Tarihi romana, Türk okurların ezici çoğunluğunun ve
tarihçilerin, akademisyenlerin ilk ve en önemli olarak "gerçeklik"
üzerinden bakmaları hakkında düşünüyordum da...
Az önce facebook'ta bir arkadaşımın paylaştığı bağlantı
üzerine... (Elif Şafak'ın son kitabı üzerine bu bağlantı. İki eleştiri söz
konusu. İlki, romanı mimari ve tarihsel gerçeklik açısından eleştiren bir mimarın, diğeri de bu eleştiriyi eleştiren Semih Gümüş'ün.)
(İlk eleştiriyi önceden okumuş, hatta yorum bile
yapmıştım... En çok dilin kullanımı noktasındaydı, kubbeye dam denmesi gibi... Ya da Elif Şafak'ın son
romanlarında Türkçe'yi üzdüğüne bakarak... Bağlantıyı paylaşan arkadaşımın yorumu ise Semih Gümüş'le aynı yönde, fakat, Şafak'ın dipnotlarla romanı gerçek kılmaya çalıştığını, bu yüzden bu tip eleştirilere kapı araladığını söylemiş...)
Gelelim kafamdaki asıl soruya.
Neden bizdeki bu gerçeklik takıntısı tarihi roman söz konusu
olunca? Oysa ki batılılar bize hayalci, irrasyonalist vb. gözüyle bakarlar. İşyerlerimizde,
görevimizin başında bile gayet laubali olabilen bir toplumken konu tarihi
romana gelince sıkı sıkıya gerçeklere bağlı bir tarih kitabı bekliyoruz.
Hayat-memat meselesi sanki bu. (Kaldı ki tarihten beklediğimiz gerçeklik ve
doğruluk, kaynaklara yani tarih yazanlara göre değil midir?)
Okurlar olarak biz, tarihimizi bilmiyoruz, tarih kitapları
okumuyoruz, romanla bu arayı kapatırız sanıyoruz. Cumhuriyetle birlikte,
tarihimizi kökünden kesip attık. Şaşkın nesiller artık bu köksüzlüğü istemiyor.
Anlaşılır ve olması gerekli bir şey.
Bulunduğumuz coğrafya da tarihimizi çok iyi bilmemizi şart koşuyor adeta.
Bu noktada, okul hayatımız boyunca bize ezberletilmeye
çalışılan resmi ve soğuk tarih ihtiyacımızı karşılamıyor. Hatta tarih
öğrenmekten bizi soğutuyor bile olabilir. Tarihi sadece savaşlar ve kazanılan
kaybedilen topraklar olarak öğrettiklerine ya da şanlı Türk tarihi diye
öğrettiklerine bakarsak?
(Bu noktada, tarihi daha sevimli, gündelik dille yazan
yazarlar olduğunu biliyorum. Tarih öğrenmek ve öğretmek için bunlara başvurulabilir
belki.)
Tersini söylersek, yani, Türk okuru tarihini çok iyi biliyor
ve roman da olsa bunun dışında bir kurgu görmek istemiyor dersek bile, bu,
tarihe takıntı tezimizi çürütmüyor...
Roman bize Batı'dan gelmiş. Ancak Türk okuru romanı çok
seviyor ve okuyor. Yine de tarih söz konusu olunca, kurguyu, kurmacayı göz ardı
ediyor. İlginç. Yoksa okuduğu tüm romanlara da % 100 gerçek, işe yarar
bilgilerle dolu tabletler gözüyle mi bakıyor?...
Böyle yazıyorum ama tarih deyince, içimde hâlâ, romanı da
olsa "çarpıtılmaması" gerek diyen bir ses var. Buraya kadar
söylediğim eleştiriler benim için de geçerli yani.
Akademisyenlerin bağırtısına gelince... Tarihi (ilgili
eleştiride mimarlık tarihi) topluma öğretip sevdiremediklerinin ezikliğinden
olsa gerek böyle yapmaları. Akademik hayat başka bir şey kuşkusuz, onların
yayınlarının ulaşması gereken ilk kademe halk değil belki, bilemiyorum ama
roman eleştirisini gerçekten de roman üzerinden yapmak gerek, onu anlıyorum.
Eveeeet, şimdi ilk iş
Ustam ve Ben'i bir arkadaştan ödünç alıp edebi
olarak kritik etmek :)
Konuyla ilgi Feridun Andaç'ın şu ve şu yazılarını da okumanı öneririm. Çok zihin açıcı ikisi de.
YanıtlaSilElif Şafak'ın bu son kitabını okumadım ama genel olarak şöyle bir durum var, bu senin sözünü ettiğine benzer eleştirilere bakınca görüyoruz ki bazı insanlar kişileri, olayları vs. birbirine karıştırıyorlar. Eleştirilerini yaparken sanki karşılarında bir romancı değil de bir mimar, bir roman değil de bir tarihi eser varmış gibi davranıyorlar. Adına da edebiyat eleştirisi diyorlar ne yazık ki.
Güzel yazılar.
YanıtlaSilben de bahsedilen eleştiri yazısını okumuştum, Elif Şafak'ın kitabını okumadım ama eleştiriler daha çok mimari ve mimari deyimler üzerine, diğer taraftan bana göre madem bu bir roman illa tarihi gerçeklikle çakıştırmaya çalışılmamalıydı, örneğin kahramanın adı Mimar Sinan olmasa da bu roman ilgi çekici olabilir..?:)
YanıtlaSilBöyle böyle düzene girecek umarım eleştiri işi :)
YanıtlaSilcanım çok güzel açıklamışsın.Çok çok öpüyorum. :)
YanıtlaSilteşekkürler
Silben de o arkadaşınla aynı fikirdeyim, "yazarın kaşınma hali" söz konusu. Semih Gümüş'ün eleştirinin eleştirisi denebilecek yazısındaki temel fikir ise, kaba bir tanımlama.. tamam kurmaca kurmacadır ama yazarın gerçekliği kurmaca içinde nasıl kullandığı da önemli. Yani yazarın tutumu da etkilidir, tarihsel gerçekliğin edebiyatın alanı olup olmamasında.
YanıtlaSilAşk'ta uğradığım hayal kırıklığı o kadar büyük ki yeni bir kitabını alıp okuyamıyorum artık :(
YanıtlaSilpinhan, mahrem, bit palas, araf... bunlar benim okuduklarım, okunacak, kütühanede yer alacak, arada göz atılacak kitaplar. her biri mükemmel mi değil elbette ama edebiyat listesine girmiş kitaplardır. Mahrem ve Bit Palas ayrı ayrı özellikleri olan müthiş romanlar. Gerisi fasa fiso...
SilBen de Pinhan ve Araf'ı okumuş ve beğenmiştim...
YanıtlaSil