Üç ay önce izlediğim bu filmi ( Imdb )şimdi yazmak nereden aklıma geldi acaba? Sanırım şu broşürlü sahne yüzünden…
Fena bir film değil diyerek
başlayalım.
Ülke olarak bizim eğitim,
kültür, sanat başta olmak üzere birçok alanda en çok Fransızları taklit
ettiğimiz söylenir. Zamanla bunun doğru olduğunu gördüm… Şu anda, TDK 11.
basım sözlüğe göre, Türkçe'de yabancı kökenli sözcük olarak, yaklaşık 65oo
kelime ile Arapça birinci sıradayken 55oo
kelime ile Fransızca 2. sırada. (Meraklısı için: 1400 civarı kelime ile Farsça üçüncü.)
Bunu yazmamın sebebi filmin
açılış sahnesindeki lise.
Müdür sınıfa giriyor ve öğrencilerin hepsi ayağa
kalkıyor. Kendi öğrenciliğime gittim… Yönetmenimiz F. Ozon, üniforma meselesini irdeliyor bu ilk sekansta: Bu lisede
pilot uygulama olarak üniforma giyilecektir. Peki üniforma, yetkililerin
söyledikleri gibi bir eşitlik simgesi
mi, yoksa bireyi "sürüden
biri" yapmanın örtük yollarından biri mi? Yine ekrandan geçen, yüzlerce
adet üniformalı vesikalık öğrenci
fotoğrafları da eğitimin tektipleştirmeliğine
bir gönderme.
Bu arada lisenin (lise de
Fransızcadan gelmiş bize, isim ve eğitim kurumu
olarak) adı Gustave Flaubert (Alatlı'dan öğrendiğim kadarıyla Mısır gezilerinde doğulular hakkında aşağılayıcı
uydurmalar üzerine uydurmalar yazan mösyö Bovary Flaubert) Bizde dedim, Nazım Hikmet,
Yahya Kemal, A. İlhan, R.N. Güntekin, Fatma Aliye, Ali Kuşçu, Cahit Arf…
liseleri var mı acaba? Vardır canım, paşalardan, komutanlardan, devlet
büyüklerinden arta kalanlara verilmiştir adları… Taşımızı da attıktan sonra
devam edelim.
İşte bu Flaubert lisesinde
bir edebiyat öğretmeni (mösyö Germain)
ile dersine yeni devam eden bir delikanlının gittikçe tuhaflaşan birlikteliği
hakkında film. Benzer temayı sıradan amerikan tv filmlerinde gördüm. Ama burada
daha kalbur üstü bir iş var şüphesiz. Bu
noktayla alakalı olarak, en sonda, Arka Pencere filmini izleyenlerin hemen
anlayacağı bir gönderme var.
Germain, edebiyatın derinine
inemeyen (iki cümleden fazla yazıp yazmadıklarını görmek için ödev verdiği) modern-
ergen öğrencilerle dolu sınıfında bıkkınlıkla dersler vermekte. Günlerden bir
gün verdiği kompozisyon ödevlerinden biri dikkatini çeker. Öğrencilerinden biri (Claude), derslerine yardım ettiği bir sınıf
arkadaşı ve ailesi hakkında bir yazı yazmıştır. Edebi pırıltıyı gören öğretmen,
ilk zamanlar yazıların ahlaki boyutunu
(mahremiyetin ihlali- röntgencilik) sorgulasa da öğrencisiyle daha iyi nasıl yazacağı konusunda
çalışmaya başlar. Her yeni ödevde aile ve mahremiyeti hakkında yeni bir şey vardır
ve öğretmen giderek bu hikâyeleri ve ne
kadarının gerçek olduğunu merak
etmeye başlar. Öğrencisi bu kadar ileri gidebilmiş midir? Hatta öğretmenimizin
galerici eşine kadar uzanacaktır hikâyeler: Germain öğrencisi ile karısının
ilişkisi olduğundan da şüphelenecektir… Yine de bu zeki ve sinsi çocukla,
yazdıklarıyla ilgilenmekten kendini alıkoyamaz. Ve işler çığrından çıkar.
Bu ana tema çerçevesinde tek tipleştiren
eğitim, edebiyat ve sanat dünyasına göndermelere, eleştirilere, Claude'un yavaş yavaş Germain'i ağına
düşürmesi, "suçuna" ortak etmesiyle ilerleyen bir gerilime sahip film. Özellikle bu
gerilim sayesinde filmin ritmi artmaya başlıyor. Öncesinde oldukça sakin
gidiyor film. Ritmle birlikte oyunculuklarda bir abartı da başlıyor. Bu arada
karakterlerin alt yapısı adına Germain'in yazarlıkta başarılı olamamış ve bir
kitaptan sonra yazmayı bırakmış, Claude'un ise annesiz, sakat ve işsiz babasıyla
oturan, sürekli yer değiştirmiş biri olduğunu öğreniyoruz filmde.
Sanat dünyasına eleştirilerden
ikisi ilgimi çekti.
Köylülere miras kalan bir
sanat galerisi: katliam! Diyor Germain'in galerici eşi. Ve diğer ibare: sanatta seksin dikatörlüğü.
Modern sanata, enstelasyona
giydirmiş Ozon. İyi de yapmış, kendisine katılıyorum sonuna kadar :)
Yine bu babtan, Germain ile
Claude'un edebiyat hakkında konuştukları, başta söylediğim harika sahne var:
Edebiyatın en kötüsü; bir çağdaş sanat kataloğunda tüm özellikleriyle
kendini ortaya koyar. Çağdaş sanat kataloğu: Satış için bir icat der Germain ve
elindeki katologdan "inci"leri okumaya başlar: Doğu ile batı
arasındaki sahipsiz topraklarda doğmuş sükunet.
Bu varlıklar sessizce savaşıyor. Dünyanın gürültüsü kulakları sağır eden
sessiz feryat. Eserleri duyumsal bir
yol. Vesaire vesaire :)
Germain'in Claude'a verdiği
"nasıl yazar olunur" dersleri ise bugün dünyada geçerli olan kurallar.
Yazma meraklıları için duyrulur. Son sahnede de, bir apartmanın pencerelerine
bakıp her birindeki insanlar için hikâyeler uyduruyorlar ikilimiz. Arka Pencere'ye göndermeyle bitiyor yani.
Bu arada izlediğim diğer yeni
Fransız filmlerine göre cinsellik çok daha
azdı.
Çok çok güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilFilmi severek izlemiştim, yazıyı da keyifle okudum.
Elinize sağlık
Teşekkürler
SilTv de yakalamıştım filmi, basını kaçırsam da oldukça ilgimi çekmişti. Yazarlar, yazarlık, kitaplarla ilgili filmler hep ilgimi çekmiştir. Çoğu da güzeldir ama buna ben de fena değildi diyebiliyorum :)
YanıtlaSilGörüşmeyeli çok oldu, iyisin umarım?
Sevgiler :)
Sağol. sen nasılsın? Bebişin de iyidir inşallah.
SilTeşekkür ederim, iyiyim ben de, bebiş de iyi, büyüyor :)
SilSevgiler
iyi bir filmmiş..
YanıtlaSilözgürlük insan hakları demokrasi kavramlarını insanlığa armağan edenler..fransızlar..
ona insanlığa demesek de kendilerine desek :)
Silaferin sanaaaa kaybolma baaaak.
YanıtlaSiliyi bişiler izlemek istediğin zaman söle banaaaaa.
örneğin bak goodbye lenin yazdım daha yeni.
:)
açıkçası söylediğin ve benim baktığım filmlerden dişe dokunur olanı bir tek buydu:)
Silpekiii.
Silhaftaya tam bi liste vericem.
bütün iyiler. son 3 yılın.
bir de kitap listesi.
en iyiler.
son 2 yıl.
:)
okuduklarımdan yani.
150 kitap olmuş 2 yılda.
250 film.
hepsini bloga yazmıştım.
işte en iyiler listesi yapcam.
ordan seçersin doya doya.
:)
bi de çok kayboluyon aniden.
umarım keyfin yerindedir.
:)
:)
SilBen de geçenlerde izlemiştim, ilginçti, Notes On A Scandal'ı da tavsiye ederim:)
YanıtlaSilnot edildi:)
Sil