Bir öykü kitabı için çok
cazip bir isim. *
İyi ki de ismin cazibesine
kapılıp almışım.
Kısalı uzunlu, (kabaca ve
kısaca) "postmodern" özellikleri olan hikâyeler. Gerçi artık
hikâyeleri klasik, modern ya da postmodern gibi ayrımlara tutmanın gereği ve
mantığı yok bana göre. Akademisyenler belki ilgileniyorlardır bununla. Öykü
güzelse güzeldir arkadaş. Sana bir şey
vermişse vermiştir, olmuştur. O kadar. Bir okur olarak başka türlü
detaylandırma yapmak istemiyorum bundan kelli. Hani eski bazı yazılarımda denemişim
uzunca ayrıntılar, tanımlamalar, etiketlemeler yapmayı ya, artık:
"Hayat kısa, kuşlar
uçuyor"
Mottosuyla kısa kesiyorum
yazılarımı.
Kısaca: Okunsun efem. Yazarın
tabiriyle ya elektrik alacaksınız benim gibi, ya da elektrik alacağınız yaşa ve kıvama geldiğinizde yeniden okuyacaksınız :)
Kitabın künyesini vereyim bu arada:
Adı: Mümkün
Öykülerin En İyisi
Yazarı:
Aykut Ertuğrul
Yayınevi ve basım yılı: Dedalus, 2014 (3.baskı)
(2013 TYB hikâye ödülünü de
almış, belirteyim.)
Benim favorilerimden birini
üşenmedim, sırf siz değerli blogdaşlarım içün yazdım aşağıya. Bu zahmetimi
kaale almayıp okumazsanız küserim, ona göre :)
BÜYÜK DÜNYA ATLAS'I
Dünya dönüyordu. Eğilip
Atlas'ın kulağına bir şeyler fısıldadım, adam hiç oralı olmadı. Hep o artistik,
sonsuz, sinir bozucu pozlar. Öfkeme hâkim olmaya çalıştım. Atlas'ın alnında
uzay boşluğuna düşen ter damlasını mendilimle havada yakaladım. Bir kara deliği
daha engellemiş olmanın verdiği iç huzuruyla;
"Batsın bu dünya Atlas,
bırak batsın!" diye tekrar ettim.
Onu kızdırmaya çalıştım;
" Tek Tanrılı sisteme geçildi ve bil bakalım o Tanrı kim değil?"
Atlas'ın tek kaşı havaya
kalktı.
"Senin emeklerini
umursamıyorlar; sana değil, yerçekimi kuvvetine, Newton isimli bir faniye ve
daha onlarca bilimsel, sıkıcı şeylere inanıyorlar sana değil!"
Atlas'ın eli asırlardır ilk
defa gevşemeye başladı. O bön bakışlarına renk geldi. Küre, beline doğru
kayarken Atlas'ın bacakları titremeye, omzuna, beline, kalçasına kramplar
girmeye başladı. Parmakları karıncalanıyordu, nefes alıp verişi hızlanmaya
başladı, dünya düşmek üzereydi.
Tanrı'nın yıkılışını izlerken
" Biliyordum" dedim sırıtarak. " Bir kere tereddüt edersen bir
daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz." Cebimden düdüğümü çıkardım, az ötede
bizi izleyen pos bıyıklıya göz kırpıp var gücümle üfledim.
Hastabakıcılar odaya doğru
koşarken Atlas yere yuvarlandı. Bayıldı sanırım. Küre elleri arasından kayıp
düştü. Pos bıyıklı " Tanrı öldü, onu biz öldürdük" diye ikimizi
işaret ediyordu çıldırmış gibi. Cam küre paramparça oldu.
Kıyamet koptu, Atlas'ı bir
daha hiç göremedim!
Şimdi ikinci düdük
bekleniyor.
* Kitabın başlığı hakkında;
bir röportajında bahsetmişti ama unuttum, bir âlimin bir teorisinden mülhemdi galiba:)
Aynen katılıyorum bir öykü güzelse güzeldir, (sadece renkler ve zevkler değişir o da çok doğal) post modern vs. gibi sözcükler hiç kullanmadığım, manasını da çok merak etmediğim sözcükler, öykünün çağdaşı, çağdaş ötesi olanı nasıl oluyormuş ki, yani bana saçma geliyor bu tanımlamalar, Shakespeare'in eserleri kaç yüzyıl önce yazılmış diye çağdışı mı olacak?:) Halbuki Makbet'teki hırs, açgözlülük bizim siyasetçilerdeki ya da Beyaz Saray'daki siyasetçilerde yok mu? Öyküyü okudum ilginç yalnız ben çok mu paranoyağım Zaman Terzisi'nden çok etkilenmiş gibi geldi. Ama bana öyle gelmiş olabilir..
YanıtlaSilsegilerimi bıraktım
Bu tip ayrımlar sadece muhtemel okurun nasıl bir tarzla karşılaşacağını bilmek istemesi durumunda faydalı olabilir :) Misal ben kelime oyunları ya da Atayist göndermeli şeyleri pek sevmiyorum:) Zamanın Terzisi'ni bilmiyorum:(
SilEdebiyatta "Etkilenme" sınırı belirsiz bir kavram:) Postmodernizm etiketli yazılarımda bizzat değinmiştim:p
Teşekkürler.
Öyküyü buldum, çeviren de tanıdık :)
YanıtlaSilKişileştirme açısından benziyor iki hikaye. Yine de çok değil bence:)
Meraklandım ve alma isteğim doğdu. Teşekkürler :)
YanıtlaSilBence beğenirsin :)
SilBu arada Aykut Beyin selamı var, o öyküyü okumamış, yemin etti :)
YanıtlaSil