Sihirbaz, Damm köyünden
ölmüş Vensan'ı sahnedeki aynada kanlı canlı gösterince, hikâyesi kulaktan
kulağa fısıldanır oldu. Cadıların yakıldığı tarihler henüz gerilerde
kaldığından adı kötüye çıkmıyordu elbet. Yine de kimine göre yüce ruh, kimine
göre cinli deha idi.
Sihirbaz, bu
numarayı, gittiği her köy ve kentte -tabii ki oranın ölüleriyle- tekrarladı.
Epey para kazandı. Sihirbazın karısı tutumlu bir kadındı. Fakir bir aileden
gelmesine rağmen sonradan görme olmadı. Böylelikle karı koca, dört- beş yılın
sonunda çok güzel bir ev aldılar. Sihirbaz yine numaralarını yapıyordu ama
artık daha zengin insanların karşısına çıkıyor,
dolayısıyla daha az çalışıyordu.
Derken bir gün, ikisinin de yaşları kırkı geçmiş olduğu halde,
sihirbazın karısının hamile olduğu anlaşıldı. Şimdiye dek çocuklarının olmaması
için ellerinden geleni, o günkü tıbbi bilgiler ışığında, yapmışlardı. Ama artık
ortada bir gebelik vardı.
Sihirbaz haberi
aldığında canı çok sıkıldı. Yapacak bir
şey yoktu, doktora bakılırsa bebek iki aylıktı.
Karı koca, birkaç hafta sonra gerçeği kabullendiler, kendilerini yavaş
yavaş hazırlık yaparken buldular.
Sihirbaz, çocuk
için daha sık çalışması gerektiğini biliyordu. Zengin fakir demeden tüm
muhitlerde gösteriler düzenledi. Ama en özel numaralarını ayrıcalıklı
müşterilerine saklıyordu. Sihirbazın, kentin ileri gelenleriyle iyi ilişkileri
vardı artık. Ancak karısının tek kollu ve göz rengi her bakışta değişen bir kız
doğurması, hemen herkese, sihirbazın tuhaf bir dini inanışı olduğu ve sonunda
böyle bir bebekle Tanrı tarafından cezalandırıldığı dedikodusunu, bir gerçekmiş
gibi kabul ettirdi.
Sihirbaz, işlerin
kötüye gideceğini anladı. Karısı ayaklanır ayaklanmaz evini sattı.
Biriktirdikleri bütün paraları alıp yanar-döner
gözlerin garipsenmeyeceği ülkeye doğru yola çıktılar.
Sihirbazın kızı,
o ülkeye vardıklarında dört aylık olmuştu. Yolculuğun iki ayı denizde geçmişti.
Sihirbazın bildiği ama karısına söylemediği bir şey vardı. Bu yeni ülkede
sihirbazlara pek de iyi gözlerle bakılmıyordu. Çünkü ülkelerinde yeterince
gariplik vardı. Yeni bir geçim yolu olarak ellerindeki para ile küçük bir toprak aldılar, işçiler tuttular. Yine de
sihirbaz, mesleğinin en verimli döneminde bu başına gelenlere üzülüyordu.
Bebek, tek
kolunun eksikliğini dört aylıkken anladı. Hep o boşluğa bakarak ağladı. Yaşlı
annesi onu susturmak için bahçeden boylu boyunca geçirip çiçekleri gösteriyor,
bahçenin bitiminde başlayan yeşil tarlalarını seyrettiriyordu. Kışa kadar bu
yöntem hep işe yaradı. Kış gelince bir kış bahçesi yapmaları gerektiğini
anladılar. Kış bahçesi çok güzel oldu, bebek daha cam kapıdan girer girmez
susuyordu.
Kızlarına bir ad
koymadıklarını fark ettiklerinde bebek altı aylıktı. Bu meseleyi konuştukları
tek akşam, sihirbaz, ismi karısının koyması gerektiğini söyleyip içeri gitti. Babalık
annelerden öğrenilir diye düşündü sihirbazın karısı. Göz kapaklarını indirip közlü şömineye baktı. Adı, dedi, Nimfeya
olsun.
Tek koluyla idare
etmesini öğrenen Nimfeya, geç de olsa okula başladı. Babasının gizli gizli
sihir çalıştığını öğrenmesi de o yıl oldu. Birkaç ay sonra babası onun
ısrarıyla ufak bir gösteri yaptı. Şapkadan çıkanlar, ağladığında annesinin onu
götürdüğü bahçedeki çiçekler gibi geldi ona. Keşke diğer kolu da olsaydı. O zaman
ona yardım edebilirdi. O gün, ülkedeki tüm genç kızların yaptığı gibi kadınlık
yüksekokuluna gidip kadın olmak yerine sihirbaz olmaya karar verdi. Anne
babasına bunu ne zaman söylemeliydi? Beş yılı vardı, bu iyi bir süreydi ama
diğer kolunun yerine gelmesi için yeterli miydi? Tek kolla sihirbazlık
yapamayacağına göre zamanı iyi değerlendirmeliydi. O günden sonra, şehrin adını
anıtlaştıran kütüphaneden çıkmadı. Aradığı şey oradaydı. Artık kara olan ama bakan herkesin mavi sandığı gözleri, üç yıl
sonra, okumaktan bozulmaya, parmakları sayfa çevirmekten erimeye başladığında,
tuhaf bir şey oldu. Sağ tarafındaki o boşlukta bir çıkıntı hissetti. Aradığını
bulmuş olmalıydı. Ama hangisiydi?
Akşam omuz
çıkıntısını okşayarak uyudu. Bir hafta boyunca bir değişiklik olmayınca bir
şeyi eksik yaptığını anladı. Anladığı günün gecesinde rüyaya yattı. Rüyasında,
kütüphaneyi gördü. Üçüncü duvardaki raflardan birinden partal bir kitap ayak
ucuna düştü. Havalanan tozlar, bahardaki çiçek tozları gibiydi. Sabah olunca
hiç acele etmedi. Mavi sanılan kara gözlerine salatalık dilimleri koyarak bir
müddet keyif çattı. Kütüphaneye vardığında dalyan gibi adam âdeti olmadığı
halde kapıda dikiliyordu. Kütüphaneci, okurken onu süzerdi ama hiç
kıpırdamazdı. Kapıda duruşundan işkillendi Nimfeya. Yanından süzülerek içeri
girdi. Üçüncü duvara gitti, rüyasında ayak ucuna düşen kitabı buldu. Onu
hatırlamıştı. Demek buydu. Fakat neyi eksik yapmıştı? Sayfaları titizlikle
okurken atladığı şeyi buldu: Bir sayfa eksikti, sayfa numarası olmadığı için
ilk seferde bunu anlayamamıştı. Kara gözlerinin mavisi kayboldu, ona bakan
olsaydı iki çukur görürdü o anda. Dalyan
adam da o iki çukuru gördü. Korktu. Az sonra Nimfeya ağlamaya başladı. Adam, bir
yandan, ağlayan Nimfeya'nın çukur çukur korkunçluğunun çaresizliğe dönüştüğünü gördü,
bir yandan koyu kestane ipek saçlarının kül rengini aldığını. Dayanamadı,
cebinden eksik parçayı çıkardı ve açık kitabın arasına bıraktı. Nimfeya'nın
gözleri mavileşti, saçlarının külü azaldı. Dalyan gibi adam "Çok
tehlikeli" dedi, "Ya ölürsen?"
Nimfeya düşündü.
"Ya ölürsem?" Sayfayı cebine koyup yürüdü.
***
Düşüncelerinde
ölümün hiç yeri olmamıştı. Gençti. Öyle olsa bile, yani ölebilirse bile,
sihirbazlık yapamamaktansa yaşamamayı tercih edeceğini düşündü. Aslında iki
kollu olmanın kendisi de yeterince cazipti.
Sayfadakilere
göre sabahın yeni aydınlandığı saatlerde nehirde olmalıydı. Nehir sakindi,
genişti. Seçilmiş ilk kelimeleri tekrar etmeye başladı. Bir süre sonra odasının
halısı kadar büyük, parlak bir yaprak suyun altından baş verdi, Nimfeya'nın
önüne kadar geldi. Sayfadaki şekle bakan Nimfeya, eteklerini topladı ve
yaprağın üzerine çıktı. Yaprak menekşe, ardından sandal ağacı, ardından nergis,
ardından çam ve elma kokuyordu. Sonra yasemin. Sonra yine menekşe. Biraz sendeledi Nimfeya. Dengesini
bulduktan sonra yavaşça oturdu ve diğer kelimeleri söyleyip anlamları çağırmaya başladı. Devasa yaprağın
kenarları yukarı doğruyu kıvrılıyordu. Omuz çıkıntısının ağrıdığını duydu
Nimfeya. O gösteriden sonra kızının çevirdiği işleri bir yaprak hışırtısı gibi izleyen sihirbaz bir
an için ona seslenmek istedi. Ama yapamadı. Bu
ülkede bir tek sihirbaza izin vardı. Kolunun uzadığını gören Nimfeya ise, suyun
altına doğru çekildiğini anlamıyordu bile. Su boynuna ulaştığında kendine
geldi. Kolu uzamış, parmakları ise çıkmamıştı. Kara gözleri maviye, yeşile,
sarıya dönmeye başladı bebekliğindeki gibi. Yüzme bilmiyordu. Yüzenleri
hatırlamaya çalıştı. Kollarını şöyle bir kaldırmalıydı. Yaprak onu derinlere
doğru çekmeye devam ediyordu. Başparmağının çıkarken yaptığı ağrı çok fazlaydı.
Sihirbazın arkasını dönüp gitmeden önce son gördüğü, Nimfeya'nın yüzmek için çırpınan
beceriksiz kollarıydı.
*Hece Dergisi, Mayıs 2014 sayısında yayınlanmıştır.
Ve Nimfeya hep mutlu yaşa...
YanıtlaSilBizimle paylaştığınız için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
YanıtlaSil