleri tespitleri harika imiş bertrand amcanın.. sevdim ben bu gavuru.. :)
YanıtlaSil:)
Sil