Japon yazarlarından hiç okumamıştım. Arka kapağı okudum. Kitabın kısa olduğunu ve üzerinde “1994 Nobel Ödülü” ifadesini görünce Japon edebiyatına başlamak için iyidir diye düşündüm.
En üstteki ibareye dikkat :)* |
Ama kitap bittikten sonra arka kapaktaki “acımasız,ruhsal şiddet öğeleriyle dolu” gibi tabirlerin abartılı olduğuna karar verdim. (Gerçi bu devirde şiddete ve duygusuzluğa olan aşinalığımız yüzünden de olabilir abartılı bulmam) Olsa olsa sorunlu,kişiliği oturmamış bir genç adamın cinsel tatminsizliği başta olmak üzere diğer problemlerini keşif ve kendisini kabulü ile babalığı kabul etmesi serüveni diyebiliriz. Yani klasik roman kurgularından “olgunlaşma kurgusu” söz konusu. Roman,üçüncü tekil kişi ağzından anlatılmış. Zaman dilimi ise bebeğin doğumundan itibaren üç gün.
Evet, Japon kültürünün kendisinden kaynaklandığını düşündüğüm bir aşırı saygının getirdiği duygusuzluk,donukluk var insanlararası ilişkilerde. Roman ilerledikçe bunun daha çok farkına varıyorsunuz. Belki de kahramanın ailesine özgü bir yabancılıktır; kahraman,karısı,öğrencileri,patronu, kayınpederi ve kayınvalidesi arasındaki bu soğuk, mesafeli ilişkiler. Romanın başlarında baba karakterini gerçekten duygusuz, soğuk ve donuk olarak
görüyoruz. Anormal bir kafa fiziğiyle doğan bebeğin bir anda bu duygusuzluğa ve umursamazlığa sebep olamayacağını ve dolayısıyla romanın kurgusunda bir sorun olduğunu düşünürken, kitabın ortalarına doğru bunun gerçek sebep olmadığını anlıyoruz. Şöyle ki zaten,cinsel hayatı başta olmak üzere evliliğinde ve hayatının diğer alanlarında tatmin olmayan bir kişilik söz konusu. Haliyle kafasında çirkin bir urla doğan ve doktorun fazla yaşamayacağını söylediği bu bebeğin hiç doğmamış olmasını tercih ediyor, baba karakteri.
görüyoruz. Anormal bir kafa fiziğiyle doğan bebeğin bir anda bu duygusuzluğa ve umursamazlığa sebep olamayacağını ve dolayısıyla romanın kurgusunda bir sorun olduğunu düşünürken, kitabın ortalarına doğru bunun gerçek sebep olmadığını anlıyoruz. Şöyle ki zaten,cinsel hayatı başta olmak üzere evliliğinde ve hayatının diğer alanlarında tatmin olmayan bir kişilik söz konusu. Haliyle kafasında çirkin bir urla doğan ve doktorun fazla yaşamayacağını söylediği bu bebeğin hiç doğmamış olmasını tercih ediyor, baba karakteri.
Romanda süsleme sanatı,hatta tasvir adına bir şey görmüyoruz. Bu romanı olabildiğince yalın hale getirdiği gibi işlediği “donuk,duygu ve düşünceleri düğüm halinde bekleyen Bird karakterine” de uygun düşmüş.
Romanın kurgusunda yine de bizi asıl sürükleyen “Acaba bebek yaşayacak mı, Bird bu haliyle yaşamasına izin verecek mi yoksa ölüme mi terkedecek?” sorusu oluyor.
Afrika’ya gitme hayaliyle gizli gizli para biriktiren Bird (bu çocukluk lakabı hâlâ ismi yerine kullanılıyordur, bu bile karakterin kendisini “kaybeden” biri olarak görmesine sebeptir) çok da isteyerek bir evlilik yapmamış ve işini de kayınpederi sayesinde bulmuştur. Eşinin gebeliği beklenmedik bir gebelik olduğu gibi bebek de kafasında büyük bir yumru ile doğar. Anneye bu haber verilmezken Bird, doktorların bebeği başka bir hastaneye göndermelerine ve olacakları beklemeye adeta bir robot gibi tanıklık eder. Okuldan eski bir arkadaşının kapısında kendini bulur ve birlikte olurlar. Bu birliktelik – Bird’ün kendi evindeki bebek odasını görmeye tahammül edemeyeceğini düşünmesiyle – arkadaşının evine taşınmasıyla ilerler. Hastaneden, bebeğin öldüğüne dair telefonu sıkıntılı bir şekilde beklerken, kendini, sevgilisi ve onun kız arkadaşı araclığıyla da sorgulamaya başlar. (Sorgulamadan kastım durup ne yaptığını, yapmadığını düşünmeye başlaması.) Bu iki kız arkadaş da pek normal ve sıradan olmayan karakterlerdir. Kız arkadaş bebeğin ölmesini beklemektense ölümünü hazırlamanın daha kestirme ve dürüst olacağını,Afrika’ya birlikte gidebileceklerini söyler…vesaire.
Arka kapakta yazarın bizzat özürlü bir çocuğa sahip olduğu ve romanın bu açıdan özyaşamsal bir nitelik de taşıdığı belirtilmiş. Yalnız şu cümleye katılamayacağım: “ Ama bu roman kişisel bir sorunun nasıl evrensel soruna, kişisel yaşamın nasıl edebiyata dönüşebileceğinin de kanıtı.”
Evet, herkesin başına gelebilecek ve önceden kesin kabulleri yoksa, karar vermekte zorlanabileceği bir konu ama evrensel bir sorun deyince aklıma nükleer silahlanma, çevre tahribatı gibi şeyler gelir benimJ Ama onun dışında bir insanın kendini tanıma ve kabul etme serüveni ise asıl vurgu yapılmak istenen o da evrensel bir sorun değil bir “vakıa” dır ancakJ
Hasıl-ı kelam okunmazsa olmaz kitaplardan olmadı benim için; her ne kadar psikolojik roman türü olarak başarılı ise de ve “soğuk/kopuk Japon ailesi- çevre ilişkileri” ile aklımda yer edecekse de. Ne yapalım, bizim gibi Akdenizlilere çok uzak böyle şeyler. Sevdik mi de, kızdık mı da köpürerek ve köpürterek yaşıyoruz duygularımızı. Bu yüzyılda bile. J
Kitabın adı: Kişisel Bir Sorun
Yazarı : Kenzaburo Oe (1935- …)
Yayınevi:Can
Çeviren: Hepa Çopurgil
Basım yılı:1994
İlk basım yılı: 1964
Kitaplık'ta da güzel bir tanıtım yazısı var:
http://okumagunlugum.blogspot.com/search/label/Kenzaburo%20Oe
*Bu resmin altına Türkçe "muhteşem,bir başyapıt" diye nümayiş yapılmıştı.
Kitaplık'ta da güzel bir tanıtım yazısı var:
http://okumagunlugum.blogspot.com/search/label/Kenzaburo%20Oe
*Bu resmin altına Türkçe "muhteşem,bir başyapıt" diye nümayiş yapılmıştı.
Geçen hafta bii eğitmeye gelen uzmanlar Japonlardaki intihar vakalarından söz etti dokunmamak, mesafe gibi nedenlerle çok fazla olduğunu.
YanıtlaSilGeçen yıl başladım ben de Japon edebiyatına merak sarmaya ve geçenlerde keşfettiğim bir yazar var haftaya söz ederim sanırım.
Yalnız hepsinde ortak olan cinsel tatminsizlik, doyumsuzluk neden acaba:) Bizi eğitenler oraya değinmedi ama hayret hepsinde aynı.
Hımm, bir Akdenizli olarak abartmamışım yani... Cinselliğe gelince, insanlar arası gündelik ilişkiler soğuk olunca o da nasibini alıyordur:) Türk toplumunda da geleneksel olarak konu edilmez bu tip şeyler, ama bizde insani duyguların sıcaklığı,yaşanabilirliği meseleyi yumuşatıyor sanırım.
YanıtlaSilŞimdi Japon toplumunu tam bilmeden ahkam kesmek de olmaz tabii ama dedikodularını etmiş olayım:)
Ben de senin kitabını bekliyorum.
Murakami furyasına kapılmış mıydın?
YanıtlaSilİmkansızın şarkısı ve Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında bitirdiklerim Sahilde Kafka'dan ürküyorum şu sıra başlayamam. Yaban Koyununun İzinde ise yatak odası kapsamına girdi:) Oraya girince öne çekiliyor.
:)))
YanıtlaSilMurakami'yi - Sahilde Kafka özelinde- fazlasıyla öven birkaç iyi yazı okumuştum. Böyle olunca o kitabı almam gecikiyor :)
Merhaba, ben de yakın zamanda bu kitabı okumuştum, blogumda ilgili yazıyı bulabilirsin:) Kitap dediğin gibi "okunmazsa olmaz" değil, ama değişik bir türdü benim için de. Açıkçası yazarın hayatıyla ilgili paralellikleri görünce daha ilginç geliyor insana... Eline sağlık:)
YanıtlaSilSevgili Eren, yazınız çok hoş detaylar içeriyor.
YanıtlaSilAklımda ne var biliyor musunuz, gördüğüm, takip ettiğim blog yazarlarının da okudukları aynı kitapla ilgili yazıları kendi post'umun altına link vermek. Hoş olurdu, aynı kitap hakkındaki farklı yorumları alt alta görmek...
Sevgili Narda, cok tesekkur ederim senin yazin da cok guzeldi:) bence cok guzel bir fikir, ben de eger kitabi baska bir blogda gorup de okumussam kendi yazimda link vermeye calisiyorum, sevgiler:)
YanıtlaSil