Bİ' DEFOL GİT ADORNO!

Yani size de aşk olsun saygın ve baygın blog izleyicilerim dostlarım

İnsan bi' demez mi kız Narda, sen karamsarın tekisin, Adorno modorno, felsefe filan senin nene gerek, germe kendini boşuna, takıl burda yine kendi halinde diye!

Aşk olsun hepinize koynunuza da kuşlar konsun, kıpır kıpır rahat vermesin inşallah. amin:)


Bir de "aşk olsun " demekle oluyormuş :p


Gelelim kültür endüstrisi üzerine kafa patlatan Adorno'ya, Minima Moralia'sına.

Ülen bu filozofi jargonu bizim ileri matematikten de beter. Püüü, bende onu kaldıracak kafa kalmadı gülüm. O zaman ne olacak şöyle olacak, bu Narda her paragrafın ilk üç cümlesini okuyacak iki kere, anlamadı mı diğer bölüme geçecek :p Şimdi tabii eserin yazıldığı seneler 1944-47 arası. Batı kültürü üzerine eleştiriler.Bunu da göz önüne almak lazım okurken. Gerçi batı kültürü artık bize de empoze edildiğinden çok da yabancılık çekmiyom gari ben bu fıttırık gavurları okurkene :p

Yalnız psikanalize giydirdiği bölümleri de ayrı sevdim. Bu ne ya bugün bile tabu sanki psikanalizi eleştirmek kimilerince. Oysa psikanalistlerin kendileri yapıyor bu eleştirileri, "bilimsellik" konusunda sınıfta kaldığı yönlerini. Neyse :)


Adorno, aforizma üretmeyi sevmiş bir filozof. Toprağı bol olsun kâfirin, ben de bazılarını epey tuttum. Size de ikram edeceğim şimdi. Yalnız "sera bitkisi" başlıklı bölüm beni tanımlamak için yazılmış resmen, bi tuhaf oldum, bi acıdım kendime yaaaa :(

Neyse au revoir canlarım, karartmayalım yine de enseleri.


*
Her zekâ kendini temsil etmeye başlar başlamaz zorunlu bir kibir ânını da açığa vurur.
*

En bayağı insan, en yücesinin zaaflarını sezebilir; en aptalı da en zekisinin düşünüşündeki hataları.
*
Cinsel ahlakın ilk ve tek ilkesi: Suçlayan her zaman suçludur.

*
Aşk, farklı olanda benzerlik görme gücüdür.


*
"Ben" demek bircok insan icin daha şimdiden bir küstahlık haline gelmiştir.

*
Tam bir mülk haline geldikten sonra sevilen kişinin artık yuzune bakılmaz. Aşkta soyutlama, dışlayıcılığın tamamlayıcısıdır; bu dışlayıcılık da, aldatıcı bicimde, soyutun karşıtı olarak, bu tek ve eşsiz varlığa bağlılık olarak gosterir kendini. Ama işte boyle bir sahiplenme, sırf onu bir nesne haline getirdiği icin nesnesine olan bağlılığını
da yitirir ve "benim" durumuna duşurduğu kişiyi yarı yolda bırakır. Eğer insanlar mülk olmasaydı, başkalarıyla değiştirilmeleri de mumkun olmazdı.

*
Ve Nietzsche'nin hicbir zaman son yargı makamına cıkmadan sucladığı teolojinin asıl sucu da burada yatıyordur, karşıtında değil.
Eleştirisinin en guclu pasajlarından birinde, Hıristiyanlığı bir mitoloji olmakla suclar: "Suca karşılık kurban, hem de en tiksindirici ve barbarca bicimiyle: Suclunun gunahları icin sucsuzun kurban edilmesi!

Nasıl da dehşet verici bir putperestlik!" Ama yazgının sevilmesi de bundan başka bir şey midir: Boyle kurban ayinlerinin sonsuza dek surmesinin mutlak onaylanışı. Nietzsche'nin mit eleştirisinin hakikate erişmesini yine mit önlemiştir.

*

 Kapıyı vurmadan girin.

Teknoloji, jestlerle birlikte insanların dakikleşmesine, kesinleşmesine ve hunharlaşmasına yol acıyor, insan hareketlerini her turlu duraksamadan, duşuncelilikten ve edepten arındırıyor. Onları nesnelerin amansız ve denebilirse tarih dışı taleplerine bağımlı kılıyor. Boylece, sozgelimi bir kapıyı yavaşca, sessizce ama sıkıca kapatma yeteneği de yitiriliyor. Arabaların ve buzdolaplarınınkiler carpılarak kapatılmak zorunda; kimi kapılarsa kendiliklerinden kapanıyor, iceri girenleri arkalarına bakmama ve kendilerini kabul eden evi korumama gibi nezaketsizliklere mahkum ederek. Yeni insan tipini anlamak istiyorsak, onu cevresindeki nesneler dunyasının surekli etkisine maruz kalan, sisteminin en derin noktalarında bile oradan izler taşıyan bir varlık olarak duşunmemiz gerekir. Artık iceri doğru acılacak pencerelerin yerinde sadece sağa sola itilecek surgulu camların olması ozne icin ne demektir? Yumuşak kapı mandallarının yerinde doner tokmakların olması, avlulann ortadan kalkması, sokak kapısının onundeki birkac basamağın ve bahce duvarının yokolması acaba nasıl etkilemiştir onu?"

*
Mutlu olup olmadığımızı rüzgârın sesinden anlayabiliriz. Mutsuz insana evinin korunaksızlığmı anımsatır bu ses, onu kuş uykularından, huzursuz düşlerinden uyandırarak. Mutlu adam içinse korunmuşiuğunun şarkısıdır: Öfkeli uğultusunda, artık ona karşı etkisiz olduğunu itiraf eden fısıltıyı da işitir.

* 
Muayene. — Gözetilecek çıkarları ve gerçekleştirilecek planları olan "dünyevi kişinin" gözünde, karşılaştığı insanlar otomatik olarak dost veya düşmana dönüşür.***Kendi planları icinde oynayabilecekleri rolu kestirmeye calışırken onları daha en baştan nesneye indirgemiştir:Bazıları yararlıdır, bazıları engel. Her farklı kanı, onceden belirlenmiş hedeflerin -bunlar yoksa pratik adam kendini kaybolmuş hisseder sağladığı yerlemler uzerinde, yorucu bir direnc, bir sabotaj, bir kumpas olarak belirir; her anlaşma da, en bayağı cıkarlara dayandığı durumlarda bile, bir destek gorunumu alır, kullanılabilecek bir şeye, bir ittifak senedine donuşur. Boylece fakirleşir başkalarıyla ilişkiler:



38. Dansa d a v e t.1

Psikanaliz, nevrozlarla kısıtlanan haz duyma yeteneğini eski haline getirmekle ovunur. Sanki sırf bu haz-duyma-yeteneği kavramı bile boyle bir şeyi -eğer gercekten varsa- epeyce değersizleştirmeye yetmezmiş gibi. Sanki mutluluk uzerine spekulasyonla gercekleşen bir mutluluk bu sozcuğun anlattığı şeyin tam karşıtı değilmiş, sanki boyle bir mutluluk, kurumsal olarak planlanan davranış modellerinin zaten surekli kuculen yaşantı alanına yeni bir tecavuzu değilmiş gibi. Egemen bilinc ne hale gelmiş olmalı ki gecmişte sadece Macar operetlerindeki ataşelere uygun gorulen o şampanya şakraklığı ve zorlanmalı musriflik gosterisinin doğru yaşama dusturlarından - biri olduğuna ciddi ciddi inanılıyor bugun. Receteli mutluluk tam da adına benziyor; bu mutluluktan pay alacak nevrozlunun bastırma ve gerilemenin onda bıraktığı son akıl kırıntılarından da arınması ve analistini memnun etmek icin de butun bayağı filmleri gorme konusunda son derece hevesli davranması, Fransız restoranındaki pahalı ama kotu yemekten, ağır ickiden ve "seks" adı altında bir ilac olarak kullanılan sevişmeden muthiş zevk alması gerekiyor. " "Yaşam her şeye karşın iyidir" - Schiller'in daha soylendiği anda bile kof bir ses veren bu onermesi, bugun, her yere yayılmış reklamcılıkla aynı koroda yer aldığı olcude, dupeduz ahmaklık haline gelmiştir; ve psikanaliz de, daha iyi imkanlarına karşın, yangına korukle gitmektedir, insanların yaşadığı ketlenmelerin sayısı cok fazla değil cok azdır bugun; ustelik bunun onlan bir nebze daha sağlıklı kıldığı bile soylenemez. Oyleyse uyum yeteneği ve ekonomik başarıdan farklı olcutlere yonelmek
isteyen bir katharsis yontemi de insanların genel ve-ayrılmaz bi cimde ona bağlı- kişisel mutsuzluğun farkına varmalarını sağlamak ve bu iğrenc duzenin sanki onları dışardan tutsaklaştırması yetmezmiş gibi iclerindeki yaşam uzerinde de bir ikinci boyunduruk kurmasına yol acan doyum yanılsamalarından yoksun kalmaları icin calışmak
zorundadır, insan, ancak sahte hazza doyup da kendisine sunulan şeylerden tiksindiği ve sadece mutluluğun pozitif vekilinin değil -bu vekile karşı gosterdiği sozumona marazi direncten vazgectiğinde mutluluğu satın alabileceği soylenmektedir ona - gercekten adına layık bir mutluluğun bile yetersizliğini sezdiği anda deneyimin potansiyel
boyutlarını anlamaya başlayabilir. Bilimsel epikurcu sanatoryum yoneticisi ile eğlence endustrisinin asabi propaganda şeflerinin bir ağızdan seslendirdikleri "mutlu ol!" nasihatında, işten huzursuz bir halde donup de kapıda kendisini neşeli gulucuklerle karşılamadıkları icin cocuklarını haşlayan babanın ofkesini andıran bir şey vardır.

Egemenlik mekanizması, yol actığı acıların gorulmesini de onler: Mutluluk vaazlarıyla başlayıp sırf yurttaşlarımız acı cığlıklarını işitmediklerine kendilerini inandırabilsin diye Polonya'nın en uzak koşelerinde kurulan insan mezbahalarına varan gelişim cizgisi hic dolambaclı değildir. Budur ketlenmemiş bir mutluluk yeteneğinin modeli. Butun bu balonu patlatan kişiye psikanalizin verdiği cevapsa bunların kendi Oidipus kompleksinden ibaret olduğudur.


*
Sera bitkisi. — Erken ve gec olgunlaşan kişilerle ilgili sozlerde -ki ilkine karşı olumcul bir haset icermeyenine pek az rastlanır- hicbir doğruluk payı yoktur. Erken olgunlaşan kişi bir bekleyiş duygusu icinde yaşar. Deneyimleri önselci bir nitelik taşır: Sezgici bir duyarlık, imgelerde ve sözlerde, eşyanın ve insanların ancak daha sonra gercekleştireceği şeyleri yakalıyordur. Deyim yerindeyse kendisiyle dolmuş böyle bir bekleyiş dış dunyadan cekilir ve onunla ilişkisine nörotik bir cilvelilik tonu kazandırır. Erken olgunlaşan kişide bazı becerilerin sahibi olmanın otesinde birtakım ozellikler varsa eğer, her zaman kendi hatalarını yakalama zorunluluğunu duyacaktır-normal insanların ahlaki bir yukumluluk olarak sunmayı sevdikleri bir takıntı. Hayalgucunun kapladığı alanda nesnelerle ilişkisine de bir yer acmaya cabalarken acı duyacaktır: Acı cekmeyi bile öğrenmesi gerekiyordur.

 Gec olgunlaştığı soylenen kişide en ufak bir icsel sarsıntıya uğramadan surup giden ben-olmayanla temas, erken olgunlaşanda hep son derece acil bir ihtiyac durumundadır. Dürtülerinin narsisistik yonelişi -k i deneyimlerinde hayalgucunun tuttuğu yerin buyukluğunden de anlaşılabiliyordur- olgunlaşmasını pozitif olarak geciktirir. Hayalgucunde buyuk olcude yumuşatılmış durumları, korkuları, tutkuları, cıplak şiddetleriyle ancak daha sonra yaşar; bu korku ve tutkular, onun narsisizmiyle catışma icinde, tuketici bir hastalığa donuşurler. Boylece o da vaktiyle fazla kulfetsizce aşmış olduğu ve şimdi bedelini talep eden cocuksuluğa doğru geriler, olgunlaşamamış bir kişiye donuşur olgunlaşabilenlerse her aşamada gostermeleri beklenen davranışları gosteren, cocukken cocuksu olan ve şimdi de sabık erken-olgunlaşan uzerinde kurulan olcusuz otoriteyi bağışlanmaz bulanlardır. Tutku cokertiyordur erken olgunlaşan kişiyi; kendine yeterliliğinin guveni icinde fazla uzun sure uykuya yatmıştır ve bir zamanlar havai kopruler kurmuş olduğu ucurumların onunde caresizce cırpınmaktadır. Erken gelişmişlerin el yazılarındaki cocuksu ozellikler boş bir uyarı değildir.

Cunku doğal duzeni tahriş eden ve kızdıran sivriliklerdir erken gelişmişler; diş bileyen sağlık da onlara yonelen tehditten beslenecektir, tıpkı toplumun da onları başarıyı kulfete eşitleyen denklemin gozle gorulur bir yadsınışı sayarak hic guvenememesi gibi. Hep hak ettikleri duşunulen ceza, kendi ic ekonomilerinde, bilincsizce ama amansızca, uygulanır onlara. Vaktiyle aldatıcı bir iyilikseverlikle onlara verilmiş olan her şey geri alınır. Psikolojik kaderde bile butun bedellerin sonunda odenmesini sağlayan bir otorite vardır. Bireysel yasa, eşdeğerlerin mubadelesinin yap-boz parcalarıyla yapılmış bir resmidir.


8 yorum:

  1. "cinsel ahlakın ilk ve tek ilkesi suçlayan daima suçludur" u anlayamadım ben. Nasıl yani?
    mesela tecavüzlerde şimdi suçlayan mı suçlu buna göre?

    Tam bir mülk haline geldikten sonra sevilen kişinin yüzüne bakılmaz :)))evlilik aşkı öldürür derler ya o galiba:)

    Egemenlik mekanizması yol açtığı acıların görülmesini de önler! İşte tam bizim ülkenin de halini tarif ediyor. Çok hak verdim. Polonya'da insanlar bacalardan çıkan dumanları, yanık et kokularını görmüşler ama görmezden gelmişler:( kötülük sıradanlaşırsa böyle oluyor :( bizde de Yahudiler değil ama kendi ülkemizin ordusunu uzaklarda - şükür yakmadılar ama suçsuz yere 5'er yıl yatırdılar- bir avuç kişi dışında kimseler umursamadı.

    Teşekkürler ilginçmiş...

    YanıtlaSil
  2. cinsel ahlak derken çiftler arasındaki ilişkiden bahsediyordu. Bir de dedim ya felsefenin kendi tanımları içinden çok konuşmuş, ben de anlayamadım bazı yerleri :p

    YanıtlaSil
  3. Valla epeyce bir yol aldın sen bu felsefe okumalarında fakat alıntılanan tespitler de şahaneymiş ;)

    YanıtlaSil
  4. Narda'cım ben hayatımda bu filozoflar kadar dedikoducusunu görmedim. İşleri güçleri birbirlerinin eksiğini gediğini çıkarmak...
    Şimdi anladığım kadarıyla, erken olgunlaşmak pek iyi bi'şey değilmiş di mi...:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hı hı, çok pis dedikoducu, ayak kaydırıcı bunnar:) Bak napalım, sen şimdi sosyolog da oluyorsun ya, bunları bana bi özet geç ben de kalın kalın kitapları okumaktan kurtulayım :p
      Anladığın çok doğru, en azından ben öyle görüyorum:) Çok pis cozutasım var Telve, allam sen koru yarebbim:)

      Sil
    2. cozuturken beni de al yanına, canım çekti benim de..:)

      Sil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)