KAHVE : ZARİF SEVGİLİM BENİM

Zarif bir sevgilidir bana göre kahve, aşkını yüksek sesle söyleyemeyen. Yahut da gölgesine sığındığım kadim bir çınar ağacı; San Polikarp’ın önündeki gibi: Kocaman cüsseli, ama sereserpe dallarıyla koca bir caddeyi gölgeleyen; egzozlara, gideceği uzak iklimlerin sıkıntısyla bekleşenlerin yaydıkları sıkıntılara rağmen cömertçe gölgeleyen ulu bir çınar…





Çay ata yurdumuzun kadim dostu Çin’den gelmedir, eski bir tanıdığın bağra basılmışlığını taşımaktadır belki. Ama kahve, daha tanışıp görüşülmeden “dost” ilan edilmişlerin diyarından gelir; Yemen’den gelir; şehit kokan yakın zaman rüzgârlarını da alarak yanına…


Evet, çay samimiyettir çoğunca: elini omzuna atıp çekiştirirsin karşındaki gönülsüzü “Gel bi’ çay içelim şurda.” diyerek.


Ama kahvenin ciddiliği kibrinden değildir. Yüklendiklerinden, insanların ona yüklediklerindendir belki de o “ağırlığı”…


Belki de diyorum, çünkü bir giz de taşır kahve. O koyuluğu, billurda bile kendini belli etmeyişi o gizdendir. O gizi çözmek ise günaha giden bir yoldur.


İçinin bütün ağırlığı, nicedir söylenememiş o şeyler, hep dibine çöker. Telvedir bu; çayın “çöpü” gibi pişince atılamaz telve; kahvenin belki de en mühim kısmıdır: Onca ateşten,bir kaşık serinliği ile karıştırılmadan “kahve ocağında” ağır ağır yanıp olgunlaşmaktan süzülüp kalandır o.

Gizdir o: Açmak ister onu içen… Kabarık yürekleri, dar vakitte gelecekleri, uzun boylu siluetleri görmek ister;kavuşmak istediğini görmek ister, umut rüzgarları arar yelkenleri için, o küçücük fincanda…Günahı kahvenin değil, vebali bakanların boynuna elbet… :)


Fincan demişken, kahvenin dış giysisidir o, onsuz çıplak ve utanmıştır kahve. Son moda kıyafetler yakışmaz ona: El emeği, göz nuru işlenmiş, gümüşlenip yaldızlanmış porselen ficanlarda içilir kahve. Nasıl kahve ağır ağır pişirilirse ateşte, porselen de öyle pişirilerek gelir, içi dışı birdir yani kahvenin…


Hele o kuğu boynu gibi kulpları yok mu fincanların, yüzyıllardır insanoğlunun bu zarafet simgesi ne yakışır fincanlara, kahveye…Bakmayın fincanları serçe parmaklarını havaya kaldırıp tutanlara, sımsıkı kavranır kulp, ama sıkmadan, kırmadan, tıpkı bir dost gibi, zarifçe.


Ya o pirinçten kahve değirmenleri, hangi eller sevdiğine ikram edeceğini düşünerek usulca çekecektir kahveyi?


“Fincanın etrafı yeşil, aman aman
At kolun, kolların boynumdan aşır
Sarhoşam dilim dolaşır, aman aman
Aman kız, canım kız, öldürdün beni
El ettin, göz ettin, kandırdın beni”


Az ve özdür kahve, cıvık değildir, kıvam ister.


Fazlası çarpıntı yapar; tıpkı bir “güzeli” görünce yüreğin titremesi gibi.


Yanına yardımcı istemez kahve, simit, poğaça, hatta şeker bile onun için fuzulidir. Belki biraz yalnızlığı sevdiği doğrudur.


Tadı gibi kokusu da buruk-kekre-mis’tir.Çayın kokusunu ancak bardağı elinize aldığınızda çekebilirsiniz içinize. Oysa kahve, güzelliğinin işareti olarak cömertçe savurur kokusunu dört bir yana. Belki biraz cilveli olduğu doğrudur.


Sevilenin saçlarını anımsatmaz mı kokulu buğusu? (Erkek de olsa, kadın da, sevilenin, az biraz saçları olmalı rüzgarda uçuşacak kadar :))


Uykuya kızdın mı cezasıdır kahve, hülya caddelerine dalmanın en zarif ve sağlıklı yolu…


Sevgilerine söz verenler için de önemlidir kahve: Kız istemeye gidildi mi, kahve ikram edilir bu kültürde. Kırk yıl hatırı olsun da verilecek bu sözün, bir yastıkta kocasınlar diye mi bilmem. Ama gümüş tepsilerde, incilenmiş dantellerle, zarif fincanlarla ikram edilir kahve. Sevenlerin hatrına “tuzu” kabul eder bünyesine. Seven de öyle kabul eder, hem sevdiğine sevgisi, hem kahveye saygısı yüzünden tüküremez aldığı yudumu…


Çayhane değil, kahvehanedir mekanın adı. Öyle denmiştir, vardır bir hikmeti.


Obur olamazsınız kahve içerken; bir demliği boşaltamazsınız canınız istedi diye. Kahve nefis terbiyesi yaptırır, üçten sonra kalbinize mukayyet olmanız gerekebilir.:)


Bazıları abartıp “altın”la ikram eder onu. Ama bu kahvenin burnu büyüklüğünden değildir asla, insanoğlunun tuhaflığındandır.


Ancak üç yıl sonra meyve verir kahve ağacı, ama ondan sonra otuz- kırk yıl meyve verir durmadan. Dostluk da böyle değil midir?

Ve kırk yıllık hatırı kahvenin, dostluğundan değil midir?






















7 yorum:

  1. Çok güzel olmuş bu yazı... yalnız ama cilveli kahve :) ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Güzeli, güzelden anlayanlar güzel yapar. Teşekkür ederim okuyup yorumladığınız için, bol köpüklü kahveler dilerim efenim...

    YanıtlaSil
  3. Kahveyi de kahveci güzeli sunarmış..

    YanıtlaSil
  4. Nasıl oluyormuş o kahveci güzeli? Duymamıştım hiç. :)

    YanıtlaSil
  5. Kahveyi sunan kişi, ya eişiniz olur, ya kızınız olur, ya da bir sevdiğiniz olur. Yeter ki yüreği güzel olsun.

    YanıtlaSil
  6. Benim gibi bir kahve tutkununa müthiş bir yazı bu. Kahve Dükkanı'ndan sevgiler...

    YanıtlaSil
  7. Teşekkürler Leyla'nın Kahve Dükkanı :)

    bu yazımı çay hakkıdaki güzel bir yazıya(adabı haşerat blogundaydı) nazire olsun diye yazmıştım ve tabii ki kahveyi en az çay kadar sevdiğimden :)

    YanıtlaSil

Ölümü görün yazın bir şeyler, üşenmeyin.
E, üşenmeyin dedik ya:)